15 Aralık 2000 tarihinde “dost güçler”in ana operasyon karargahında, İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Eyüp Engin Hoş tarafından, operasyon Özel Müdahale Planı son bir kez gözden geçirildi ve “düşman güçler“in hayatlarını yok ediş için artık her şey hazırdı…
O operasyon çerçevesinde askeri güçleri kendilerine, cezaevi müdürlerine ve infaz koruma memurlarına “dost güçler”, bu cezaevlerinde kanunlar çerçevesinde devletin koruması altında kalan tutuklu ve mahkumlara “düşman güçler” diyorlardı.
Türkiye'nin orta Anadolu ve batı bölgelerinde, başta İstanbul Bayrampaşa ve Ümraniye Cezaevleri olmak üzere, 20 cezaevine Türkiye Cumhuriyeti'nin asker ve polis kuvvetleri tarafından askeri operasyon düzenleniyordu.
Savaş hali yaşanan düşman bir ülkenin tespit edilen kalesine yönelik kesin yok edici bir operasyon düzenleniyordu sanki…
Operasyonun adı da manidardı… Kapsamlı bir ‘Hayatı Yok Ediş Harekatı’ düzenlendiği halde, “Hayata Dönüş Operasyonu” adı verilmişti.
Bu nasıl bir “Hayata Dönüş” operasyonu idiyse artık, 12’si Bayrampaşa Cezaevi'nde olmak üzere, 28 tutuklu ve hükümlü hayatını kaybederken, yine 55’i Bayrampaşa Cezaevi'nde olmak üzere 237 tutuklu ve hükümlü yaralanmıştı.
Ölümler “sıcak” operasyon anlarıyla da sınırlı kalmamış, devamında, sürdürülen ölüm oruçlarında 122 insan hayatını kaybederken, 600’den fazla insan organlarından birini ya da bir kısmını kaybederek ağır bir engelliliğe mustarip kalmıştı.
Böyle bir adın seçilmesinin ilham kaynağı da, ölüm orucunda olan insanlara müdahale ederek onları hastaneye kaldırarak, direnişe son vermelerini ve hayata dönüşlerini sağlama (!) kararı olmuştu…
Devletlerin savaşa, hayatları yok etmeye “barış” deme, daha başında Özel Harpçi karakterlerini faş etme gibi tuhaf bir huyu da vardı.
Anımsayalım, 1974'te Kıbrıs’a yapılan çıkartmaya Kıbrıs Barış Harekatı denmişti. 2018 Afrin’e dönük askeri harekata Zeytin Dalı, en son Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik operasyona da “Barış Pınarı Harekatı” denmişti.
19-21 Aralık 2000 tarihinde düzenlenen cezaevleri operasyonu, savunmasız insanların hayatlarını yok ediş; belirli bir plan ve program çerçevesinde soğukkanlılıkla hazırlanmış gerçek bir toplu katliamdı.
Tutukların ‘savunmasızlık’ halinin üstünü örtmek, katliamı normalleştirmek için Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, içeriden "Kalaşnikofla ateş ettiler" diyecekti.
Adli Tıp Raporu, Bakan’ın bu iddiasını çürütecekti.
Rapora göre, koğuşlardan ateş edilmemiş, dahası öldürücü dozun üzerinde gaz bombası kullanılmıştı.
Bayrampaşa Kapalı Cezaevi'ndeki C-1 koğuşunda kalan kadın tutukluların, güvenlik görevlilerinin kullandığı göz yaşartıcı, gaz ve sinir bombalarının çıkardığı yangında öldürüldükleri belirlenecekti.
Bilirkişi raporuna göre de, silahlı bir direniş olmamıştı. Kömüre dönmüş koğuşlarda yapılan aramalarda silaha da rastlanmamıştı.
Bilirkişi raporunda ayrıca mahkumların bulunduğu taraftan güvenlik görevlilerinin bulunduğu yöne doğru ateş açılmadığı, aksine atışların dışarıdan içeriye doğru yapıldığı kaydedilecekti.
Raporda, Bayrampaşa Kapalı Cezaevi'nde 12 kişinin hayatını kaybettiği, C-1 koğuşunda 6 kadın tutukludan 5'inin yanarak, 1'inin ise gazdan zehirlenerek öldüğü de yazılacaktı.
Raporda, operasyonda kullanılan bombaların etkin maddesinin 20 gramının 38 dakikada insanı öldürdüğü vurgulanarak, "C-1 koğuşunda 35 gram bomba maddesi bulundu" denilecekti.
Operasyon sırasında Ümraniye Kapalı Cezaevi'nde Uzman Çavuş Nurettin Kurt ile Çanakkale Kapalı Cezaevi'nde Mustafa Mutlu adlı iki asker de yaşamlarını yitirmişti.
Uzman Çavuş Nurettin Kurt’un, “teslim ol” çağrılarına ateşle karşılık veren mahkumlar tarafından vurulduğu açıklanmıştı.
Ancak Kurt’a yapılan otopside ölüme yol açan yaralanmaya “yüksek kinetik enerjili bir silahın” sebep olduğu belirlendi.
Ümraniye Cezaevi’nde tutukluların bulunduğu koğuştan çıkarıldığı iddia edilen beş adet tabancanın içinde “yüksek kinetik enerjili silah” olarak kabul edilen uzun namlulu silahlar yoktu.
Ayrıca silahın mahkumlarda olmayan uzun namlulu bir silah olduğu belirlendi ve Kurt'un ölümüne yol açan silahın mahkumlardan elde edildiği öne sürülen silahlar olmadığı belirtildi.
Raporda, ölüme yol açan silahın sadece AK-47 ya da G-3 piyade tüfeği olabileceği belirtildi ve Kurt'un askerlerin silahıyla öldüğü kesinleşti.
Aynı koğuşunda patlayan onlarca gaz bombasının yanında, patlamamış 45 adet bomba bulundu. C-14 ve C-15 koğuşlarına da ateş açıldığı ve üzerinde "Kapalı yerlerde kullanmayın" ve "Bombayı insan ve yanan madde olmayan sahaya fırlat" yazılarının bulunduğu çok sayıda göz yaşartıcı bomba ile gaz bombasının atıldığı kaydedildi.
Tutuklular (mı) birbirini öldürdü, tutuklular çatışma da (mı) öldürüldü?
Tutukluların silahla birbirlerini öldürdüğü iddiası da, tutukluların uzun mesafeden açılan ateş sonrası öldüğünü belirleyen adli tıp raporuyla çürütüldü.
Rapor ayrıca, kimi delillerin karartıldığını ve jandarma tutanağındaki verilerindeki bazı çelişkileri de ortaya çıkarmıştı.
Resmi makamların operasyonla ilgili dile getirdikleri açıklamaların ve basında çıkan birçok haberin de yalan ve sahte olduğu ortaya çıkmıştı.
Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, "Askerin öldürdüğü tutukluların, askerle çatışmaya girdiği" demecinin yanı sıra, bazı ölümlerin tutuklular arasındaki çatışmadan çıktığını iddiası ortaya atmıştı.
Murat Ördekçi’nin otopsisinde, ölüme neden olan merminin bulunamadığı ve mermi yarasının çevresinin kesilerek genişletildiği tespit edildi.
Mustafa Yılmaz’ın otopsisinde dört merminin vücuda isabet ettiği, otopsi öncesi müdahale edilerek yaranın etrafında kesikler oluşturulduğu ve sadece üç mermi fragmanı (vücuda çarpıp parçalanan mermi türüne ait parçası) bulunduğu tespit edildi.
Cengiz Çalıkoparan’ın ise vücuduna üç mermi isabet etmesine karşın, vücudundan çıkan mermi sayısı iki tane olduğu tespit edildi.
Mermi çekirdekleri delildir.
Otopsi tutanaklarına göre önemli deliller yok edilmişti.
Dava dosyasında, adli tıp otopsisi öncesinde olay yerinde müdahale yapıldığını belirten bir rapor mevcut.
Ancak bu raporda vücuttaki mermi çekirdeklerinin çıkarıldığına ilişkin hiçbir belirtme yoktu.
Delilleri kim, neden, nasıl yok etti?
Bu durum 27 Ağustos 2001 tarihli Radikal gazetesine de yansıdı.
Konuya ilişkin yapılan haberde, görüşülen bir Adli Tıp Uzmanı bu yapılanların anlamının “delilleri yok etmek” olduğunu belirtip, bunun nedeninin “kullanılan özel bir silahı gizlemek olabilir” diye ifade ediliyordu.
Mustafa Yılmaz’ın vücudundan çıkarılanların normal mermi parçası olmadığı, vücuda girdikten sonra parçalanan özel bir mermi türü olduğu, otopsi raporundaki “yaygın ağır metal parçaları” ifadesiyle ortaya konmaktadır.
Radikal gazetesi aynı haberde bu mermilere ilişkin başka bir “uzman” görüşünü de aktarıyordu;
Bu mermiler hedefe isabet ettikten sonra fişekler parçalanır böylece kesin sonuç alınır. Yani öldürür.
Bu mermilerin İsrail, Amerika tarafından imal edilip kullanılan silahların mermileri olduğu da aynı haberde vurgulanıyordu.
>C-1 kadınlar koğuşuna, yani 6 kadının diri diri yakıldığı koğuşa, jandarma tarafından bilerek ve isteyerek “öldürücü dozun üzerinde” tam 45 adet gaz bombası atılmıştı.
>Atılan gaz bombalarının üzerinde, “Kapalı yerde kullanmayın, yeterli hava akımı olması gereklidir... Bombayı insan veya yanabilecek malzeme olmayan sahaya fırlat...” yazısına rağmen, bombalar, 27 kadın tutuklunun sıkış tıkış dolduğu küçük bir koğuşa atılmıştı.
>Raporlara göre, koğuş sadece yakılmamış, kadınlar koğuşunun havalandırmasında bulunan kurşunlara ilişkin kalıntılar, delikler gösteriyor ki, koğuş sürekli kurşunlanmıştı.
>Sadece kadınlar koğuşunda da değil, tüm C bloktaki silah atışları idare yönünden koğuşlara doğru yapılmıştı. Bu atışların tümü “yüksek kinetik enerjili silahlardan yapılmıştır.” Bu tür silahlar Ordu’nun kullandığı uzun namlulu silahlardandı. Yani o günlerde jandarma kaynaklı, “çatışma çıktı, ellerinde kaleşnikov var” haberlerinin hiçbir doğruluk payının olmadığı ortaya çıkmıştı.
>Katliamı yaşayan tutukluların anlatımları ile Bilirkişi heyetinin raporundaki bulgular birbirine örtüşmektedir. Keza tutukluların gaz bombalarını etkisiz hale getirmek için “bombaları havlulara sarıp geri atıyorduk” şeklindeki anlatımları, bilirkişi raporunda “birçok bombanın üzerinde havluların olması” şeklinde dile getirilmişti.
>Bilirkişi raporunun ilk cümlesi “olay yerinin orijinalitesinin bozulmuş olduğu” şeklinde başlamaktadır. Orjinalitenin nasıl bozulduğu tutanakta anlatılıyor. Örneğin operasyon kanlarının bir göl halini aldığı yerin üzerine çimento dökülmüştür. Burada delillerin gizlenmesi için uğraş verildiği anlaşılmaktadır. Delillerin yok edilmesi gibi bir başka suç daha işlenmişti.
>‘Jandarma olay yeri tutanağında sık sık tutukluların tüpleri alev silahına dönüştürdükleri söylenmektedir. Oysa bilirkişi raporu bu tüplerin üzerinde çizik dahi olmadığını belirterek operasyonu yapanların bir yalanını daha ortaya koymuştur.
>Jandarma katliamda bomba ve uzun namlulu silahların dışında saçma atan ve birden fazla insana isabet etme olasılığı yüksek olan pompalı tüfek de kullanmıştı. Bu silaha ait fişeklerden ikisi C-1 havalandırmasında bulunmuştur. “Hayata Dönüş” operasyonu böyle silahlarla yapıldı.