Pandemi sonrasında emtia fiyatlarındaki yükselişin tetiklediği ve küresel lojistik zincirlerindeki kopuklukların ivmelendirdiği küresel enflasyon dalgası sonrasında hayat pahalılığının tüm dünyada norma dönüştüğü bir döneme evirildik. Hayat pahalılığı dediğimiz fenomen, paradoksal bir şekilde her geçen gün insan/lığ/ın ucuzlarken hayatın pahalanmasının hikâyesidir.
Hayat pahalılığı -her geçen gün biraz daha dilimize pelesenk olsa da- aslında insanlık tarihi kadar eski bir mesele. Hatta kadim ve/ya modern siyasal otoriteler sanki yönettikleri halklar günlük sohbet sıkıntısı çekmesinler deyu adeta piyasalara mebzul miktarda hayat pahalılığı sürerek bu açığı daha oluşmadan önleme gayreti içinde olagelmişlerdir. Öte yandan ekonomi, hayatın bir veçhesi olmaktan çıkıp adeta hayatın bireysel, toplumsal, kültürel ve siyasal bütün alanlarını kuşatmakla kalmamış, eşyanın t/özü haline gelmiştir. Çünkü insanlığın tedricen Tarım Devrimi sonrasında daha küçük avcı-toplayıcı topluluklar halinde yaşamayı bırakıp yerleşik hayata geçmesinin sonrasında paranın icadıyla mal ve hizmet mübadelesi, takas ekonomisinin nefesinin yettiğinin çok daha ötesine taşınmıştır. Coğrafi Keşifler ile Avrupa’ya akan altın ve gümüşün tarihte hiç olmadığı kadar yüklediği enflasyonist baskı hem merkantilist anlayışı semirtmiş hem de böylece küresel kapitalizmi mümkün kılacak bir sermaye temerküzüne olanak tanımıştır.
Sanayi Devrimi, kolonyalizmle başlayan modern sömürgeciliği daha da rafineleştirirken artık yerel pazarların hem her anlamda küreselleşmesinden hem de kapitalistleşmesinden bahsedebiliriz. Esfel-es-safilinden eşref-i-mahlukata yolculuğunda insanın yeni durağı Homo economicus olurken, bu serencamda hem kendisini hem de çevresini bir sosyal sermayeye dönüştürmüştür. Zira kapitalizm -yiğidi vur ama hakkını yeme- sadece ihtiyaçlarımızı değil ihtiyacımız olmayanları da reklamlar marifetiyle bize aldırabildiği kadar kapitalizmdir. Hatta alamadıklarımızdan artanları da tasarruf mevduatı, bireysel emeklilik ve sair sigortacılık yöntemleriyle elimizden alıp finans kapitalin emrine sokmasıyla bu fasit daireyi biteviye kılan -görünmez el değilse de nev-i-şahsına münhasır- bir büyüye sahiptir. Öyleyse hayatın pahalanması eşyanın tabiatı gereği olduğu kadar insanlık tarihinin de bir uzantısıdır ama biz bunu hassaten kriz, çözülme ve çöküş anlarında daha net bir biçimde fark ederiz. Peki bize bu idraki ne bahşeder?
Ekonomi Okuryazarlığı
Bu aralar Marksist veya Weberyan anlamda hangi sınıftan kiminle görüşsem herkesin dilinde her şeyin ateş pahası olmasından yana derin bir şekva var. Pandemi sonrasında emtia fiyatlarındaki yükselişin tetiklediği ve küresel lojistik zincirlerindeki kopuklukların ivmelendirdiği küresel enflasyon dalgası sonrasında hayat pahalılığının tüm dünyada norma dönüştüğü bir döneme evirildik. Benim için kırılma noktası ise aslında kendisinin futbolla oldukça ilgili olduğunu bildiğim bir lise son sınıf öğrencisiyle geçenlerde kripto piyasalarda son dönemdeki aşağı yönlü dalgalanmada FED’in etkisi üzerine yaptığımız kısa sohbet oldu. Ben faiz artırımı konusunda yıl sonuna kadar en fazla iki kere 50 baz puan faiz artışı beklediğimi ifade ederken, o en az iki olmak üzere 75 baz puan artış beklediğini söyledi. Buradaki kırılma noktası, 17 yaşında bir gencin ekonomi b/ilgisi değil elbette. Benim gibi etrafında ‘önünü kış tut, yaz gelirse bahtına’ tedbirliliğiyle hatta kötümserliğiyle bilinen ve 50 yaşına merdiven dayamış birinden daha realist ama hem ülkesinin hem de dünyanın ekonomik gidişatına dair daha umutsuz olmasıydı. Öte yandan, her ikimiz de küresel enflasyonist etkinin ülkemizdeki yansımalarının çok daha çarpıcı olacağı konusunda hemfikirdik. İşim gereği 18-25 yaş arası gençler arasında bulunduğum için son 20 yılda en karalar bağlamış olanların bu dönemkiler olduğunu gözlemliyorum. Nasıl bağlamasınlar ki? Dünyadaki en yüksek dördüncü enflasyonun yaşandığı ülkenin vatandaşı olarak geleceğe umutla bakmak yerine kısık gözlerle bakmak durumunda kaldıklarından hayata dair verdikleri tepkiler giderek sertleşiyor. Elbette gelişen ekonomi yazarlığı bilinç ışıklarını yaktığı kadar bilginin sorumluluğu gereği beraberinde acı ve ihtiyat da getirmektedir. Zira ellerindeki telefonlarla küresel emtia/tahvil/kripto para borsalarını anlık takip edenlerle “çıkar telefonunu” diyenler bir olur mu?
Olmaz…
Benim gibi Özal’lı yılları tecrübe eden X kuşağı enflasyona o kadar aşinadır ki; bunun, enflasyon canavarı kisvesi altında sevimli bir dinozor olarak karikatürleştirilmesine bile alışmışlardır. Öte yandan pandeminin pabucunun dama atılmasıyla enflasyon artık küresel anlamda giderek her yerde hissedilir olmaktadır. Aslında bir bakıma bu enflasyonist baskı bekleniyordu, zira insanları kısmen ve/ya tamamen evlere hapsedip başta turizm olmak üzere çeşitli ürünlere ve/ya hizmetlere ihtiyaçlarının ertelenmesi veya engellenmesi sonucunda, bu birikintinin bir talep patlaması şeklinde ortaya çıkacağı üç aşağı beş yukarı tahmin ediliyordu. Lakin hayat normale döndükçe her şeyin bir şekilde kısa sürede dengeye ulaşacağı iyimserliği de oldukça güçlüydü. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Yeni milenyumla mağarasına çekilen küresel enflasyonun dönüşü o kadar sert oldu ki; İngiltere ve ABD’de son 40 yılın en yüksek enflasyonunun yaşanması tüm dünya piyasaları açısından oldukça tedirgin ediciydi. Zira gelişmiş ülkeler hapşırdığında gelişmekte olan ülkeler (ki onların kahir ekseriyeti hep gelişmektedir) zatürre olurlar. Bütün bunlar yetmezmiş gibi üçüncü ayını tamamlayan ve düşük profilli devam etmesine rağmen (ya da bu profilinden dolayı) en azından kısa vadede bir çözüm beklenmeyen Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş, başta buğday, mısır ve ayçiçek yağı olmak üzere temel gıda ürünlerinin fiyatlarındaki astronomik artışı tetikledi.
Bütün bu süreçlerin Türkiye’de daha fazla hissedilir olmasında ise TL’nin kur korumalı mevduat hesaplarına rağmen altı ayda yüzde 25 civarındaki değer kaybı etkili oldu. Böylece ekonomik sorunların ve onların beslediği sosyal ve siyasal sorunların daha da katmerleştiği ortada. Zira son üç ayda 60’tan fazla ülke özellikle FED’i müteakiben faiz artışına giderken Türkiye’de böyle bir yönelişin olmaması bir yana; başta temel gıda ürünlerindeki olmak üzere reel enflasyon ile açıklanan resmî enflasyon arasındaki fark kadar, mevduat faizi ve çeşitli kredi faizlerinin oranları arasındaki makas da oldukça dikkat çekici.
Yakın gelecekte ülkemiz adına ümitli olmamızı engelleyen bir başka gelişme ise bu yıl rekor sayıda yabancı turist ve turizm geliri beklentisinin Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle gerçekleşmeyecek olmasıdır, çünkü her iki ülkeden gelen turist sayısı Türkiye’nin toplam turist sayısının üçte biridir. Ayrıca akaryakıt fiyatlarında üç kata varan artışın iğneden ipliğe her şeyi ateş pahası kıldığı ülkemizde tatil yapmak artık çocukluğumdaki gibi -birçok şeyle beraber- bir lükse dönüşmüştür. Çünkü her ne kadar Türkiye’nin son 40 yılda küresel kapitalizme entegre olmasıyla artık yaz tatili köye hasat toplamaya gidilen bir etkinlikten başta plajlarda dinlenme ihtiyacına dönüşse de günün sonunda alım gücünüz yetmediğinde bankalardan tatil kredisi çekseniz bile ödeyemeyecekseniz gerçekleştiremeyeceğiniz bir aktivitedir. Bundan kelli seyahat acentelerinin yerli ve milli turiste konvansiyonel ve sosyal medya reklamları ile kısa mesajlar aracılığıyla yaptıkları adam adama markaj şeklindeki agresif pazarlamanın üst gelir grupları hariç ne kadar karşılık bulacağını üçüncü çeyrek sonuçları açıklanırken göreceğiz.
Sonuç olarak, işbu hayat pahalılığı dediğimiz fenomen, paradoksal bir şekilde her geçen gün insan/lığ/ın ucuzlarken hayatın pahalanmasının hikâyesidir. Enflasyon ile hayat pahalılığı arasında doğrusal ve her ikisiyle de insan hayatının ucuzluğu arasında ters orantılı bir ilişki var. Kısacası enflasyon artıp hayat pahalılaştıkça insan hayatı hatta insanlık da ucuzluyor ve giderek değersizleşiyor. Zira fakirlik kapıdan girince insanı insan eden tüm değerler ya kapıdan ya da bacadan çıkıp giderken; orman kanunu, şu ana dek iyi kötü geliştirebildiğimiz bütün hukukî ve ahlakî değerlerin yerini apansız alıyor. Yazımı bu nedenle sabık Hazine ve Maliye Bakanlarımızdan Berat Albayrak’ın görevden affını isterken Instagram üzerinden yaptığı açıklamadaki duasıyla bitirmek istiyorum: Cenab-ı Allah sonumuzu hayreylesin.