Bir tarihte (2013) “çözüm süreci” diye bir hikâye okundu. Hayalperestler ve gerçekçi olmayanlar “çözüm sürecinin” niteliğini ve içeriğini bir türlü anlamadılar. Devir değişti, tarih değişti, aktörler değişti, bizim hayalperest ve gerçekçi olmayan aydınlarımız, siyasetçilerimiz, siyasi partilerimiz, bilim adamlarımız, sivil toplum örgütlerimiz hep deli dolap gibi dönerek bu “çözüm sürecini” tekrarladılar. Hep bir gün gelecek diye beklediler. Başka şeyleri düşünmez, başka projeler üretme konusunda kendilerini yormadılar.
Bu konuda en fazla bana “Çözüm süreci olacak mı, başlayacak mı?” diye soruldu. Çünkü o vakıaya karşı en fazla yazan, televizyonlarda, gazete röportajlarımda, radyolarda en fazla görüş belirtenlerden biriydim. Bana hep sorulduğunda da, “Çözüm süreci başladığı gün son buldu”, başka bir deyimle “Ölü doğdu” dedim. Bunun neden olduğunu defalarca anlatmakla kalmadım, tekrar tekrar yazdım. Ama hayalperestlerimizi ve gerçekçi olmayanları uykudan uyandırmam olanaklı olmadı.
Son günlerde NATO toplantısı ve özellikle de Biden-Erdoğan arasında zirvenin yapılacağı gündeme düşünce, bu konuda yeniden güçlü ve yoğunca sorularla karşılaştım.
Biden ABD’de Demokratların başkanı olarak, Erdoğan’ı götürmek için muhalefete destek vereceğini ifade etmişti. Muhalefet de bu konuda hayli umutlanmıştı. Beklenti içindeydiler. Biden’ın nasıl bir hamle yapacağını bekliyorlardı. Ayrıca muhalefet ve Kürtler de dünyaya demokrasinin ABD-Biden tarafından getirileceğini, insan hak ve özgürlükler, Kürt milli hakları konusunda atılım yapacağı düşünüldüğünde; Biden’ın, Erdoğan ve Türkiye’yi dayaklayacağı beklentisi gelişti. Erdoğan da korkacaktı ve “çözüm sürecini” başlatacaktı. Bu sürecin başlatılmasından sonra da PKK muhatap alınacaktı. Kimse bu konuda Kürt milletinin değişik temsilcilerinin muhatap olacağını da düşünmedi bile.
NATO toplantısı oldu. Dünyanın en büyüklerinin, sözüm ona en demokratlarının, ABD, AB devletleri zirvesiydi. Bu zirvede bu büyükler dünyayı nasıl daha iyi yöneteceklerini, dünyayı daha iyi nasıl korkutacaklarını, zapt u rap altına alınacağını konuştular. Dünyayı yeni koşullarda nasıl aralarında paylaşacaklarını ve yöneteceklerini konuştular. Doğu Akdeniz’i, Libya’yı, Afganistan’ı, Suriye’yi, Çin’i konuştular. Ukrayna’yı konuştular. Ortadoğu’da en büyük çile çeken, sömürgeci devletlerin işgal ve ilhakı altında olan Kürdistan konuşulmadı. Kürtlerin gasp edilen milli hakları konuşulmadı. Kürdistan’ın bütün parçalarında, özellikle de Güney ve Güney Batı parçalarında devletlerin ve devlet dışı örgütlerin (PKK, DAEŞ, Haşdi Şabi ve diğerler) terörü konuşulmadı.
NATO Zirvesi bir kez ortaya çıkardı ki dünya nizamı Kürtlere karşıdır. Büyüklerin ve sömürgeci devletlerin çıkarlarını temsil ediyorlar ve koruyorlar. Birleşmiş Milletler kuruluşu da Kürtleri temsil eden bir kuruluş değildir. Tersine Kürdistan’daki sömürgeci statüyü destekleyen, haksızlıklara göz yuman, sömürgeci devletlerin Kürtlerin milli haklarını gasp etmelerini görmezlikten gelen ve destekleyen bir örgüt konumundadır.
Biden-Erdoğan zirvesinde de Türkiye’deki muhalefetin ve “çözüm süreci” hayalperestlerinin beklentileri hiçbir karşılık bulmadı. Biden Erdoğan’ı dövmedi. Biden, muhalefete umut verecek bir açıklama ve davranış göstermedi. İnsan hak ve özgürlüklerini, Kürtleri hiçbir anlamda gündeme getirmedi. Zirve iki devletin çıkarları etrafından dönüp dolaştı. İki taraf da kendi çıkarlarını korumaya devam ettiler.
Biden-Erdoğan zirvesi bizim hayalperest “çözüm süreci” aşıklarını yere vurdu. Ama ben biliyorum ki onlar yine o hayalleri içinde yaşayacaklardır. Çünkü onlar geçmişte gündeme gelen “çözüm sürecini” anlamamışlardı. Bugün gelinen noktayı, değişen durumu anlamaları söz konusu değildir. Geçmişte gündeme gelen “çözüm süreci” ne anlama geliyordu, nasıl başladı, nasıl bitti, bu süreci başlatan aktör kimdi biraz ona göz atalım.
2013 yılında “çözüm süreci” denilen, birçok insanı hayallere sürükleyen ve heyecanlandıran, ama benim “çözümsüzlük süreci” olarak tanımladığım bir vakıa yaşadık. Bu vakıanın nasıl başladığını, nasıl sonuçladığını ifade edeceğim. O gün hayalperest ve gerçekçi olmayanlar, o günkü gerçeği anlayamadıkları için, halen bu hayal peşinde koştukları görülüyor. Günümüzde de böyle bir sürecin başlayacağı ya da başlatılacağını düşünüyorlar. İktidar güçlerinin akıllarından geçmezse bile, önerme yaparak, baskı mekanizması oluşturarak, iktidar güçlerini yeniden PKK ile buluşturacağını düşünen hayalperestler ve gerçekçi olmayanlar var.
O zaman “çözüm süreci ya da demokratikleşme süreci” denilen gelişmeye genel hatlarıyla bakalım.
Abdullah Öcalan 2013 yılının Newroz’una sunduğu bir mektupla ile bu vakıa başlamıştı. Mektubun açıklandığı gün televizyonlarda ifade ettim ki bu mektup, bir hafta önce Diyarbakır’da Ahmet Davutoğlu’nun Ziya Gökalp Üniversitesi’nde katıldığı konferansta sunduğu görüşlerin bir özetini içeriyor. Bunun bile “çözüm sürecinin” gerçekçi ve sonuç doğurması istenen bir gelişme olmadığını ortaya koyuyordu.
Denilen neydi? Olayı özce ifade etmek ve tanımlamak gerekir. O zaman ifade edilen, PKK’nın bazı talepleri (Kürtlerin değil) o günkü hükümet tarafından kabul edilecek, PKK da silah bırakacak. Bu ifade edilenler İlk planda duyulduğu zaman yığınla insanın heyecan duyduğu bir mesaj oldu. Yığınla insan kendi beklentisine göre bu gelişmeyi ele aldılar. Onun için da birçok farklı yaklaşım ortaya çıktı. Oysa açık olan bir gerçek vardı ki PKK’nın silahı bırakması olanaksızdı. Ben bu gerçeği yığınla televizyon, radyo, gazete, makalelerimde de ifade ettim. Sonuçta da dediklerim çıktı.
Çözüm sürecini AK Parti Hükümeti başlattı. “Çözüm sürecinden” amacı, PKK’nın silah bırakmasıydı. PKK’nın beklentisi ve amacı, kendi egemenlik alanını genişletmekti. Ortada Kürtler ve Kürtlerin milli hakları söz konusu değildi.
PKK’nın silah bırakmasının olanaklı olmadığı ortadaydı. Neden mi?
1-PKK bir projedir. Bu proje silahlı kuruldu. Projelendirenler de silahlı haliyle tespit ettikleri amaca varabilirlerdi.
2-PKK’nın silahı bırakması demek, ömrünün ve varlığının son bulması anlamına gelecekti. PKK silah ve şiddete dayalı bir senaryo ile var olan bir örgüttür. Tersi ölümü demektir.
3-Abdullah Öcalan istese bile, onun iradesi ve Kandil’dekilerin iradesi silah bırakma gücünde değildir. Çünkü onların üstünde, onları besleyen, donatan bir üst akıl var. Bu akılda değişik devletlerin konsorsiyum niteliğindedir. O konsorsiyum, özellikle de “çözüm süreci” aşamasında İran istemeden PKK’nın silah bırakması olanaklı değildi.
4-PKK yöneticileri silahlı şiddet, terör baronları haline gelmişlerdir. Kendi kişisel çıkarları için de olsa silahı korumaya devam edecekler.
5-PKK, devletlerin açıklarından yararlanarak kendisi için bir egemenlik alanı ya da PKK devleti kurma hayalindedir. Bunun içinde silah bırakması olanaklı değildir.
6-PKK’ya bağımsız devlet amacıyla değişik Kürdistan parçalarından ve özellikle de Kürdistan’ın Batı parçasından katılan vardı. “Çözüm süreci” projesinin başarıya ulaşması olanları boşa düşürecekti. Bundan dolayı da onlar da PKK’nın silahı bırakmasını istememekteydiler.
Sonuçta da dediklerim çıktı.
Yeni bir “çözüm sürecinin” ne anlama gelmesi gerektiğini, olup olmayacağını da gelecek makalemde yazacağım.
Kaynak: K24 Türkçe