Çok zaman oldu, yılını tam olarak hatırlamıyorum. 90’ların sonu olabilir.
Bayazıt Meydanı’nda başörtülü öğrencilere uygulanan eğitim yasağını protesto için eylemler düzenleniyordu.
O yıllarda Yeni Şafak’taydık.
Mehmet Ocaktan’la birlikte başörtülü öğrencilere desteğimizi ifade için Bayazıt Meydanı’na gittik.
Geceydi.
Biz gürültü çıkarmasını pek bilmiyoruz.
Gittik işte oraya.
Belki bir iki kelam etmemiz lazım ama... Tuhafımıza gidiyor, orada eylem yapan başörtülü öğrencilere “Biz size destek için geldik. Yanınızdayız” falan gibi laflar etmek.
Yalnız Mazlum Der’den Fikret Özdemir’i çok iyi tanıyoruz.
(Güzel adamdı Fikret Özdemir. Genç yaşta göçtü gitti dünyadan, Allah ahiretini mamur etsin.)
Elimiz boş gitmeyelim dedik. Bir kutu çikolata yaptırdık.
Gürültü etmeden, sessizce, Fikret’e meramımızı anlattık. Fikret, Mazlum-Der’in başörtüsü komisyonu başkanıydı. Çikolatayı da “Öğrencilere takdim edersin” diye Fikret’e bıraktık.
O sırada, kulakları çınlasın, Abdurrahman Dilipak’la Tufan Mengi bir yerlerden geldi.
Dilipak, hemen bir destek konuşması yaptı. Tufan bir şey söyledi mi hatırlamıyorum.
Biz hala sus pus duruyoruz meydanda.
Derken, Fikret, “Havai fişek var, ateşleyeceğiz birazdan” diye fısıldadı kulağıma.
İyiymiş. Yakından görürüz havai fişeğin nasıl bir şey olduğunu.
Fikret de, biz de acemiyiz. Buna rağmen, Fikret, becerdi, ateşledi havai fişeği.
Bir tanecik fişek.
Minik bir patlama, sonra göğe yükselen ışıklar. Hepsi o kadar.
Önemli bir şey değildi.
Zulme uğruyoruz ve bu fişek zulme uğradığımızı başkalarına değilse bile, biz şu meydanda toplananlara ilan ediyor.
Benim yakından gördüğüm ve ateşlenmesine şahit olduğum ilk havai fişek o fişektir.
Evvelce yasaktı havai fişek.
Sadece resimlerinden ve filmlerden biliyorduk fişeklerin gökte rengarenk şekiller çizerek nasıl süzüldüğünü.
Özal zamanında serbest oldu.
Düğünlerde, merasimlerde patlatılmaya başlandı.
Geceleri, bilhassa İstanbul’da, Boğaz yakınlarında, otellerde, eğlence yerlerinde patlatıyorlar.
Güzel, seyirlik bir şey.
Seyrederken güzel de, atıldıktan sonra yere çöreklenen duman çok kötü. Nefes alamıyorsun.
Ucuz da değil. İyi bir şamata çıkarayım desen birkaç bin lira harcaman lazım.
Malum, geçenlerde Hendek’teki havai fişek fabrikası patladı.
Sadece evine helal ekmek götürebilmek için fabrikada çalışan 7 işçi patlamada yandı.
Her birinin ayrı ayrı hikayesi olan 7 gariban.
(Fabrikanın sahibine moral olsun diye düzenlenen yemekli toplantı mevzuuna girmiyorum bile. Tabii ki kabalık. Tabii ki ayıp.)
Ardından, yangında tamamen yanmamış olan mühimmatı Adapazarı’ndaki taş ocağında patlatmak için giden üç asker daha şehit oldu.
Onlar da gencecik çocuklar. Bir patlamayla göçtüler, gittiler.
Her birinin evlerine düşen ateş, havai fişek fabrikasında yanan ateşten daha yakıcı, daha kalıcı.
Şimdi, yani bu olaydan sonra, geceleyin, gökyüzünde rengarenk kavisler çizen ve sonra süzülerek kaybolan, sonra yeniden patlayan ve gökyüzünü harikulade süsleyen ışıklar gördüğünüzde, fabrikada veya taş ocağında yanarak can veren o insanları hatırlamaz mısınız?
Ben hatırlarım.
Yine bakabilirim gökyüzündeki ışıklara, ama hüzünle, içim daralarak.
Göğe fişekler atmanın Adapazarı’nda fabrika sahibine verilen moral yemeği kadar değilse de sonuçta bir tür nobranlık olduğunu düşünerek.
Bilmiyorum, zamanla etkisi geçer mi, ama şu anda hislerim böyle.
Havai fişek göresim yok.