ARADAN on yıl geçti ve o fotoğraf zihnimden hiçbir zaman silinmedi... Eşimle beraber üniversite sınavı için yola çıkan kızıma eşlik etmiş ve yol boyunca onu rahatlatmaya çalışmıştık. Sınav mahalli Büyükçekmece gölünün hemen kıyısında, nezih bir ortamdaydı. Fakat sınavın gerçekleşeceği okulun bahçesinde bir araya gelen anne-babaları görünce ne gölün ihtişamını ne de gökyüzünün berraklığını hissedebildik. Okulun bahçesi adeta bir yas ortamıydı…
Sanki cenazeler kalkmış, ağıtlar yakılmış ve mevtanın yakınları acılarıyla yüzleşmeye çalışıyorlardı. Okulun bahçesinde çocuklarına destek vermek için bir araya gelen anne-babaların yüreklerinden sızan korku ve kaygı kontrol edemez hale gelmiş ve ortamın havasını kasavete çevirmişlerdi.
Uzun süren bir çalışma sürecinin ardından sınava hak kazanan çocuğunuzun yanındasınız ve ona destek vermeye çalışıyorsunuz bu çok özel bir duygu değil mi? Peki böyle bir günde neşeniz endişelerinize galip gelmez mi?
Farkında mısınız? Kendinizi daracık bir mahzene hapsetmişsiniz çocuğunuzu da bu alana çekmeye çalışıyorsunuz. Bırakın onu kanatlarını açarak göklerin maviliğine doğru yol alsın ve sahip olduğu istidatları kullanma fırsatı bulsun…
Düşünün; Allah sizi bir çocuğa hizmetkâr kılıyor ve onun bütün sorumluluğunu üstleniyorsunuz. Elbette bu yorucu bir yolculuk ancak verdiğiniz emek başarı, sevgi ve umut olarak geri dönüyor ve bütün yorgunluğunuzu unutup güçlendiğinizi fark ediyorsunuz. Çocuğunuzun attığı her adım, aldığı her karar sizin dünyanızda korkuya değil mutluluğa dönüşüyor, ya da öyle olması gerekir…
Sınavın yapılacağı okulun bahçesi tam bir hezeyan ortamıydı, anne-babalar iflas noktasına gelmiş bir varsıl gibi başlarını eğmiş ve kaygılarını yatıştırmaya çalışıyorlardı. Özel anlarda bir miktar heyecan ve kaygı olabilir ancak bu durum normal sınırları aşmışsa kaygılarınız sadece size değil etrafınızdaki insanlara da zarar vermeye başlıyor.
Anlayamadım, anlamakta güçlük çektim… Anne-babalar sınava girecek çocuklardan daha kaygılı ve daha endişeliydiler… Sanki bütün çarelerin tükendiği bir noktadaydılar… Anneler bir yandan dua okuyorlar diğer yandan ellerini dizlerine vurarak, “Sakın heyecan yapma çocuğum, kafanı sadece sorulara ver, öğretmenlerinin tavsiyelerini hatırla, yoksa bütün emeklerimiz boşa çıkar…” gibi ifadelerle sözde çocukları teselli ediyorlardı. Ortamda tebessüm eden tek kişiye rastlayamadık, yüzler asılmış, umutlar kırılmış ve ortam bir cenaze evine dönüştürülmüştü. Anne-babaların yüzlerindeki kaygı kat sayısı oldukça yüksekti ve farkında olmadan çocukları umutsuzluğa sürüklüyorlardı.
Hava güzeldi, manzara iç açıcıydı ama idama gidecek bir mahkûm gibi başlarını yere eğen çocuklar ne boylu boyunca uzanan gök kubbenin ne de yüzlerine tebessüm eden güneşin farkındaydılar. Yıl boyunca okulda öğretmenleri tarafından pompalanan kaygı, anne-babaların tavırları ile iyice pekişiyor ve köklü bir korkuya dönüşüyordu.
Çocuklar, anne-baba ve öğretmenlerin beklentileri karşısında umutlarını kaybediyor ve endişeye kapılıyorlardı. Hiç anlayamadığım, anlam veremediğim bu yaklaşım çocuklar kadar beni de etkilemişti…
Terapistler çocukların sınav kaygıları hakkında detaylı bilgi veriyor ve kaygı kontrol edilemez hale gelmişse profesyonel destek alınması gerekir diyorlar. Bana kalırsa bu hususta çocuklardan önce anne-babaların kaygıları dikkate alınmalı ve onlar yardım almalıdırlar bu, çocukların da rahatlamasını sağlayacaktır.
Sınavda beklentilerinize ulaşabilmeniz için doğru bir metotla çalışmanız, hedefinize ulaşamadığınız takdirde ise alternatif seçeneklerinize yönelmeniz gerekir. Her şeyin bir alternatifi, bir çözümü mutlaka vardır ve çözümü olan şey için kaygı üretmek boşunadır. Eğitimciler ve anne-babalar çocukları bu şekilde yönlendirmeli ve onların omuzlarındaki ağır yükü kaldırmalıdırlar.