1. İran İslam Devrimi küresel düzenin ezberlerini bozan bir sosyopolitik şok yarattı. “La Garbiye, La Şarkiye, İslamiye, İslamiye / Ne Batı, Ne Doğu, İslam, İslam” sloganları soğuk savaş küresel düzenine bir başkaldırıyı ifade ediyordu. “Büyük Şeytan Amerika, Küçük Şeytan İsrail” tanımlaması küresel sömürü ve fesadın kaynağına yönelik bir çıkış mesajı taşıyordu dünyanın tüm mustazaaf halkalarına. Devrime karşı tüm batı dünyası ortak bir cephe stratejisi ile hareket etti. Saddam maşasını kullanarak İslam devriminin küresel etkisini bloke etmeyi amaçlıyorlardı. Sudan bahanelerle, kışkırtmalarla başlatılan savaşta Saddam diktatörlüğünden uzun yıllardır baskı gören Irak Kürdistan’ındaki Kürtler İslam devriminin yanında yer aldı. Savaşın Saddam rejiminin aleyhine gelişmesinin sonuçları ortaya çıkınca insanlık tarihinin en lanetli, en zalim yöntemleri devreye sokuldu. Kuran’dan bir sure ismi olan ve manası ganimet anlamına gelen “Enfal” operasyonları başlatıldı. Saddam rejiminin öncelikli hedefi İran İslam devrimine destek veren bir nevi iç muhalifler konumunda olan Irak Kürtleri oldu. İşte Halepçe jenosidi bu süreçte gerçekleşti. Savaş suçu Kimyasal silahların kullanıldığı sanırım Enfal operasyonlarının altıncısında Irak Kürdistan’ındaki Halepçe şehri hedef alındı. Resmi kayıtlara göre beş binin üzerinde, kimi araştırmacılara göre bu sayının çok üzerinde çoğunluğu sivil halk olan insan bu kimyasal saldırıda hayatını feci bir şekilde kaybetti.
Halepçe jenosidi bir Kürtlerin 20. yüzyıldaki Nagazaki’si veya Hiroşima’sı olarak tanımlamak gerekir. Saldırı sonrasında günümüze kadar etkileri hala devam eden biyolojik bozukluklar bu katliamın sonuçlarının hala çeşitli biçimlerde devam ettiğini gösteriyor. 33 yıl geçmesine rağmen sadece insanlar açısından değil diğer tüm canlı ekosisteminde, bitki ve hayvanlar üzerinde etkileri hala devam ediyor.
Saddam sonrası dönemde katliamın bir soykırım olarak BM ve Irak devleti tarafından tanınması ve bir savaş suçu olarak başta kimyasal ali lakaplı Ali Tikriti olmak üzere sorumluların yargılanması ve cezalandırılması tarihi olarak önemli bir insanlık hafızasına dönüşmesini sağlamıştır. Katliamın olduğu günlerde toplanan İslam Konferansı Örgütünün olayı gündeme bile almadığı düşünüldüğünde gelinen sürecin önemli bir kazanım olduğu söylenebilir. Ancak aynı şeyi İslam coğrafyalarındaki, özelde Türkiye’deki İslami çevreler söylemek pek mümkün değil. Halepçe olayının her yıl önemli organizasyonlarla gündeme geldiği geçmiş yıllara göre özellikle Suriye İç Savaşı sonrası önemli bir irtifa kaybına uğrayarak adeta unutulmaya terk edildiğini söylemek abartı olmaz.
Tıpkı Kerbela Vakası gibi insanlık tarihinde önemli izler bırakmış bu tür olayların insanlığı ortak hafızası olarak gündemde tutulması ve bu bağlamda evrensel vicdanın bilincinin bir parçası olduğunun unutulmaması gerekir. Özellikle olay İslam coğrafyalarında ise Müslümanların bu konuda çok daha fazla duyarlı olmaları beklenir. Halepçe gibi olaylar siyasal konjonktürün koşullarına endeksi olarak değerlendirilemez.
2. Kimyasal, biyolojik ve radyoaktif yayılım oluşturan silahların kullanılması hem bir insanlık suçu hem de bir savaş suçudur. Bizzat silahların kullanılması uluslararası sözleşmelerle yasaklanması açısından hem de Cenevre Antlaşması kapsamında sivillerin hedef alınması bağlamında savaş sucu olarak görülmelidir. Uluslararası sözleşmelerle bu tür silahların kullanılması yasaklanmasına rağmen bu anlaşmalara taraf olmayan İsrail, Kuzey Kore gibi ülkeler hala mevcut.
Halepçe sonrası dönemlerde de bu tür silahların hala kullanıldığı görülür. Örneğin Esed rejiminin Suriye Doğu Guta bölgesinde 2013 yılında kullandığı kimyasal silah saldırılarında iki bine yakın çoğu sivil insan yaşamını yitirdi. Kimyasal Silahları Yasaklama Örgütü (KSYÖ) gözetiminde gelen baskılar sonrası bu silahların bir kısmı imha edildi. BM ve KSYÖ Esed rejiminin silah stoklarının tamamını teslim etmediğini açıkladı.
Bu silahların kullanılmasına karşı küresel duyarlılığın arttırılmasına ihtiyaç vardır. Bu bağlamda Birleşmiş Milletlerin (BM) kimyasal silah tehdidine karşı farkındalık uyandırmak ve mağdurları anmak amacıyla her yıl 30 Kasım gününü “Kimyasal Savaş Kurbanlarını Anma Günü” ilan etmesi önemli ama yeterli değildir.
3. Kürt sorunu hala İslam coğrafyasının kanayan yarasıdır. Halepçe kanayan bu yaranın tarihe düşülmüş en trajik notu olduğunu görmek gerekir. Kürt sorunu çözülmeden İslam coğrafyalarına barış ve kardeşliğin, vahdet ve adaletin gelmesinden söz edilmeyeceğinin altını çizmek gerekir. Başta Kürtlerin yaşadığı ülkeler olmak üzere tüm İslam coğrafyasının bu sorunun çözümüne yönelik duyarlılıklarını konjonktürel şartlara kurban edilmeden ortaya koyması gerekir.
Bugün hala Kürt sorunu Ortadoğu coğrafyasının bir sömürü ve kaos içinde kalması bağlamında küresel emperyalizmin kullandığı en kullanışlı politik kart, figür konumundan kurtarılabilmiş değildir.
Bugün Müslüman Kürt halkı İslam coğrafyasının ve halkalarının etnik, mezhebi çelişki ve çatışmalarını aşamadığını gösteren bir turnusol kağıdı olduğunu belirtmek gerekir.