Hasan Mesut Önder istihbarat dünyasına ışık tutma yolundaki çabalarını sürdürüyor. Şimdi de, kısa süre önce yayınlanan ?Debrifing the President´ kitabıyla dünya çapında gündeme gelen, yakalanması sonrasında Saddam Hüseyin´i CIA adına sorgulamış John Nixon´la, hem geçmişte üstlendiği görevleri hem de konuya ilişkin kitabı üzerine görüştü.
[Mülakatın İngilizce metni için tıklayın]
CIA´de 1998-2011 yılları arasında liderlik analizcisi uzmanı olarak görev yaptı. Defalarca Irak´a gitti ve savaşa katkılarda bulundu. CIA görevi sırasında ABD yönetiminde yer alanlara raporlar sundu, onları sürekli bilgilendirdi. CIA´nin hizmet içi eğitim merkezi olan Sherman Kent Okulu´nda istihbarat analisti olmak için gelen adaylara öğretmenlik yaptı. 2011 yılında CIA´den ayrıldıktan sonra Birleşik Arap Emirlikleri´nde uluslararası risk danışmanı olarak çalışmakta.
Hasan Mesut Önder.. Ocakmedya yazarı..
Hasan Mesut Önder (HMÖ)- İstihbarat analizcileri verileri işlerken iki handikapla karşı karşıya kalmaktadır. Birincisi, ?Ayna imajı´ yanılgısıdır. Burada, değerlendirmeci, kendini zihinsel kodları ile çalıştığı konunun aktörü yerine koyarak olayları ele alır. Buradaki temel hata, hedefin kültürel, siyasi ve düşünsel kodlarını anlamadan, onun gibi düşünmeye çalışmaktır ki bu durum hata payını yükseltir. İkincisi ise ?Uzmanlık paradoksu´dur. Analizcinin çalıştığı konu ile ilgili kazanmış olduğu tecrübeyle birlikte kurmuş olduğu zihinsel modellemelerdir. Yani analizci her veriyi ve bilgiyi kafasında kurmuş olduğu modele göre ele alır. Bu durum, analizcinin çok önemli gerçek bir veriyi sırf zihnindeki modele uymadığı için göz ardı etmesine yol açabilir. Bir diğer husus ise analizcinin uzmanlaşmanın verdiği etki ile ayrıntılara duyarsızlaşmasıdır. İstihbarat analizcisi bu iki tuzağa düşmemek için neler yapmalıdır, ayrıca iyi bir analizci, gerçeği görebilmesi için nasıl çalışmalıdır ve hangi özelliklere sahip olmalıdır?
John Nixon (JN)- Haklısın. Analiz yaparken, bu sıraladığın tuzakların farkında olmak gerekir. Ben ve CIA´deki meslektaşlarım bu analitik tuzaklardan kurtulmak için çabaladık. Ancak bütün metodolojik hataları bilinmesine rağmen yine de hatalar yapılabiliyor. Günün sonunda, tüm gerçeği çözmek de mümkün değil. Analizlerde gerçeklerin işaret ettiği yeri takip etmek gerekir. İleriyi öngörmek ve anlamaya çalışılmalı ama her zaman politika yapıcılara, bunun yüzde yüz bir sonuç değil, bir olasılık olduğunu anlatmak gerekiyor. Kimse geleceği öngöremez, ancak işinizi doğru bir şekilde yapıyor ve üzerinde çalıştığınız konuya hakimseniz, analitik deneyiminize dayalı olarak isabetli projeksiyonlar yapabilirsiniz. Ayrıca, tarihin anlaşılmasının, her türlü istihbarat analizi için kesinlikle gerekli olduğunu düşünüyorum. Tarih anlayışı, belirli bir liderin nereye gitmek isteyebileceği veya bir konunun nereye gideceği konusunda bir fikir verecektir.
HMÖ- Liderlik analistleri nasıl çalışır, hedef ile ilgili psikolojik profil çıkarırken hangi hususlara dikkat ediliyor?
JN- Eğer analist, belli bir liderin psikolojik profilini yazacaksa, söz konusu kişi üzerinde olabildiğince fazla okuma yaptığınızdan emin olması gerekir. Sonra bunun eğitimini almış psikiyatristlere danışmak gerekir. İstihbarat servislerinde özellikle liderlerin psikolojisi üzerine çalışan birçok psikiyatrist var. Bununla birlikte, bazen apaçık bir eylem planı, her zaman çalışılan konunun seçilen rotası değildir. ?Başkanı Sorgulamak: Saddam Hüseyin´in Sorgusu´ adlı kitabımda da söylediğim gibi; CIA, Dışişleri ve Savunma bakanlığında tanıdığım herkes, Irak işgal edildiğinde Saddam´ın da teslim olacağını söylüyordu. Bu görüşe karşı ben ve CIA ?deki psikiyatristler, Saddam´ın savaşçı olduğunu, yaşamak ve bizimle savaşmak için bir yol bulmaya çalışacağını söyledik ve bu doğrulandı. Psikiyatri eğitimi alan bu arkadaşlar, bu soruları cevaplayabilecek doğru insanlar; çünkü geleneksel anlayışı reddederek, sadece eğitimlerine dayanarak değerlendirme yaptılar. İyi analizler ancak böyle üretilir.
HMÖ- Kitap ile ilgili sorularıma sondan başlamak istiyorum. Kitabın son bölümünde CIA ve politika üreticiler arasındaki ilişkiyi değerlendiriyorsunuz. Kitapta CIA´nin hizmet anlayışı çerçevesinde politika üreticilerin ihtiyaçları doğrultusunda istihbarat ürettiğini ve karar vericilerin de genelde gerçeğe değil, hedeflerine uyan bilgilere ilgi gösterdiklerini söylüyorsunuz. Bu durumun temel nedeni nedir? Karar vericiler politika yaparken saha gerçeklerini bir kenara bırakıp kendi ajandalarını mı dayatıyorlar? Bu bağlamda yeşil kuşak projesi, ılımlı İslam projesi ve Büyük Ortadoğu projeleri, siyasi projeler mi yoksa CIA´nin mutfağında üretilen Amerikan imparatorluğunun gücünün devamlılığı için uygulanan stratejiler midir?
JN- CIA´ye gelip ?Siyasi analiz yapmak istiyorum!? diyen bir analistle hiç karşılaşmadım. Politikleşme yukarıdan aşağıya oluşan bir olgudur. Bu durum, politika yapıcıların, üretilmekte olan istihbarata güvenmeyip, yönetim düşüncesiyle daha uyumlu sonuçlar üretmek için kıdemli CIA liderliğine baskı uyguladıkları zaman ortaya çıkar. Bizler analist olarak, her zaman bu baskıya direnmek için elimizden geleni yapıyoruz. Bu korkunç bir şeydir ve devam etmesine izin verilirse, bir vampir gibi, istihbarat süreçlerine zarar verecektir.
Hizmet yaklaşımı istihbarat başarısızlığının temel nedenidir. Karar vericilerin talepleri, CIA analistlerinin analiz tonunun ve hızının belirlenmesinde en önemli etkendir. Bu çalışma şekli genellikle müşteriyi mutlu eder, analizciyi ise çok meşgul eder. Ancak, günün sonunda bu yaklaşımın çok reaktif olduğunu düşünüyorum ve politika yapıcıların duymaları gerekenleri (saha gerçeklerini) duyacaklarını daha az bir ihtimal olarak görüyorum. Çünkü bilgiyi sağlayan analist politika yapıcıların ihtiyaçlarına hizmet etmeye çok odaklanmış durumdadır. Bazıları, analistin karar vericinin talebi doğrultusunda üretmediği ürünün, yani proaktif bir şekilde yollanan bilginin, siyasi karar vericilerin ihtiyaçlarını karşılayacağını ümit ediyor ama benim için bu durum her zaman böyle değil?
HMÖ- Kitapta, istihbarat servislerinin siyasileşmemesi gerektiğine dair güçlü bir vurgu var. İstihbarat örgütlerinin politika üretici olmadığını politika ve analiz arasındaki ince çizginin farkında olunması gerektiğini vurguluyorsunuz. Bir istihbarat analizcisi, sadece ?ne ve ne olacak şimdi? sorusunun cevabını vermekle, her konuyu detaylı bir şekilde çalışmaya vakti olmayan politika üreticilerinin yanlış kararlar almasına sebep olmaz mı? Bundan sonra ne olacak ve ne yapılması gerekir hususlarına da değinmek gerekmez mi? Bütün bu hususlar hakkında neler söylersiniz?
JN- ?Ne yapılmalı? gibi bir soruyu cevaplamak, beni her zaman rahatsız eden bir şeydir. Politika yapıcılara seçenekler vermem gerektiğini söyleyen yöneticilerim vardı. Bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü istihbarat, gerçeklere, varsayımlara, işaretlere, dedikodulara ve bilim gibi hususların üzerine çok fazla dayanan bir disiplin olduğu için, politika yapıcıların bu kararları almasına izin vermek en iyisidir. İstihbaratın siyasileşmesi çok sık görülen bir durumdur. Eğer bir sorun çıkarsa yine istihbarat servisleri suçlanır. Bu yeni bir şey değildir. Roma döneminden bu yana istihbarat servisleri, siyasi ve askeri başarısızlıklardan sorumlu tutulmuştur.
HMÖ- CIA, Saddam ve Rejimi hakkında kanaat oluştururken, hangi tür kaynaklardan ve bilgi toplama araçlarından faydalandınız? Ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Saddam gibi güvenliğe önem veren ve kendi aşireti ve birinci derecede akrabaları ile çalışan bir liderin iktidar halkasına nüfuz ederken ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Psikolojik profilini yazdığınız dönemde kafanızdaki Saddam ve sorguladığınız Saddam arasında benzerlikler ve farklılıklar nelerdi, bize bundan bahsedebilir misiniz?
JN- Tüm bilgi kaynaklarını kullandık. Muhtemelen Saddam´ı çalışmanın en zor kısmı gerçeği kurgudan ayırmaktı. Ayrıca, Irak´ta bir elçiliğe sahip olmamamız bilgi toplama kapasitemizi, rejimin nabzını tutup olayları sezme yeteneğimizi azaltmıştır.
Yazdığım Saddam ve tanıştığım Saddam´a gelince, bir şey gerçekten bana karşı çıktı. İnanılmaz karizmatik bir liderdi. İlk görüşte kendini sevdirmenin bir yolunu buluyordu. Ancak, karizması ve sempatisi onu tanıdıktan kısa bir süre sonra sona erdi. Daha sonra sevimsiz hale geldi.
HMÖ- Kitapta, Irak Savaşının temel nedenin, Bush´un; babasını öldürmek için plan yaptığına inandığı Saddam´a karşı beslediği kişisel kinin temel motivasyon olduğunu ve Irak´ta kitle imha silahlarının bulunduğu iddiasının ve Saddam-El Kaide ilişkisinin gerçeği yansıtmadığını yazıyorsunuz. Bazı analistlere göre ABD´nin Irak´ı işgal nedenleri şu şekilde sıralanabilir: :
1. ABD, Irak´taki enerji arzını kontrol ederek, küresel anlamda kendine rakip olabilecek Çin´in ekonomik büyümesini etkilemek?
Siz bu değerlendirmelerden hangisini ve hangilerini mantıklı buluyorsunuz? Yani ABD´nin Irak´ı işgal etmesinin jeopolitik nedenleri nelerdir?
JN- Irak´ı işgal etmek ve Saddam´ı iktidardan düşürmek kararının verilmesinin birçok nedeni var. Washington´daki güç oyuncularının ?Saddam´ı yok etme? amacına mükemmel şekilde uyan, çok sayıda nedenleri vardı. Birincisi, 11 Eylül şoku ve Amerikan İç Savaşı´ndan bu yana ABD´ye yapılan en büyük askeri saldırının gerçekleşmesi. Bu tehdidin Ortadoğu´dan geldiğini ve ikinci bir saldırıyı önlemek için bir adım atmak yönetim açısından çok önemliydi. Bu sebeplerden en önemlisi ise George W. Bush´un Saddam´ın babasını (George HW Bush´u) öldürmeye çalıştığını düşünmesidir. Bush, Irak´ı, savaşı savunan birçok kişi gibi bitmemiş bir iş olarak gördü. Sonra Dick Cheney, Donald Rumsfelt ve neocon kabal grupların ideolojik ajandaları, Irak´ın işgal edilmesinde etkili oldu. Savaş, bölgedeki terörizmi ortadan kaldırmanın, İsrail´i korumanın ve bölgeyi Amerikan çıkarlarına açmanın bir yolu olarak görüldü. Bush da bu bakış açılarıyla aynı fikirdeydi. Bu görüşe katılmayan veya yapılan şeyin etkisini sorgulayan herkes marjinalize edildi.
HMÖ- Saddam´ın Irak işgalinden önce Şimon Peres´e mektup yazdığı ve Irak´ın işgal edilmemesine yönelik ricada bulunduğuna dair bilgiler var. Siz Saddam´ı sorgularken böyle bir veriyi sizinle paylaştı mı? Ayrıca Saddam size Irak´ı yönetmede ABD?ye yardım vaadi karşılığında özgür bırakılması veya canının bağışlanmasını istedi mi?
JN- Hayır, Şimon Peres´e mektup yazdığını veya Saddam´ın özgürlüğün karşılığında bize hiçbir şey teklif ettiğini duymadım.
HMÖ- Sorgulamada, Saddam´ın Türkiye´ye bakışı, birinci ve ikinci körfez savaşlarında Türkiye´nin rolü ile ilgili bir değerlendirmesi oldu mu? Ek olarak 2003 yılında Türk Özel Kuvvetler mensuplarının başına çuval geçirilmesi CIA´nin 7. katında ve sizde nasıl yankılandı?
JN- Bu konu hakkında bir bilgim yok?
HMÖ- Kitapta Saddam´in ABD´ye bakışının değişmesine neden olan iki önemli olay var. Birincisi, İran-Irak savaşında Oliver Nort´un İran´a silah satması, ikincisi ise Kuveyt işgali ile gelen ABD müdahalesi? Oliver North ile Rafsancani arasında ticari ve dostluk ilişkisi olduğuna dair veriler var. Saddam´ın Kuveyt Müdahalesi ile ilgili ise Wikileaks belgelerinde dönemin ABD´nin Bağdat Büyükelçisi April Glaspie ve Saddam arasındaki geçen görüşmede Büyükelçi Glaspie´nin ?Araplar arası işlerde taraf olmayız? sözü Saddam´ın Kuveyt müdahalesine zımni onayı şeklinde okuyan analistler var. Saddam bu iki konu hakkında sorgulama sırasında neler söyledi?
JN- Bence Saddam, İran-Kontra meselesini (Lübnan´daki batılı rehinelerin kurtarılması karşılığında İran´a silah satılması olayı) öğrendiğinde ABD´ye olan yerleşik güvenini kaybetti. April Glaspie´nin Bağdat´a verdiği mesaj, Dışişleri Bakanlığı´ndan aldığı talimatla tutarlıydı. Daha sonra, Washington tarafından Saddam´ı yeterince güçlü şekilde uyarmadığı için suçlandı. Bu suçlama saçma. Çünkü bana göre eğer Washington Saddam´a Irak´ın Kuveyt istilasına karşı çıkmak için elinden gelen her şeyi yapacağını söylemiş olsaydı, Saddam Kuveyt´i işgal etmezdi. Ancak Washington Saddam´a karışık mesajlar gönderdi, Saddam da neye inanmak istediyse ona inandı ve Kuveyt´i istila etti. Oliver North ve Ayetullah Rafsanjani arasındaki iş ilişkisi ile ilgili bir bilgim yok.
HMÖ- Saddam´ın iç güvenliğe önem verdiğini kitabınızda belirttiniz. Saddam´ın iktidarına tehdit oluşturan muhalif hangi Şii örgütler üzerinde kontrolünün tam olduğunu söyleyebilirsiniz?. Kontrol edemediği ve iktidarına tehdit oluşturan Muhammed Bakr Sadr ve diğer önemli Şiileri öldürdüğü veya baskı kurduğu biliniyor. Hangi Şii gruplar Saddam rejimine sadıktı?
JN- Saddam´a sadık birçok Şii vardı. Saddam´ı açıkça destekleyen Şii örgütlerin olup olmadığını hatırlamıyorum. Saddam´ın Şii Iraklılara karşı özgün bir bakış açısı vardı. Rejimini desteklediyseler, onlar iyi birer Araptı. Saddam´ın rejimine karşı çıkan Şiiler, Iraklı olsa bile onlar İranlı olarak görülüyordu.
HMÖ- Kitapta, Saddam´ın devrilmesinin bir hata olduğunu, Amerika için gerçek bir tehdit olmadığını, ABD savaş hazırlıkları yaparken Saddam´ın roman yazmakla meşgul olduğunu yazdınız. Sizce Saddam devrilmeseydi, Irak´ta El Kaide ve ISIS gibi güçler ortaya çıkar mıydı? Prof. Amatzia Baram, Saddam´ın inanç kampanyasının sonucu radikalleşen güvenlik bürokratlarının IŞİD örgütünü yarattığını, dolayısıyla bu örgütün Saddam´ın hayaletleri olduğunu söylüyor. Siz ise kitabınızda Saddam´ın Vehhabiliği, Şiilik gibi tehdit olarak gördüğünü, ama Saddam´ın generallerinden Kemal Sacid´in Vehhabilerle işbirliği yaptığını yazdınız. Sizce IŞİD Kemal Sacid´in ürünü mü? IŞİD´in komuta kademesinde Hacı Bekr gibi birçok Saddam dönemi subayları vardı. Saddam´ın gücü kısıtlansaydı veya Sünni topluluktan başka bir isim Irak´ı yönetseydi, Irak bugün nasıl bir yer olurdu, analiziniz nedir?
JN- Dr. Baram´a çok saygım var, ama Saddam´ın El Kaide ve IŞİD´i yaratma konusundaki görüşlerine katılmıyorum. İster inanın ister inanmayın, din Saddam için önemliydi. Dini grupları kontrol etmeye çalıştı ve Sünni ya da Şii İslamcılar tarafından kontrol edilmeyi kabul etmedi. Saddam yaşıyor olsaydı bugün hala hükümeti kontrol altında tutacaktı. Irak yaptırımlardan kurtulmuş olurdu ve güneydeki hâkimiyetine karşı direnişler olurdu. Fakat Irak´ta 2003´ten bu yana yaşanan şiddet olaylarına yakın bir durum yine yaşanırdı.
HMÖ- Siz görevde iken Irak Şiileri ile ilgili çalışmalar yaptınız. Irak´ta Ayetullah Sistani´nin varlığı ve gücü hakkında ne düşünüyorsunuz? İshak Al-Fayyad Afghani´nin Sistani´den sonra en üst merci olacağını hala düşünüyor musunuz? İran´ın Şii güçleri kullanarak, Irak siyasetinde etkin olmaya çalışmasını engellemek için ABD ne yapıyor?
JN- Kesin bir şey söylemek zor ama Iraklı bir Arap´ın bir sonraki lider olarak seçilmesi için Havzaya çok fazla baskı uygulanacağını düşünüyorum. Bu işin nereye gidebileceğini kestirmek oldukça güç?
HMÖ- Kitapta, Muqtada al-Sadr´ın Hizbullah lideri Hasan Nasrallah´ı örnek aldığını, ancak tutarsız bir kişilik yapısına sahip olduğunu yazdınız. İran´da bulunduğu yıllarda ülkede uzun yıllar kalmak istemediğini, Ayettullah olmak istediğini de. Bugünkü veriler ışığında El- Sadr´ın hikayesi ve Irak siyasetinde yapıcı bir rol oynayıp oynayamayacağı hakkında neler söylersiniz?
JN- Sadr, Irak siyasetinde rol oynamaya devam edecek. Baskın lider olmayabilir, ancak siyasi sürece etki eder. Havza´da bir sonraki liderlik mücadelesini izlemek çok ilginç olacak. Nihayetinde Sadr´ı Irak´ta, İran´ın muhalifi olarak görüyorum ve bütün Iraklıların ulusal lideri olma çabalarına devam eden bir figür olmaya çalışacağını düşünüyorum.
HMÖ- ABD´nin Afganistan ve Irak operasyonu İran´ın bu ülkelerde ve Ortadoğu´da etkisinin artmasına neden oldu. ABD bu sonucu öngöremeden mi hareket etti, yoksa İran´ın aşırı genişlemesinin ekonomik maliyetlerinin içte bir rejim değişikliğine neden olabileceği mi düşündü? Ek olarak İran´ın Ortadoğu´daki etkinliği sınırlandırılmadan bölgede barışın tesis edilmesi mümkün mü?
JN- Irak savaşı, geri dönülmesi zor olan birçok dinamiği harekete geçirdi. Bunlardan biri İran´ın genişlemesi ve bölgedeki İran etkisinin yayılmasıdır. Biz istihbarat topluluğu olarak, Bush´un yönetimindeki Beyaz Saray´a bu mesajı verdik ve bize inanmadılar. Saddam´ın rejimi İran´ın bölgedeki emellerini kontrol etmede büyük rol oynadı. Saddam rejimini ortadan kaldırdığımızda, İran´a kapıyı açtık ve bölge bundan acı çekiyor.
HMÖ- Son sokak eylemleri göz önüne alındığında, orta vadede İran´da bir rejim değişikliği öngörüyor musunuz? Toplumdaki memnuniyetsizliği yönlendirmek için ABD´nin ve İsrail´in İran´da istihbarat alt yapısı, devrim sonrası nasıl bir İran´ın ortaya çıkacağını etkileyebilecek gücü var mı?
JN- Şu anda İran halkının rejime karşı birçok hayal kırıklığı var. Iran rejimi on yıllardır ekonomilerini yanlış yönetiyor ve insanlar rejimden duydukları hoşnutsuzluğu açıkça dile getirmeye başladı. Toplumdaki memnuniyetsizliğin dışa vurumu 2009´daki sokak olayları ile kıyaslandığında bugünkü öfkenin daha fazla olduğu görülüyor. İran rejimi, hükümetinin icraatından memnun olmayan bir halkın yaratabileceği önemli bir tehditle karşı karşıya? Günümüzde İran´da yaşananlar, 1970´li yılların ortalarına kadar ısınmaya başlayan siyasi ortama büyük ölçüde benziyor. Eğer Dini Lider Hamaney olsaydım, bundan çok endişe duyardım.
HMÖ- Şii siyaset teorisinde, Velayeti Fakih ve Velayeti Ümmet adlı iki anlayış var. Bunun yanında Kum ve Necef zaman zaman iki ayrı güç merkezi olarak ortaya çıkıyor. Kum Fars Şiiliğinin, Necef ise Arap Şiiliğinin merkezi konumunda? Irak´taki son seçimlerden sonra Irak Şiilerinin İran´a mesafeli bir tutum takındığını görüyoruz. Sizce orta vadede Fars ve Arap Şiiliği arasındaki makas açılabilir mi? Açılırsa, İran´a olası bir ABD-İsrail müdahalesi sonucu Şii jeopolitiğinde doğacak bir güç boşluğunu Irak domine edebilir mi?
JN- ABD´nin İran´da ne yapmak istediğini görmek için biraz erken. Trump yönetimi nükleer anlaşmadan (JCPOA) çıktı ve İran´a karşı yaptırımları yeniledi. Tahminlerim, Trump İran ekonomisinin dengesini bozarak halkın sokaklara çıkmasını hedefliyor. Sokaklara dökülen halkın rejim değişikliği yaratabileceğini düşünüyor. Bugün ABD´nin İran ile ilgili tek stratejisinin bu olduğu görünüyor.
HMÖ- ABD, uzun zamandır Irak Kürtleriyle temas halinde, bugün de Barzani grubuyla bu temas devam etmekte, oysa Talabani grubu İran´la işbirliğinde hareket etmektedir. Irak´ın kuzeyindeki Kürt gruplar arasındaki çıkar çatışmaları ABD´yi hangi yönde etkiliyor?
JN- Bence Trump yönetimi, Kürt bölgesinin Irak halkının bir parçası olarak geliştiğini ve zenginleştiğini görmek istiyor. KDP ve KYB´nin Bağdat´tan ayrılma çabalarına sıcak yaklaşmayacağını düşünüyorum.
HMÖ- İsrail´in Irak Kürtleri ile olan ilişkileri 1960 yılının ortalarında başlıyor. Mossad Başkanı Meir Amit´in Molla Mustafa Barzani´yi ziyaret ettiği ve İsrailli askeri danışmanların eğitim desteği verdiği biliyor. Bağımsızlık referandumunda Benyamin Netanyahu Irak Kürtlerine açık destek verirken, ABD daha temkinli davrandı. İsrail´in Kürt gruplar üzerindeki etkisi ABD´yi endişelendiriyor mu? ABD ve İsrail´in Irak´taki çıkarlarının çatıştığı örnekler var mı?
JN- Trump yönetiminin, İsrail´in bölgede istediği şeylerin gerçekleşmesini memnuniyetle karşıladığını düşünüyorum. Başkan´ın birçok üst düzey politika danışmanı İsrail´i destekliyor ve İsrail´in güvenlik ihtiyaçlarını, hayatta kalması için en önemli şey olarak görüyor. Ayrıca, Trump yönetiminin İsrail ile Suudi Arabistan ve BAE gibi Körfez Arap ülkeleri arasındaki artan bağları cesaretlendirdiğini düşünüyorum. Özellikle bu ilişki İran´a zarar vermeyi amaçladığı için. Başkan Trump, bedeli yüzünden Irak veya Suriye meselelerine müdahil olmakta isteksiz. Büyük olasılıkla kısır döngü içindeki bu iki bölgeden bir kazanç elde edeceğini düşünmediği için daha fazla para daha fazla insan kaynağı ayırmak istemiyor.
Hasan Mesut Önder.. Ocakmedya yazarı..
HMÖ- Son olarak Trump yönetiminin Ortadoğu politikası ile ilgili bir SWOT analizi yapsanız neler söylersiniz? Türk?Amerikan ilişkileri orta vadede nasıl bir hal alabilir? Rahip Brunson olayında, Türk bakanlara yaptırım kararının alınması, Rahibin istenme biçimi ile ilgili neler söylersiniz? Sizce ABD´nin bu politikası Türkiye siyasetini bilmemesinden mi kaynaklanıyor, yoksa Türkiye´yi Rusya ve Çin eksenine bilinçli olarak itmeye mi çalışıyor; neler söylersiniz?
JN- SWOT analizi ile ilgili tam olarak neyi kastettiğini anladığıma emin değilim. ABD- Türkiye ilişkilerine gelince: SSCB´nin çöküşünden beri Ankara ve Washington arasındaki ilişkilere zarar veren birçok konu var. Farklılıklar listesi yıllar boyunca artmıştır. Bu çok kötü bir durum? 2000 yılında Türkiye´de bir kaç ay geçirdim, ülkeyi ve Türk halkını çok sevdim. Sıcak ve arkadaş canlısıydılar ve Türk tarihi büyüleyici. Umudum, bir gün her iki ülkenin farklılıklarını bir kenara bırakıp ortak çıkarlara odaklanabilmeleridir.