Hareket Dergisi 1. Dönem (Şubat 1939 - Mayıs)'e Dair
31 Ağustos 2020 Pazartesi
Hareket Dergisi Tek Parti iktidarı döneminde Nurettin Topçu yönetiminde yayın hayatına girdi. Dergi, tarih, siyaset, felsefe, sanat, edebiyat, kültür gibi oldukça geniş muhtevaya sahipti. Sorbonne Üniversitesi'nde doktorasını bitirip 1934'te Türkiye'ye döndükten sonra bir süre Galatasaray Lisesi'nde felsefe öğretmenliği yapan Nurettin Topçu, Hareket dergisini İzmir Atatürk Lisesi'ne tayin edildiği sırada burada çıkarmaya başladı (Şubat 1939). Aralıklarla, değişik boyut ve hacimde yayımlanan ve her defasında 1. sayıdan başlayan derginin dönemleri ve tarihleri şöyledir: I. dönem: Şubat 1939-Mayıs 1943 (sy. 1-12); II. dönem: Mart 1947-Haziran 1949 (sy. 1-28); III. dönem: Aralık 1952-Haziran 1953 (sy. 1-7); IV. dönem: Ocak 1966-Mart 1977 (sy. 1-115); V. dönem: Mart 1979-Eylül 1981 (sy. 1-24). (Orhan Okay, Hareket, DİA, c. 16, 1997). Dergi, 1939 ve 1943 yılları arasında 12, 1947 ve 1949 yılları arasında 28, 1952 ve 1953 yıllarında da 7 sayı olarak çıktı. Bazı tarihlerde çıkarılmasına bir takım engeller sebebiyle ara verilen dergi, Nurettin Topçu dışında Hilmi Ziya Ülken, Remzi Oğuz Arık, Mehmet Kaplan, Ahmet Kabaklı gibi Türkiye'nin düşünce hayatında önemli etkileri bulunan isimlerin yazı yazdığı bir okul işlevi gördü.
- Dönem Hareket Dergisi dönemin önemli düşünce insanlarının muhtelif yazısıyla bezenmiştir. Nurettin Topçu dışında dergi bünyesinde; Kemal Fikret Arık, Cahit Okurer, Mehmed Kaplan, Miraç Katırcıoğlu, Julien Benda, Leman Avni Başa, Prof. Dr. Fahreddin Kerim Gökay gibi birçok şahsiyet çalışmıştır. Zikredilen şahsiyetler, derginin kalıcılığında etkili olmuş ve yayını için birçok konuda makaleler, yazılar yazmışlardır. Dergi bu dönemde; Rönesans'dan Mahatma Ghandi'ye, Edgar Allan Poe'den Ludwig van Beethoven'a, Mehmet Akif Ersoy'dan Dostoyevski'ye bir çok konuda yazı, şiir, hikâye ve makaleler ihtiva eder. Mamafih bu yazılanlar içerisinde en fazla öneme haiz olanları ve üzerinde ciddiyetle durulması gerekenleri Nurettin Topçu'ya ait olan yazılardır.
Nurettin Topçu'nun “Hareket Felsefesi” adlı yazısı bütünüyle “Hareket Dergisi” nin fikri, felsefi yönünü ortaya koyar. “Maurice Blondel”in etkisiyle yazılmış bu yazıda hareketin insanlık ve Türk milleti üzerindeki gerekliliği ve olmazsa olmazlığı anlatılır.
Hareket Dergisi'nde 1939-1942 yılları arasında çıkarılan sayılarda ruhçu ve mistik bir düşüncenin yoğunluğu görülür. Derginin bu serisinde “Teknik ve makine medeniyetine karşı duyulan ihtirasın, asrın insanını bunalımlara sevk ettiği, kendisinden kaçan insanın kurtuluşunun yine kendisine dönmesi ile mümkün olabileceği”, fikri savunulmaktaydı. 1939-1942 yılları arasında yayımlanmış olan Hareket'de Topçu, Remzi Oğuz Arık'ın tesiri ile birlikte olduğu/görülen/içinde yer aldığı, Topçu hakkında bazı yanlış yorumlara da yol açan, “Anadoluculuk” akımının İçtimai ve İktisadi yönlerini büyük bir vukuf ile işlemiştir.
Derginin ikinci sayısındaki “Asrımızın Hareket Adamları” adlı Topçu yazısı dikkate değerdir. Yazıya, Oscar Wilde'in “Günün en küçük hareketleri seciyeyi yapar ve yıkar”, sözüyle başlanması onun “Hareket Felsefesi” ne bakış açısının bir göstergesi gibidir. Bu makale; zamanımızda fikir ve hareket meselesinin ele alınışı, hareket adamlarının sanayi kahramanlarının eli ile bir zafere ulaştığı, bazı istisnai hareketlerinin fikirden doğmadığı Avrupa'nın yoğun istismar siyasetinden doğduğu, tarih boyunca insanlığın büyük hareketlerinin büyük fikirlerden doğduğu, Bouddha, Rousseau, Sokrat gibi dünya yüzünde insanlığa yeni bir ruh vererek yaşatan iradelerin doğabilmesinin zorla ve baskıyla kullanılan hareket terkibinin bilinmesiyle mümkün olabileceği ve bazı sahtekar, insanlık düşmanı hareket insanlarına yöneltilen ağır eleştiriler gibi konuları ihtiva etmektedir. Ayrıca “İçtimai Sınıflar” adlı yazısında Topçu, tarih boyunca varolmuş sınıfları işleyerek onlar arasındaki çatışma ve savaşımın altında yatan gizden ve temel sebeplerden bahseder.
Hareket dergisinin 1939-1943 arasındaki döneminde, sosyalizmle ilgili yazılara tesadüf edilmez. Yalnızca Nurettin Topçu'nun Nisan 1939 tarihinde yayınlanan İçtimai Sınıflar isimli makalesinde sosyalist terminolojinin izleri görülür. Bu yazıda, Topçu, içtimai sınıfların Batı'daki gelişim sürecini anlatırken, bu sürecin Türkiye'deki tarihi süreçle örtüşmediğini vurgular. Topçu ülkenin sürüklendiği yere karşı başka bir bakış açısıyla toplumu sürüklendiği yolda uyarmak istemiştir.
Nurettin Topçu, Toplum sınıflarının tarihi bir vakıa olduğunu ifade ile, bu konuda açıklamalara girişir. İlkel toplumdan, Romalılara, Fransız İnkılabı'ndan günümüze, hep sınıf mücadelesi vakidir ve bir sınıf diğerlerinin üzerinde hâkimiyet kurmuştur. Ancak bu noktada Topçu Marksist determinizme ters düşen bir anlayışla, sınıfları ve toplumsal düzenleri ortaya çıkaran öğenin üretim ilişkileri olduğunu, ekonominin alt yapı unsuru olduğu düşüncesini yadsır. Eski ve yeniçağların bütün bu saydığımız sınıflar ayrımında, her cemiyette esaslı olan bir yaşayış tarzının o cemiyetin hayat kaynağı olduğunu, diğer iş şekillerinin ona hayatını artıracak şekilde etrafında sıralandıklarını ve ona yakınlıkları sırasıyla önem kazandıklarını ifade eder. Hint'te din hayatı, Roma'da siyasi hayat, Almanya'da harp ve asalet, Fransa'da servet ve harcanması, Amerika'da iktisadi hayat, bu cemiyetlerin iş hayatında ve yaşayışlarında en esaslı rolü oynamışlar, diğer iş zümreleri hep bu merkezi kuvveti temsil eden sınıfın hayatiyetini artırmak için çalışmışlardır. İktisadi hâkimiyet, iktisat sahiplerinin cemiyetin başına geçmesiyle sonuçlandı. Avrupa'nın bir asırlık tarihi, büyük sanayi ve sermaye hareketlerinin etrafında denge sağlamaya çalışırken sınıfların geçirdikleri safhaların tarihidir. Büyük sanayi ve sermaye hâkimiyeti tahtını bir asırdan beri Avrupa'da kuruyordu ve onun ilerlemesi Avrupa'da milliyetlerin evrimi ile beraber gitti. (Nurettin Topçu, “İçtimai Sınıflar”, Hareket, Mart 1939, Sayı 2, s.63). Nurettin Topçu böylece asrın baskın bir düşünce yapısını elden geçirdiği gibi ülkemizde büyük çalkantılar, çelişkiler ve çekişmelere yön veren bir ideolojiye de esastan bakmış olur.
Hareket Dergisi'nde işlenen önemli bir fikir kategorisi de “Köylücülük”tür. Umumi olarak köylüler hakkında zalim hükümler verilmektedir. Köylü cahildir, geri insandır, dünyayı tanımaz. Evinden, köyünden ötesini bilmez. Onun fazla şeye ihtiyacı yoktur. Onun yaşayışı hayvana yakındır. Köylünün kabiliyeti sınırlıdır. O bir medeniyete giremez. Toprak adamıdır ve daima geri insan olarak kalacaktır. O, münevver olamaz. Geri bir medeniyetin çocuğudur. Nurettin Topçu, köylü hakkında buna benzer diğer hükümleri de sıraladıktan sonra, bunların peşin hükümlü, köylüyü tanımayan kişilerce ortaya atılmış iddialar olduğunu, köylü hakkında yapılan abartılı iltifatların da yine köylüyü tanımamaktan ileri geldiğini ekler ve kendi görüşünü ortaya koyar: Köylü ne melektir, ne de şeytan. Köylü işlenmemiştir, her insanda bulunan zaaflar, kusurlar köylüde de vardır. Ancak bu köylünün suçu değildir. Köylü, zalimle cahilin, jandarma ile hocanın eline bırakılmış gördüğü zulüm ve ceberut, ondaki hile kabiliyetini arttırmıştır. Fitne, haset ve dedikodu köylüye maddi yokluk ve hürriyet yokluğu ile gelmiştir. (Topçu, a.g.m., s. 112-113) Topçu'nun bu bakışı köyden şehre göç vakamızda sağlıklı değerlendirilseydi şehirlerimiz daha farklı ve insanımız asrının daha ötesinde eğitilerek milletine ve insanlığa faydalı olur hale gelebilirdi. Bunun için ise eğitim ve okul esastır.
Okul, ahlak hayatımızda etkin yani yapıcı olan devletin kurduğu büyük aile ocağıdır. Yarınki cemiyetin bütün karakteri, duygu ve düşünüşleri burada hazırlanır. Terbiye ediciler bu büyük ailede baba rolünü yapacaklardır. Hocaya babadan çok şeref bağışlayan anane elbette isabetlidir. Baba ancak gökten yere indirir ama hoca yerden göğe çıkarabilir. Muallim, hareketleriyle bilgilerini ve düşünüşlerini birleştirmiş, örnek olan babadır. Çocukluk ve gençlik çağlarının büyük kısmı onun himayesinde geçmektedir. Çocuklarımızı hayata hazırlık çağlarının en fazla zamanında onlara teslim ediyoruz. Bugün babanın, her bakımdan çocuk üzerindeki tesiri mualliminkinden pek azdır. Gençliğin vicdanının yapıcısı pek geniş ölçüde muallimlerdir. Bir devrin vicdan hatalarını, o devir neslini yetiştirmiş olan muallimlerin ruh düşkünlüğünde aramak hakkımızdır. Ve nesli, içine düştüğü uçurumdan ancak muallim kurtarabilir. Gandi muallimdi, ilk mektep çocuklarını yetiştirmekle işe başlamıştı. O, cemaatin başında bulunan imam rolünü yapmakla zaferine ulaşıyor. (Nurettin Topçu, “Okulda Ahlak”, Hareket, Mart 1943, Sayı 10, s. 290). Topçu burada muallimin eğitimdeki önemini ve okul ahlakının ehemmiyetine vurgu yapmıştır. Ayrıca Nurettin Topçu hakikatin düşmanı olarak üç felsefeyi görür. Bunlar pozitivizm, pragmatizm ve sosyolojizmdir. XIX. yüzyılın çocukları olan bu felsefelerin ikisi Fransız, birisi İngiliz felsefesidir. Bunlar Topçu' ya göre hakikat düşmanı olmalarının yanında kişide iman bırakmayan oluşumlardır.
Nurettin Topçu “Orta Öğretim” ve “Lise Dersleri” adlı yazılarında eğitim sistemini eleştirmiş ve yapılması gerekli birçok devrimden bahsetmiştir. O, en önemli yenilik olarak ise Avrupalılardan alınan öğretim metotlarının değiştirilmesinin gerekliliğini savunmuştur. Nurettin Topçu eleştiri getirdiği ve orta öğretim eğitim kurumlarının yanlışlık dehlizleri içerisinde olduğunu söylerken bir takım gerekçelerden bahsetmiştir. Bunlar;
- Mektep insana her şeyden önce kendini tanıtacak yerde yalnız kainatı tanıtıyor.
- Yeni mektep, kainatın tam ve insana bağlı bilgisini de veremiyor.
- Eğitim kurumları bir çok şeyleri ezberleyen softa yetiştiriyor.
Ayrıca Nurettin Topçu orta öğretimden şu gayeleri beklemektedir.
- Genel kültür vermek
- Her ilimden bir çeşni tattırmak
- Ruhun bütün melekelerini birbirleriyle düzenli olarak inkişaf ettirmek.
( Nurettin Topçu, “Orta Öğretim”, Hareket, Nisan 1943, Sayı 11, s. 335-338)
Nurettin Topçu, birçok alanda yazılar yazmasının, felsefe, kültür, sanata olan ilgisinin yanında bir milleti çekirdekte var edecek en önemli unsur olan eğitim kurumlarının ihyası için de gerekli tedbirleri almakta ki gerekliliğin bilincinde olan bir bilim insanıydı. Eğitimci olarak bu bakımdan sınıfta fiilen gösterdiğini yazıları ile de millete anlatmaya çalışmıştır.
Bunlardan başka bu dönemde dergide ilgili fikir yazılarının yanı sıra, şiir, hikâye, kitap eleştirileri, biyografi tarzında edebiyat ürünleri de kendisine yer bulmuştur. Muvaffak Sami Onat, Miraç Katırcıoğlu şiirleri yayınlanan isimlerdir. Nurettin Topçu'nun Nizam Ahmed müstear ismiyle “Kuşlar” isimli bir şiiri de yayınlanmıştır. İki dörtlükten oluşan, kafiyeli biçimde, sade bir Türkçe ile yazılmış bu şiirde, melankolik bir hava hâkimdir. Miraç Katırcıoğlu'nun şiirlerinde ruh dinginliğini sağlayacak mistik bir arayış vardır. Ölüm de, Katırcıoğlu'nun şiirlerinde önemli bir konudur. Hüseyin Batu, Tarık Buğra, Şevket Arı ve Cahit Okurer, Ali Ölmezoğlu gibi Türk yazarların, Mathaniel Howthorne ve Edgar Allen Poe gibi kimi batılı yazarların hikâyeleri dergide yayınlanmıştır. Bu hikâyelerin ana temasını, sıradan insanların günlük yaşantıları oluşturmaktadır. Hareket yazarlarından Hasan Tanrıkut'a göre, estetik, ahlaktan ayrı düşünülmez. Ahlaksız bediiyatın Batı'da ki temsilcileri Oscar Wilde ve Gide gibi kimi isimlerin düşünceleri cemiyette haklı olarak nefret uyandırmış, nazari olarak da müdafaası imkânsız bir egoizm, safsata olarak görülmektedir. Tolstoy'da, bir ahlak nazariyesi kurmamış olmakla birlikte sanatı ahlak için bir vasıta haline getirmiş olması nedeniyle sanatın değerini düşürmüştür. Sanat sanat içindir sözü de şahsiyetlerinde ahlakın mevcut olduğu kimseler için geçerlidir. (Hasan Tanrıkurt, “Ameli Tabiat-Ahlak ve Estetik Prensiplerine Giriş”, Hareket, İlk Teşrin 1939, Sayı 6, s. 175).
Hareket Dergisine dair verilen bu umumi muhteva analizi denemesine şüphesiz kitaplar dolduracak eklemeler yapılabilir. Lakin bu yazı vesilesi ile Nurettin Topçu tefekkürü ve dergiye bir dikkat çekme teşebbüsü olarak görülmelidir.
***
Hareket Dergisi 2. Dönem (Mart 1947 - Haziran 1949)'e Dair
15 Eylül 2020 Salı
Nurettin Topçu'nun idaresinde neşredilen Hareket dergisinin, 1943 Mayısından sonra, yayınlanmasına yaz tatilinden ötürü ara verildiği belirtilmiştir. Mart 1947'deki ilk sayısında: “Dört yıldan beri, birçok sebepler yüzünden neşriyatını durdurmuş olan “Hareket” yeni ve geniş bir kadro ile tekrar okuyucularının karşısına çıkıyor. Onun bundan böyle arızasız olarak devamı, bilhassa okuyucularının elindedir. “Hareket” i seviyorsanız onu başkalarına da sevdiriniz. Bu sizin fikirlerinizin cemiyete intişarı ve kök salması demektir” şeklindeki ifadesiyle yayın hayatına dönüş yapmıştır. Ve Mart 1947 tarihinden, Haziran 1949 tarihine kadar toplam 28 sayı olarak çıkacak olan derginin ikinci dönemi başlamıştır.
Mart 1947'deki Hareket dergisinin ilk Nurettin Topçu yazısı “Ahlak Nizamı”dır. Topçu'da isyan ahlakıyla birlikte ortaya çıkan nizam, eşyayı düzenleme, sıraya koyma ve birbirine bağlamak demek olup, ancak genelde ahlak eserinin özelde ise isyan ahlakının bir sonucu olarak görülür. Nizamın kaynağı akıldır. Nereye akıl nüfuz etmişse orada nizam bulunur. Nizam, eser yapıcılık işinin ta kendisidir. Bu eserin gerilemesi ise, nizamın yok olmasıyla sonuçlanır. Evrenin her yerinde ve tabiat olaylarında olduğu gibi ahlakta da bir nizam olması gerekir. Ancak hem kâinat nizamı, hem de ahlak nizamı, iradesiz, sorumluluksuz ve ihtiraslarla yüklü sorumsuz anarşizmin bir sonucu olarak yozlaştırılarak yıkılmakla baş başa kalmıştır. Bu da gösteriyor ki, anarşizm dünyaya insandan önce gelmemiştir, aksine o, dünyaya insanla birlikte gelmiştir. İnsanda var olan anarşizmin kökeni ahlak veya herhangi bir kurum değil adaletsizlik ve sorumsuzlukta olduğu gibi yıkıcı ihtiraslardır. Eğer herhangi bir yerde ve alanda bir kuralsızlıktan, başıboşsuzluktan ve kaostan bahsediliyorsa bu ancak ve ancak yıkıcı ihtiraslardan dolayıdır. Topçu bu ahlak anlayışı içerisinde 20. yüzyıldaki savaşlarla, bilim ve tekniğin insanlık dışı kullanılmasıyla her yerde insanlığın yüzündeki ve gönlündeki “incelik perdesi”nin yıkılması sonucu bireylerin ve milletlerin ruhlarındaki hakiki çehresinin ortaya çıktığını iddia eder. Ona göre, günümüzde bu çehrenin ortaya çıkmasıyla onların eliyle ortadan kalkan sadece kıyafetler, başka araç ve gereçler, başka türlü şehirler, başka türlü yaşama tarzı değil, aynı zamanda yıkılan bütün bir ahlak nizamıdır. Bu duruma karşı direnebilecek ve isyan edebilecek ahlak da sadece isyan ahlakıdır. İsyan ahlakı yenidünya doğrularıyla birlikte unutulduğu için, ne bireyler, ne de milletler buna ses çıkaramamaktadırlar, tepkisiz kalmaktadırlar. İnsanlar, buna karşılık ise, bu selin rüzgârına kapılmış gidiyorlar, sadece susmak bilmeyen birbirlerini inkâr eden ve alaya alan “Sade alkışlar, utanma bilmez alkış sesleri”(Nurettin Topçu, “Ahlak Nizamı”, Hareket, Mart 1947, Sayı 13, s. 1-4) vardır. Bireyleri ve milletleri düşmüş oldukları bu durumdan kurtaracak, onları hayatın değerine inandıracak ve hem her millete hem de bütün dünyaya birlikte yaşamayı sevdirecek olan güç, isyan ahlakına dayalı ahlak nizamıdır. Ahlak nizamı, kesinlikle bile bile örf, adet ve kurallarından ibaret toplum nizamını korumak ya da yanlışların üzerini örtmek değildir. Böyle bir ahlak nizamı birey ve toplumu kurtaramaz, çünkü bu ahlak statik bir ahlaktır. Oysa isyan ahlakına dayalı ahlak nizamı dinamik bir ahlaktır. Bu ahlak nizamı her varlık gibi bir evrim (tekâmül)'e tabidir. Böyle bir evrim mekanist-determinist bir evrim değildir, aksine yaratıcı bir evrimdir. Ancak böyle bir evrimle ahlak nizamı önündeki her türlü engeller ortadan kalkarak yaratıcı evrime karşı direnen menfaat ve ihtiraslar yok edilebilir. İşte ahlak nizamı yaratıcı evrime karşı direnen menfaat ve ihtirasların önündeki bir isyan iradesidir. Bu nizamla Allah'a daha çok yaklaşılır, daha çok ilim ve sanat üretilir. İçinde yaşadığımız toplum nizamında nice yaratıcı iradelerin, nice veliler ve âlimlerin eserinin görülmesi bunun en güzel örneğidir. Demek ki, Topçu'da sadece ahlakta değil, tüm alanlarda görülebilecek nizamının adı “Ahlak Nizamı”dır, hepsinin üstünde onları kapsayıcı tek değişmez nizam budur.
Modernizm ve sonuçları, Hareket dergisinde vurgulanan bir konudur. Makineleşme, endüstrileşme tenkit edilir. Bir yazısında Mehmet Kaplan, fert olarak insanın hiçbir çağda bugünkü kadar küçük görülmediğini ve küçültülmediğini, medeniyetin hiçbir çağda bugünkü kadar şahsiyetleri silen bir sistem haline gelmediğini belirtmektedir. Kaplan'a göre bu durum, makine icat olduktan ve modern devlet nizamı kurulduktan sonra olmuştur. Bugün insanlık, makine ve devlet denen iki devin idaresine girmiştir. Dünya, gittikçe yeknesaklaşmakta, insanlar birbirine benzemektedir. Makine ve devlet, yaşama şartlarını ve insanlığı gün geçtikçe standart bir tek tipe icraya çalışmaktadır. Büyük fabrikalardan çıkan milyonlarca eşya, seri vasıtalarla dünyanın her yerine dağılmaktadır. Yalnız maddi vasıtalar değil, manevi vasıtalar da yeknesaklaşıyor. Amerika'da yapılan bir filmin kopyası, bütün dünya sinemalarını dolaşıyor ve milyonlarca insana aynı duyuş, aynı düşünüş tarzını arz ediyor(Mehmet Kaplan, “Bugünkü Medeniyet ve Fert”, Hareket, Mart 1947, Sayı 1, s.7).
Hareket dergisinin Nisan 1947 tarihli 14. sayısının kapağına, Roden'in ”Düşünce” isimli heykelinin fotoğrafı basılmıştır. Bu, Hareket Dergisi'nin sanata vermiş olduğu değerin bir göstergesidir. Yine aynı sayıda Topçu “(Roden) in Sanatı” adlı yazısında büyük heykeltıraş “Auguste Roden” in sanatçı kişiliğinin ve eserlerinin sanatsal yönünün bir izahatını yapmıştır. Hareket dergisi sanatın yanında edebiyata da oldukça değer vermiştir. Zira derginin ihtiva ettiği batılı ve yerli birçok yazarın, hikâye şiir ve yazıları bunun en önemli kanıtıdır. Topçu, derginin 1. döneminde olduğu gibi 2. döneminde de Mehmet Akif ile ilgili bir yazı kaleme almıştır. Bu yazıda Topçu, Akif'in sanat hayatını üç devrede ele alır; ele alınan bu üç devreyi Mimar Sinan'ın; çıraklık, kalfalık ve ustalık devrelerine benzetir. Ona göre birinci ve ikinci devre Safahat devresidir. Bu devre Akif'in milliyet davasına giriş devresidir. Bu ideal onda devamlı olmakla beraber, Safahat'ın üç, dört, beş ve altıncı kitaplarında Akif'in sanat idealine daha çok bağlanışı görülür. Onun son eseri olan “Gölgeler” de ise çok kuvvetli mistik parçalar bulunmaktadır. Topçu'ya göre Akif; eserlerinin başından sonuna kadar büyük millet idealcisi kalmıştır. Üçüncü Safahat'da da şairlik vatanperverliğinin sesi olmuştur. O, Namık Kemal, Mehmet Akif ve Tevfik Fikret dışında mezarında gözyaşı dökülecek kimsenin olmadığını düşünür.
Millet, var olmadan önce, bir zümre insanın yalnız istismarına dayanan ölü bir coğrafya ve henüz bir kütlenin şuur olmamış bir tarih vardır. Bir insan kütlesi, böyle bir coğrafya ve tarihten yapılmış bir kaderin içinde gömülü yaşamaktadır. Günün birinde bu kütlede bir coğrafya ve tarih çemberinin içinde daha birçok değeri toplayarak hepsini birlikte şuur ve irade haline getirici hamle gözükür. Bu hamle, her yerde millet meydana çıkaran, onu yaratıcı olan hamledir. Bu hamleyi Fransızlar dil ve kültür ocağından, Almanlar ırk davasından, İngilizler ekonomi hırsından almışlardı. Biz bu kuvvet iradesini fertte var olmak iradesinin karşılığı olan bu yapıcı aşkı İslam dininden, onu aleme yayma idealinden aldık. Milli tarihimizi bu topraklara eken bütün gazilerin kılıçlarının kabzasında Allah adı yazılı, bütün millet şehitlerimizin son nefesinde şahadet kelimesi kazılıydı. Hepsi kâfirlere karşı cihat açtılar ve harp sancaklarının gölgesinde iki rekat namaz kılarak gaza meydanına atıldılar. Esir ettiği düşmanın hayat ve hürriyetini bağışlayan Alp Arslan'dan tutun da Mısır seferine giderken şeyhülislamının atının ayağından kendi üstüne sıçrayan çamur parçasını varlığına şeref sayan Yavuz Selim'e kadar milletimizin velisi olan bütün büyük ruhlar, Allah davasıyla savaştılar ve aleme Allah emri saçtılar. Onların muvaffakiyetlerinin sırrını kılıçlarının kabzasıyla kalplerinin içine kazılı olan bu kelimede aramak lazımdır(Nurettin Topçu, “Millet Ruhu ve Milli Mukaddesat“ , Hareket, Haziran 1948, Sayı 16, s. 4).
Milletlerin oluşumunda farklı amiller rol oynamıştır, Türk milletinin bin yıllık tarihinde en önemli rolü oynayan unsurlardan birinin İslam dini olduğu görüşü kuvvetli biçimde savunulmaktadır. Aynı coğrafya üzerinde yaşayan insanlar üzerinde dinin bu etkisinin yanı sıra bir kader beraberliği, saadet ve felaket ortaklığı demek olan tarih, millet hayatını kurucu olan ilk hamlenin yüzyıllar içindeki hareketleriyle meydana gelerek milletin oluşumundaki süreci tamamlar. Bu tarihi süreç içinde, büyük vatanperverler, millet şehitleri veya kahramanlar diye anılan birtakım insanlar, millet ruhunun, fertlerini her zaman kana kana doyurmaya kudretli kaynaklardır( Nurettin Topçu, Millet Ruhu ve Milli Mukaddesat, s. 4).
Hareketçilere göre Anadolu'nun değerlerini köylü taşımaktadır. Anadolu'yu görmek, tanımak isteyenler köye ve köylüye bakmalıdır. Anadolu'ya baktığınız zaman, sefalet, zaaf, hastalık, cehalet manzarası içinde Anadolu'nun kuvvet kaynakları toprak yığınları içindeki elmaslar gibi parlamaktadır. Bu kuvvetler nelerdir? Bunlar, nüfusun yüzde seksenini oluşturan köylünün yırtık elbiselerinin içinde, kerpiç damında ve küçük tarlasındadır. Vehimlere kapılmayınız: Anadolu köy ve kasabadır. Anadolu'yu ayakta tutan köylü ve kasabalıdır. Onların inançları, sevgileri, elleridir. Anadolu küçük mülkler, küçük zanaatlar diyarıdır. Anadolu pederşahi bir aile temeline istinat eder. Anadolu esas itibariyle dindardır ve Müslümandır. Anadolu köylüsü ve kasabalısı çok mütevazı, çok gösterişsiz bir hayat sürer. Bu hayatın özünü sabahtan akşama kadar çalışma, ailede hürmet ve sevgi, hemşehriler arasında yardımlaşma ve saygı teşkil eder. Bu değerler var oldukça Anadolu'nun komünist ve dinsiz bir rejimle idare edilmesi korkusuna gerek yoktur(Mehmet Kaplan, “Anadolu'nun Kuvvetler”i, Hareket, Eylül 1948, S. 19, s.3-4).
Nurettin Topçu, 21. sayıdaki “Devlette İrade” yazısında önce devletin tanımını yapmaktadır. Devlet muayyen topraklar üzerinde hâkimiyetle yaşayan insanların meydana getirdiği manevi birliktir. Bir millet varlığının ruhu demektir. Millet iradesinin gözüktüğü yerdir. Bu tarifteki muayyen topraklar mefhumu bir vatanın, orada yaşayan insanlar tabiri de bir milletin varlığını ifade ederler. Üçüncü unsur olan hâkimiyet ise devlet varlığının esaslı unsurudur. Kendi başına yalnız vatan bir ceset, cansız bir vücut sayılırsa, millet onun hayatı, devlet ise ruhu sayılmalıdır. Devlet, milletin şuurudur. Topçu, klasik anlamdaki devletin tanımını yaparak, devlet millet, vatan ve egemenlik kriterleriyle ele almaktadır. Devlet, milletin hem iradesi, sembolü, hem de varlığının kefilidir. Millet olmak devletin varlığına bağlı bir şart haline gelmektedir. Devlet kurmayan veya devletinden vazgeçen millet uzun yaşayamaz. Millet varlığını ve milli birliği kuran maddi ve ruhi unsurlar erir, ortadan kalkar; sahipsiz fertler kalır; onlar da başka devletlerin iradelerine bağlanırlar. Yine Topçu, devleti bilinen anlamıyla meşru güç kullanma tekeline sahip bir örgüt olarak görmekle birlikte, bu gücü iyi ve ahlaki gayeler uğrunda kullanırsa faziletli olur; fena ve korkunç gayeler uğrunda kullanan devlet kötü ve yıkılması lazım olan devlettir. Burada iyi devletin gayesi de belirtilmektedir. İyi ve namuskâr devletin gayesi, yaşattığı iradeyi, gayelerin gayesi olan Allah'a ulaştırıcı yoldan götürmektir. Yıkılması lazım olan devlet, iradesini fertlerin ve zümrelerin menfaatleri uğrunda harcayan devlettir.(Nurettin Topçu, “Devlette İrade”, Hareket, Kasım 1948, S. 21, s.2). “Devlette Hakimiyet ve Mesuliyet” yazısındaysa Topçu; “Devlet iradesinin kaynağı millettir. Ancak bu kaynak, milletin mevcut medde ve ruh değerlerinin sahasından çok geniştir. Milli tarih ve mukaddesat, destanlardan fışkıran mitolojik hüviyet, hep bu kaynağın içerisindedir. Tam manasıyla millet bu sahanın bütününü kaplayan varlığın adıdır. Millet, ne yalnız coğrafya ve ırk, ne de sade dil ve din beraberliğidir. O, haldeki bu unsurların mazideki köklerini de içerisine alır ve istikbale ait bir iradenin başlangıcı olur. Millet dediğimiz bu büyük varlık her tarafta devlet hüviyetine bürünür: Muayyen topraklarda hâkimiyet olur, zümrenin ruhu olur, millet vücudunun kuvvet ve hayatının ifadesi halinde gözükür. İlk cemiyetlerde, bütün varlıklara sirayet ettiği ve her varlığa nüfuz ederek, her şeyin hayatına hâkim olduğu kabul edilen mana ne ise, millet varlığında da devlet o demektir.”, (Nurettin Topçu, “Devlette Hakimiyet ve Mesuliyet İradesi”, Hareket, Aralık 1948, S. 22, s.7) demektedir.
Demokrasi, Nurettin Topçu'ya göre hâkimiyetin bütün millete yayılması ve devlet iradesinin milletin her ferdi tarafından kullanılması demektir. Demokraside bütün fertler mesuliyet kazanmıştır. Bu idare şeklinde hükümet otoritesiyle millet kuvvet arasında tam bir denkleşme meydana gelmektedir. Bu denkleşmenin millet veya hükümet tarafından bozulması her ikisi de tehlikeli olur. Bunun için milletin yetiştirilmesi lazımdır. Topçu için demokrasiden ziyade öncelikli olan milli birliğin sağlanmasıdır. Millet kuvvetinin, hükümeti kontrol edemeyecek kadar zayıf oluşu hükümet istibdadına yol açar. Hükümet milletin dizginlerini tutamayacak kadar zayıf ve otoriteden mahrum olursa halk içinde her zümrenin menfaati sahasındaki hareketlerine karşı gelinemez. Millet içinde düşmanlıklar ve düşman zümreler çoğalır. Bu durumda geriye tek çare kalmaktadır. Topçu, elitist bir çare getirmektedir. O da, millet hayatının bütün mesuliyetlerini omuzlarına yüklenen kahraman bir neslin yeni bir hâkimiyete başlangıç olmasıdır. Bu nesil meşruiyetini yitirmiş bu otoriteyi ortadan kaldırmaya çalışmalıdır. Bu güçlerin başarılı olması için hiyerarşik bir düzen gereklidir. Devlet hâkimiyetini ele alacak bu nevi teşekküller demokrasi ile işe başlanırsa erkenden başarısızlık olur. Topçu, demokrasiye ulaşmak için demokratik yöntemlerin kullanılması gerekmediğini savunmaktadır. Otoriter ve hiyerarşik bir yapılanmayı salık vermektedir. Hatta, gayeye ulaşmak için hiyerarşik düzen ne kadar geniş ve girift olursa başarı o derece artar.( N.Topçu,“Hakimiyet ve Demokrasi”, Hareket,Ocak 1949, Sayı 23 s.2-13)
Nurettin Topçu'nun bu dönemdeki son yazısı “İsyan Ahlakı” başlıklı yazısıdır. Topçu ahlakta iradeyi bu kelime ile ifade eder. Topçu'ya göre, hareket, insanla Allah'ın bir birleşimi olduğundan insanın hareketleri öncelikle iman ve irade şeklinde kendini göstermeli ve bu doğrultu da harekete geçmelidir. Böyle bir irade isyanla yoğrulmuş olan bir iradedir, kör bir irade değildir, insanın ahlaki kurtuluşunu gerçekleştiren bir iradedir. Bu kurtuluş ise öncelikle insanın kendi iman, irade ve hareketlerinden, kısaca isyan ahlakından geçer. Topçu'nun İsyan Ahlakında iradenin isyan hareketi incelenirken üzerinde durduğu ve eleştirdiği bütün görüşler ya fideist, ya subjektivist, ya ferdiyetçi ya da tabiatçıdır. Nitekim Hamilton'un fideizmi, Fichte'nin idealizmi, Stirner ve Nietzsche'nin bireyciliği ve anarşizmi, Rousseau'nun tabiatçılığı Topçu'nun eleştirdiği görüşlerin başında bulunmaktadır. Blondel'in hareket felsefesi nasıl ki, söz konusu edilen görüşlerle ilgili değilse, Topçu'nun İsyan Ahlakı'nda geliştirdiği görüşlerin de aynı düşüncelerle hiçbir ilgisi yoktur.
Sanat ve edebiyat, Hareket dergisinin önem verdiği konulardan biridir. Hatta, derginin bütün sayılarında olmasa da başlığında bulunan Hareket yazısının altında “Fikir ve Sanat” ibaresi yer almaktadır. Hareket dergisinin Nisan 1947 tarihli 14. sayısının kapağına, bahsedildiği üzere Roden'in “Düşünce” isimli heykelinin fotoğrafı basılmıştır. Hareketin sanat ve edebiyat anlayışında millilik ve mistik bir anlayış önemli yer tutar. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın “Beş Şehir” isimli eseriyle ilgili yapılan değerlendirmede şu satırlar yer almaktadır: “Ve nihayet şuna şahit olacaksınız ki; Tanzimattan bugüne kadar zaman zaman yokluğuyla gerek edebi, gerekse fikri sahada öksüz kaldığımız milli eser hasreti, bu eserle bugün için imkân nispetinde dindirilmiştir. Bundan sonra da milli sanatın sırrını çözmeye çalışan sanatkârlar için bu eser kıymet biçilmez halis bir numune olacaktır. Binaenaleyh adı geçen büyük eseri milli edebiyatın muvaffak olmuş ilk müjdecisi addediyoruz.”(Celalettin Tuğrul,”Beş Şehir”, Hareket, Temmuz 1947, Sayı 5, s.11).
***
Hareket Dergisi 3. Dönem (Aralık 1952 -Haziran 1953'e Dair
24 Eylül 2020 Perşembe
Hareket dergisinin Haziran 1949'daki son sayısında yaz tatili ilanı yapılmış olmasına rağmen dergi 1952'ye kadar yayınlanmamıştır. Yayın hayatındaki bu kesintilerin sebebi dergide belirtilmemiştir. Nurettin Topçu, derginin 1952'de Ankara'da yayınlanan nüshalarına kadar, sahibi ve umumi yazı işleri müdürü olarak görünmektedir. 1952-53'de yayınlanan sayılarda, derginin kurucusu Nurettin Topçu'dur. Toplamda 7 sayı olarak çıkan ve 1952 yılında yeniden yayın hayatına başlayan Hareket Dergi'sinde, değişen sosyal yapımıza çerçevesinde yeni tahlillere başlanmıştır.
Yeryüzünün en sarsılmaz saltanatı Nurettin Topçu'ya göre aklın saltanatıdır. Akıl, hem herkese, hem de Allah'a hesap vermesini bilen sultanımızdır. Kaderimizin sırrı onda saklıdır. Bütün dinlerin müşterek Allah'tan ilk mürşidi odur. Hayır ve şerrin hata yapmaz hâkimi olan vicdanı bize rehber yapan devlet de odur. Onun azametiyle hayatın kıymetini anlıyoruz. Onun sefaleti, hayatı manasız ve çekilmez yapıyor. Saadetimizin müjdecisi o olduğu gibi ıstırabımızın telkincisi de odur. Duygularımızı derin bir denizin nurlu ışıkları gibi iç âlemimizde sıralayan, onları hayvanilikten kurtarıp insaniliğe doğru yönelten ve insani olan mıntıkadan da ilahi beldeye doğru onlara yollar açan yine hür aşkımızın sultanı olan akıldır. İrademizi kımıldatan ilk kuvvet veya şart o olduğu gibi ilimleri yapan tecrübenin avcısı da aynı hakikatler üstadıdır(Nurettin Topçu, “Aklın Saltanatı”, Hareket, Nisan 1953, Sayı 5, s.4).
Aralık 1952'deki ilk sayıda Nurettin Topçu'nun “Mesuliyet Ahlakı” başlıklı yazısı bulunmaktadır. Yazıya “Dünya tarihimizin istikametini değiştiren ecdadımızın ruh ve ahlak sahasındaki nice nice fetihlerinden beş yüz sene sonra, yirminci asrın ortasında biz yeni fetihler yapmak azmindeyiz.”, cümlesiyle başlanmıştır. Topçu'nun mesuliyet hareketi fikri onu şu cümlelerinde kendini ifade eder: “Bizim hareketimiz mesuliyet hareketidir; davamız hayata uymak değil, hayatımızı hakka uydurmaktır. Bizi Allah'a doğru götürecek olan irademizin iktidarı isyan halinde ifadesini bulucudur. Hayatımızın içinde hayat yokluğuna, ruhumuzda aşkın yokluğuna, vicdanlarımızda mesuliyetin yokluğuna isyan; merkezi, mihrakı, meşalesi bir aşk ve iman olan ve aydınlığın sahası içindeki bir nesle ilim, sanat, ahlak ve felsefe yolları açacak olan yaratıcı isyan. Alp Arslanların, Nizamülmülklerin, Yıldırımlarla Mehmet Akiflerin ruhaniyetleri üzerinde barınacak olan isyanımız, ruhlarda bir rönesansın başlangıcıdır. Her asrın fütuhatı vardır. Batıda on beşinci asır keşiflerin, on altıncı asır rönesansın, on yedinci asır metot zihniyetinin, on sekizinci asır inkılâbın, on dokuzuncu asır ilimlerle sosyalizm hareketlerinin fütuhatını terennüm etmişti. Bizim tarihimiz fütuhatın daha az ulularını kaydetmemiştir. Dünya tarihinin istikametini değiştiren ecdadımızın ruh ve ahlak sahasındaki nice nice fetihlerinden beş yüz sene sonra, yirminci asrın ortasında biz yeni fetihler yapmak azmindeyiz. İlim ve ahlak, hak ve adalet uğrunda girişeceğimiz bu cihat için, neslimizin duygu ve ideal sahasında sahipsiz bırakılmış çocuklarını bir bayrak altında birleşmeye davet ediyoruz.”(Nurettin Topçu, “Mesuliyet Ahlakı”, Hareket, Aralık 1952, Sayı 1, s.9)
Nurettin Topçu'ya göre “şahsiyet, insanın kendi benliğinin farkında olması ve ona bağlı bütün hareketler üzerinde sahip bulunmasıdır. Benliğimizin bağlandığı hareketler, merkezi o benliğe gömülü olduğu halde onu, gittikçe genişleyen daireler halinde kuşatan aileye, millete, insanlığa ve namütenahiliğe doğru dal budak salmıştırlar. Benliğimizin asıl yapısını teşkil eden bu ruhi unsurlar, halde yaşadıklarımızdan ibaret değildir. Bizi tastamam karakterlendiren ve benliğimizi meydana getiren halde yaşadığımız ruhi yapıdan ziyade, mazimizi teşkil eden ve her taraftan gelerek bizim şahsi tarihimize bağlanan eskiye ait ruhi unsurlardır. Maziden gelerek halimizi harekete getiren bu ruh kuvvetleri, gelmiş oldukları hızla mütenasip olarak istikbalin hayatını meydana getirirler, geleceğin hayatını yaratırlar.”(Nurettin Topçu, “Şahsiyet”, Hareket, Ocak 1953, Sayı 2,s.3)
Nurettin Topçu bir diğer yazısı “İnkılâbımız”, yapılması gereken inkılâptan bahseder. Ona göre bizim inkılâbımız kin ile fitnenin, cehaletle tecavüzün eseri değil, aşk ile yaratıcılığın, ilim ve sevginin eseri olmalıdır. Yapılacak olan inkılâbın, rönesansımızın müjdecisi, bin küsur yıllık İslam tefekkür ve ihtirasının metotlu düşünüş ve ilim zihniyetiyle birleştiği yerde ki aydınlığında bulunmalıdır. Yine Topçu'ya göre; bizim de bir inkılâbımız vardır. Ancak bizimki yıkıcı değil, yapıcı inkılâp olacaktır. Devirmemeli, kurmalı; öldürmemeli, hayat sunmalıdır. Bir kelime ile bizim inkılâbımız kin ve fitnenin, cehaletle tecavüzün eseri değil, aşk ile yaratıcılığın, ilim ve sevginin eseri olmalıdır(Nurettin Topçu, “İnkılâbımız”, Hareket, Şubat 1953, Sayı 3,s.12). Türkiye'nin yeni döneminde belli ki Topçu inkılap kavramını kendi tefekkürü çerçevesinden ifade ile topluma ve hayata bakış açısı sunmaktadır.
Hareket dergisinin önemli konularından birisi din meselesidir. Hareket dergisi düşünce çevresine göre şeriat ve din hayatı görüşü şu şekilde ortaya konulur dense yanlış olmaz: ”Dinin temeli ve ruhu, dini hakikat denen şey şeriat değildir. Şeriat, yani ahkâm ibadet usul ve yolları, dinde gaye olan imana ulaştırıcı vasıtalardır. Vasıtaların en mükemmeli, elbette imana en doğru yoldan götürenidir. Ancak şeriat ne gayedir, ne de gayeye götürücü yolda yaşanan hayattır.” Nurettin Topçu, “Din Hayatı”, Hareket, Şubat 1953, Sayı 3, s.8). şeklindedir. Burada üzerinden çok oynanan ve yozlaştırılan bir kavrama dair bir bakış açısıyla mesele makul bir vasata taşınıyor gibidir.
Derginin içerisindeki önemli başlıklardan olan kültür ve sanat meselesi bu dönemde de görülür. Hareket dergisi çevresine göre göre güzel sanatların, millet kültürünün yapısında esaslı rolü oynadıkları inkâr edilemez. Örneğin bizim bugünkü musikimiz, ruhi hayatımızın bütün mıntıkalarında dolaşan bir kudret sahibi olmamıştır. Edebiyata gelince, asırlarca mey ve mahbuptan bahsede ede çürümüş olan Divan Edebiyatı ile, imansız çocuğun hastalık çağlarındaki sinir buhranlarından şöhret getirici nağmeler çıkartmaya bir özentiden ibaret olan Serveti Fünun Edebiyatı, yerini elbette bir millet edebiyatına terk etmelidir. Tiyatronun ne denli önemli olduğu bellidir. Bizim Beyoğlu'nda konaklayan biricik tiyatromuz, bize ait bir sanat sahnesi olacak yerde, vaktiyle garp zevkinin gümrüğü vazifesini gördü. Şimdi bu kapılar çok ve bu sahnede çok kere bizi törpüleyen yabancı zevkler yaşatılmakla beraber bazen de temiz ruh dalgaları gözükebiliyor. Bizim tiyatromuzun akıbetini takdir müşkül bir iş olsa gerek. Zira tiyatro hem en faydalı, hem de en zararlı ve tehlikeli olabilen bir sanattır. Biz sahneye, bugüne kadar cemiyetin ruhu karşısındaki uygunsuzluklarımızı aksettirip yaptıklarımızdan orada olsun utansak ve gelecek nesilleri bizim hesabımıza bizim yaptıklarımızdan utandırsak, en büyük dersi vermiş olacağız ve ancak bu sayede tiyatro en verimli bir mektep olacaktır. Sinemaya gelince, o bugün bir sanattan ziyade bir ticaret pazarı olmuştur. Yaptığı müthiş tahrip, çocuklarımızı iradesiz palyaçolar haline getirmek ve benliklerini, yaşama iktidarını ellerinden almaktır. Canı daima sıkılan zavallı beşeriyetimizin sığındığı zevk mabedi olan sinema, bugün bizdeki haliyle, psikolog ve ahlakçı için, meyhane ve kumarhaneden çok daha ehemmiyetle üzerinde durulmaya değer bir dert olmuştur. Plastik sanatlarımızın en başında mimarlık bulunur. Anadolu'da iki mimarlık sanatı başlamıştır: Selçuk sanatıyla İstanbul'da milli ruha karışarak onu değiştiren Bizans sanatının karışığı imparatorluk üslubu. Selçuk, Müslüman olan ve böylece hidayete kavuşan Türk'ün kaplayıcı aydınlıkla müjdenin, Türk'ün hayatındaki sadeliğin İslam'ın getirdiği yaratıcı sevince bürünerek toprağa kapanan secdenin sembolüdür. Bizim mimarlık sanatımız budur. Sonradan Bizans'ın karışması bu ruhu azametle ezmiş, ondaki aydınlığın kurtarıcı vecdini ortadan kaldırmıştır. Bu sanat bizim değildir. Son zamanlarda Türk mimarlığı diye, Orta Asya'nın mozaik tarzında tuğla esasına dayanan yapı üslubunun garp motifleriyle karıştırılmış kasvetli bir tarzı ihya edilmek istenmektedir. Bu, pek yakında mazi olacak, gerçek sanatımızı köylerin istasyon yapılarına kadar bütün Anadolu'ya serpecek dâhilerin doğması zamanıdır. Resim sanatında da garbın bir iskelesi gibi olduk. Sanki bizim yoksul tabiatımız, bizim sıtmalı çocuklarımız, bizim ağaçlarımız yokmuş gibi, bizim göklerimiz yanmıyormuş, bizim gülen yüzlerimiz ağlamıyormuş gibi, garplının vücut ve ruhunun kopyacılığına meftun yaşadık. Taklitçilik, ideali ortadan kaldırıldı. İdeal olmayınca da deha kendini göstermedi. Bir caminin azametiyle kapısındaki dilencinin sefaletini çizgilerin lisanıyla çarpıştırarak bizi utandıran, Türk kadınının kahraman varlığına jandarmanın dipçiğini karşı koymak suretiyle renklerin, ateşinde bizi yerlere geçiren eserlere elbette hasretiz. Çünkü ressamlarımız memleketi tanımıyorlar ve ideale hasret yaşıyorlar. Umumi neşriyat organı olarak radyo ile gazetelere sahip bulunuyoruz. Radyo, henüz halkı eğlendiren bir oyuncaktır, hem de çok tehlikeli bir oyuncak. Onun eğlendirme aleti olmaktan çıkarılması, yetiştirme vasıtası haline getirilmesi, bu milletin terbiye sahasında belki en büyük kazancı olacaktır. O, her gün ki kusurlarımızı, saygısızlıklarımızı, medeni yaşama hususundaki bilgisizliklerimizi gidermeye her şeyden daha fazla kabiliyetli olan gizlenmiş bir hatiptir. Bugün halk ve bilhassa gençlik zümreleri arasında inkılâpçılık ve muhafazakârlık şeklinde, hakikatte bir cehalet vehmine bürünen yıkıcı ikiliği, gerçeği meydana çıkararak ortadan kaldıracak olan yine radyodur. Gazete, bir havadis organı olduğu kadar, belki ondan ziyade içtimai ve siyasi kanaatlerin, hür ve vicdanlara hürmetkâr bir mübadele vasıtasıdır. O, yaranma, kazanma, çekiştirme, hadiselerden faydalanarak millet vicdanını ezme, kendine menfaat getirici tahakküme saltanatlar peşkeş çekme vasıtası olursa, yeryüzünde şer yaratmak için kullanılan bütün aletlerin en şerefsizi, en bayağısı haline gelir ve dünyamızda saltanatlar kurmuş olan tiranlıklarla sözde demokrasilerin yetiştirdiği şerirlerin en belalısı, hayâya her taraftan pusu kurmuş yaratıkların bugünkü ve yarınki insanlık huzurunda en mesuliyetlisi, en kara yüzlüsü olur. Böyle bir musibetin bir millete tahakkümü elbette reaksiyon doğuracaktır(Nurettin Topçu, “Sanat ve Umumi Neşriyat”, Hareket, Mart 1953, Sayı 4,s.8-9-15).
Hareket dergisinde, 1939-1949, 1952-1953 yılları arasındaki sayılarda yazan yazarlar şöyledir: “Nurettin Topçu, Kemal Fikret Arık, Cahit Okurer, Mehmet Kaplan, Ali Ölmezoğlu, Hasan Tanrıkut, Muvaffak Sami Onat, Hüseyin Batu, Miraç Katırcıoğlu, Leman Avni Başa, Bülent Tarcan, Ali Münif İslamoğlu, Rüknettin Fethi, Rıfkı Melul Meriç, Fahrettin Kerim Gökay, Lütfü Bornovalı, Ali İhsan Balım, Mustafa Ateş, Remzi Oğuz Arık, Nihat M. Çetin, Cevat Aydemir, A. İhsan Göğüş, Adnan Varol, Kemal Or, Hilmi Ziya Ülken, Evliyaoğlu GÖK-HAN, İ. Çaloğlu, M. Şakir Ülkütaşır, Selami Başkurt, H. Basri Çantay, Mehmet Nurettin, M. Nurettin Ulaş, Muzaffer Ateş Kebapçıgil, İ. H. Aladağ, Turgut Evren, Aziz Tuğrul, A. Hikmet Müftüoğlu, Celalettin Tuğrul, Suat Seren, Oktay Arslan Alp, Hikmet M. Erdal, Cahit Obruk, K. Domaniç, Neriman Yavuzer, Bahaettin İzgi, Jale Baysal, İlhan Engin, Asaf Muammer, Mahmut Kıyıcı, Halil Soyuer, Ali Rıza Alp, Ali Rıza Özer, Yahya Benekay, Talat Tekin, İsmail Ali Sarar, Suat Yeşilyurd, Vedat F.Belli, Ali Fuat Başgil, Tahir Örnek, Muzaffer Uyguner, Ziya Demirel, Osman Selçuk, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Osman Nedim Tuna, Hasan Fevzi, Tarık Buğra, Zeki Ömer Defne, Salahattin Köseoğlu, Rıfat Necdet Evrimer, Necati Karabacak...” Görüleceği üzere dergi çok canlı ve bir döneme iz bırakmış ve hala etkisi devam eden düşünce erbabını bünyesinde barındıran bir kadro ile fikriyatını neşretmiştir.
NOT: Bu başlık, yazı üç bölümden oluştuğundan ve her bir yazının başlığında farklı dönem tarihleri olduğundan dolayı, meseleyi özetlemek adına, yazının bütünlüğünü bozmadan bizim tarafımızdan uygun görülmüştür. Adı geçen yazıların başlıkları, metin içerisinde bold harflerle gösterilmiştir. (Editör)
Kaynak: yenisoz.com.tr