“Bir kaleye bakın herhangi bir kaleye. Sonra onu kale yapan ana unsurları düşünün. Bin yıldır hiç değişmemişlerdir...
Bir lokasyonu yani yeri. Göz alabildiğine geniş bir alana hakim yüksek bir konum.
İki korunma. Yüksek duvarlar. Cepheden saldırıya karşı koyabilecek kadar güçlü.
Üç bir garnizon. Öldürmek için eğitilmiş ve istekli adamlar.
Dört bir bayrak. Adamlarınıza “Siz askersiniz bu da bayrağımız. Onu kimse eline geçiremez” dersiniz. Sonra da onu herkes görebilsin diye göndere çekersiniz. İşte artık bir kaleniz vardır.
Bunun diğerleriyle tek bir farkı olur. Onlar insanları dışarıda tutmak için yapılmıştır, bu ise içerde tutmak için.” diye tarif eder hapishaneyi General Irwin rolüyle Robert Redford, The Last Castle/Son Kale filminde...
Evet, hapishanelerimiz var. İsimleriyle meşhur olan. Tıka basa dolu hem de. Silivri, Kandıra, Metris vb. Bir çeşit af da diyebileceğimiz infaz kanunundan önce 450 bin civarı mahkûm vardı. İçeridekilerin sayısının azaltılması hoş. Keşke tutukluların tümünü rehabilite edip salabilmek mümkün olsa. Tamamen toplumun hayrına olurdu ayrı konu. Salınabilmesi mümkün olan herkesin içeriden çıkamamış olması rahatsızlık uyandırmıştır. Tüm vicdanlara sinecek daha kapsamlı bir af olabilirdi.
Sözü içerideki mahkûmlara getireceğim. Bebekleriyle beraber 10 mahkûm kadının resmini gördüm sosyal medyada. Ben bir yetişkin olarak bulunduğum eve tek başıma sığmazken, çocuklu annelerin haddinden fazla dolu olan bir koğuşta yaşamalarında ısrar etmenin, çokta insani olmadığını düşünüyorum...
Filmde hapishane kontrolünü eline geçirmek isteyen General Irwin, isyanda yapılacak son hamlenin bayrağın ters şekilde göndere çekilmesi olduğunu söyler. Zira bayrağı ters çevirip göndere çektiğinizde, yardım talep etmiş olursunuz. “Kale düştü” demektir bu. Uluslararası yardım çağrısıdır aynı zamanda.
Filmin bu sahnesi ile isyana davet ediyormuşum gibi bir subliminal mesaj vermekle itham edilmeyeyim de. Benzeri bir suçlama Canan Kaftancıoğlu’na yapıldı zira. Gündemin bu şekilde değiştirilmesi “ya salgının son bulduğuna işaret veya salgının kontrol edilemediğine” dair çağrışımlar uyandırıyor kamuoyunda...
Velhasılı kelam; içeride hastalanması mümkün olan herkese, siyasi mahkûmlara ve kime imkân tanınabilecekse, en azından denetimli serbestlikle kontrol sağlansa, bunu da geçtim en azından bine yakın bebekli annenin bayrağı ters çevirip göndere çekmesini beklemeden, ayağına elektronik kelepçe şeklinde bir çözümle bu uygulanabilir zannımca. Annelerin salınması bile, başlı başına bir moral motivasyon kazandıracaktır ülkeye...
Bu salınma işlemini bile, AKP’nin piar çalışmalarını yürütenler öyle güzel sunarlar ki, bin aileden belki de daha fazla insandan rey devşirebilirler. Bu da benden iktidara oy devşirmek için acizane bir fırsat olarak sunmuş olayım diyeceğim ama o çok nam-ı değer danışmanların, dışarıdan akıl almaya pek ihtiyaçları da yok görünüyor.
Çözüm üretmek zor değil fakat yok saymak her zaman daha kolaydır. Genelde uygulanan hüküm de budur.
Anneyle zor, annesiz daha da zor...
Hangisi daha zor diye içeridekilere sormak lazım.
En azından çocuklar dört duvara mahkûm edilmesin.
Ramazan’da çifte bayram yaşamaya içeridekilerin de hakkı var.
O çocukların uçurtmalarını vurmayalım, daha geniş bir gökyüzüne salınmalarına imkân tanıyalım.
@VEYSDNDAR1