Tarih: 24.12.2022 12:24

Hanuka muhasebesi

Facebook Twitter Linked-in

Dün (23 Aralık), İsrail’in en önemli gazetelerinden The Jerusalem Post’ta, dikkat çekici bir makale yayınlandı. Brian Blum imzalı makale, “Netanyahu’nun hükümeti, İsrail iç savaşına mı yol açacak?” başlığını taşıyordu. Gazetenin spota taşıdığı cümleler ise şöyleydi: “Smotrich, Maoz ve Goldknopf’un teokratik ekstremizmi, Yahudiler arasında yeni bir iç savaşı tetikleyecek mi? Düşmanlarımız, içimizdeki çatışmadan istifade edecekler mi?”

İsrail tarihinin en aşırı sağcı hükümetini kuran Benyamin Netanyahu’nun yeniden başbakanlık koltuğuna oturmaya hazırlandığı şu günlerde, Brian Blum’un yazısı, Yahudi dünyasında kutlanan Hanuka Bayramı’nın tarihî bağlamına atıflar taşıyordu. “Işık bayramı” olarak da bilinen Hanuka’nın, Filistin topraklarında Yahudilere baskı yapan Selevkoslara karşı direnişi (M.Ö. 160 civarları) ve Yahudilerin özgürleşmesini sembolize ettiğini hatırlatan Blum, sonrasında iktidara gelen Yahudi Haşmonayim yönetiminin ülkede iç savaşa yol açtığının altını çiziyordu. Blum’a göre, o dönemde kurulan bağımsız Yahudi devletinde dindar-seküler kavgası alevlenmiş, bunun üzerine bir de yönetici elitler yolsuzluklara gömülünce, hikâye sona ermiştir. 70 yılında Romalıların Kudüs’ü tamamen altüst ederek Yahudileri sürgüne göndermesi de “doğal bir netice”dir.

“İsrail devletinin ebedî olacağını ve sonsuza kadar burada [tarihî Filistin topraklarında] kalacağını hayal etmeyi çok seviyoruz. Ancak bu, Yahudilerin kendi tarihinin işaret ettiği bir durum değil. Bilakis, tarihte bağımsız yönetimler kurabildiğimiz dönemler oldukça kısa” diyen Brian Blum, sözü Netanyahu’nun oluşturduğu yeni kabineye getirerek, müstakbel İsrail hükümetini Haşmonayim iktidarıyla kıyaslıyordu.

Dindar Siyonist Parti lideri Bezalel Smotrich’in “Devletin Tevrat’a ve Yahudi dinî geleneğine göre işlemesini istiyoruz. Tevrat’a tabi olursak, ekonomik bolluk ve bereketle ödüllendiriliriz” ifadelerini hatırlatan Blum, yeni hükümette Yahudi kimliğinden sorumlu bakanlık koltuğuna oturması beklenen Avi Maoz’un bir cümlesini alıntılıyordu: “Gerçek Yahudiliğe zarar vermeye çalışan herkes karanlıktır. Sözde liberal bir din yaratmak isteyen herkes de aynı şekilde karanlıktır.” Blum ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği Partisi’nin lideri Yitzhak Goldknopf’tan bahis açarak, onun şu cümlelerini okura duyuruyordu: “İngilizce ve matematik eğitiminin ülkemizin ekonomik ilerlemesinde herhangi bir katkısı olduğuna inanmıyorum.”

“Netanyahu her ne kadar İsrail’i dinî kuralların yönlendirmeyeceğinden bahsetse de, onun sözleri koalisyon ortaklarının kulağına gitmiyor” diyen Brian Blum, yazısını Siyasî Siyonizm’in modern dönemdeki kurucusu Theodor Herzl’den yaptığı bir alıntıyla bitiriyordu: “Hahamların bizi yönetmesine müsaade mi edeceğiz? Hayır! Din bizi birleştiren bir şey, ama biz -zorla da olsa- bilgeliğin ve bilimin peşinden gideceğiz.”

Yahudi dünyasında, Brian Blum’un yazdıklarını muhtemelen çok az insan ciddiye alacak. İsrail’in içeriden çatırdamaya başladığı ve ömrünün giderek kısaldığı gerçeğini duymak, Yahudilerin hoşuna gitmiyor çünkü. Oysa Blum’un da açık bir şekilde ifade ettiği üzere, tarihin gösterdiği çok mühim hakikatler var ve gözlerimizin önünde ayrıntılı bir tekerrür sahneleniyor. Görebilen için.

İsrail’i kuran Siyonist kadrolar, bırakın dindar birer Yahudi olmayı, çoğunlukla ateist veya en iyimser ifadeyle agnostikti. Ortadoğu gibi dine atıf yapmadan herhangi bir adım atmanın mümkün olmadığı bir coğrafyada, Siyonistler Filistin’in işgalini Tevrat’la temellendirmek durumundaydılar. “Seküler bir devlet kuruyoruz” diyemezlerdi. Yahudi kitleleri peşlerinden sürüklemek için, asla inanmadıkları bir kitaptan alıntılar yaparak, Filistinlilerin yurtlarından kovulması projesini hayata geçirdiler.

Köprünün altından çok sular aktı. İsrail’in kuruluşunun üzerinden 70 küsur yıl ancak geçmişken, dindar Yahudilerle seküler Yahudiler arasındaki boğuşma, artık gizlenemeyecek boyutlara ulaşmış bulunuyor. Bu tabloya, farklı Yahudi sınıfları (Aşkenaz, Sefarad, Mizrahi vb.) arasındaki ölesiye nefreti ve işgal edilmiş toprakların her tarafına kanser hücresi gibi yayılan yerleşimci Yahudileri eklediğinizde, İsrail’in ne büyük bir krizin içine yuvarlandığı açık şekilde görülür.

Bu satırları, “ellerimizi ovuşturalım diye” yazıyor değilim. Zira aynayı kendimize tuttuğumuzda, İslâm dünyası içindeki çatışmalar da pek yüzümüzü ağartacak cinsten değil. İsrail kendi içinde çatırdayadursun, bizim de tarihin ibret vesikalarını yeniden hatırlayıp geleceğimizi buna göre planlamak dışında bir seçeneğimiz bulunmuyor.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —