Hangisi daha AK Partili: Arınç mı, Bahçeli mi?

Yıldıray Oğur yazdı;

Hangisi daha AK Partili: Arınç mı, Bahçeli mi?

Devlet Bahçeli’nin dün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmayı izlerken insanın gözü ister istemez takvime kayıyor.

2020 yılındayız ve hala böyle bir konuşma izleyebiliyoruz.

Bahçeli, Arınç’a “Çarpıklık, ahmaklık, ihanete yataklık”, Davutoğlu’na “İşbirlikçi ve iradesiz Serok Ahmet”, İmamoğlu’na “Laçka, gafilce, kendini bilmez, virüs kadar tehlikeli” dedikten sonra bütün iltifat haklarını ise cinayete azmettirmekten 20 yıl hapis yatıp afla serbest kalan, daha geçen ay tekrar bir cinayeti azmettirmekten 18 yıl hapis cezası almış, ana muhalefet liderini açıkça tehdit etmiş Çakıcı için kullandı. 

Bir de üstüne, haklarında henüz herhangi bir mahkeme kararı olmayan Kavala ve Demirtaş’la ilgili sözleri yüzünden Arınç’ı suçluyu övmekle suçladı.

Devleti en çok düşünenlerin devletin itibarını yerle bir ettiği, bekamızdan en çok endişe edenlerin bekamızı en fazla zora düşürdüğü zamanlardan, “hukukta reformu boş verin, standart devlet yerinde kalsın yeter” dedirten günlerden geçiyoruz.

Ama Bahçeli’nin konuşmasının arada kalan, dikkat çekmeyen esas şu cümlesi üzerinde daha fazla kara kara düşünmeyi hak ediyor:

"Sayın Arınç nereye varmak, ne yapmak istiyorsun? Aslına mı çekiyorsun, nesline mi özeniyorsun? Nedir seni teröristlere sempatiyle baktıran?"

“Aslına mı çekiyorsun, nesline mi özeniyorsun?” cümleleriyle neyi ima ettiği malum. 

Arınç’ın siyasi çıkışını kökenlerine bağlıyor.  

Bir rivayete göre Arınç’ın ataları Bitlis Ahlat’tan Manisa’ya göçmüş Kürt bir aile. Ergun Poyraz’ın 2000’lerde ulusalcıların elinden düşürmediği kitaplarına göre de Yahudi.

Bahçeli,  ilk kez siyasi tavırları etnik kökenle izah etmiyor.

Henüz Cumhur İttifakı Tanrı Dağları’nda bir kum tanesi bile değilken, sık sık Erdoğan’ın yanlış siyasetlerini “Potomya”lılığına bağlardı, hatta çözüm süreci döneminde bir keresinde “sen Gürcü, eşin Arap, Bilal ne o zaman” diye bile sormuştu.

İlişkilerin ısındığı ama Cumhur İttifakı’nın da henüz kurulmadığı 2018’de, Danıştay’ın Andımız’ı tekrar serbest bırakan kararını eleştiren Bekir Bozdağ için de şöyle demişti: 

“Sayın Bozdağ Kürdüm, özgürüm diyebilir. Dilini tutan yoktur. Sus otur yerine diyen de yoktur. Buyursun, mizaç ve meşrebine müzahir değerlendirmesini yapsın. Türk milleti kendisini en güzel ve yüksek mevkilere taşımıştır. Ama kendisi Türk milletini düşürmeyi aklından geçirmesin  Andımızı fıtrat ve köküne uygun okumak isteyen varsa kendi bilir. Ancak Türk milletinin Andına kimse karışmasın, hiç kimse ortalığı karıştırmasın. PKK'lıyım, bölücüyüm, Kürdistan için çalışırım diyen varsa cezası bellidir, sonuçlarına katlanacaktır. Uyarıyorum, Sayın Bozdağ buna çok dikkat etsin. 81 ilde basın açıklaması yapan malum bir sendikanın başkanı da durum muhasebesi ve özeleştiriyi yapacak milliliği göstersin."

Ama bu ağır sözleri söylediği zamanlarda Erdoğan’dan sert cevaplar da almıştı. Erdoğan, Bozdağ’a sahip çıkmıştı. 

Ama iki yıl sonra bugün ne Erdoğan ne de AK Parti’den bir ilçe gençlik kolları başkanı bile Arınç’ın “aslı ve nesli”ne yapılan bu tuhaf göndermeye bir şey diyemeyecek. 

2009’da, 2014’de hatta 2018’de söylendiğinde ırkçılık olarak ayıplanacak bu konuşma 2020 yılında söyleyenin yanına kar kalacak.

Çünkü artık bu o kadar da ayıp değil. 

Bugün AK Partililerin çoğunluğu kendilerini, çok daha “büyük ve kutlu” bir davada müttefikleri olan Bahçeli’ye, AK Parti’yi kuran üç kişiden biri olan Arınç’tan daha yakın hissediyor.

Hatta 25 yıl Ankara’yı yönetmiş Melih Gökçek, Bahçeli’nin bu sözlerini paylaştı, “Merak ettim, Arınç’ın aslı ne nesli ne” diye sordu.

Bunu sadece “parsel parsel arsa” tartışmasından kalan kiniyle de yapmıyor muhtemelen.

Sahiden de Bahçeli gibi düşünüyor. 

Ve yalnız değil. 

Yalnız olmadığını anlamak için İmamoğlu’nun Pontusluğu ve Rumluğu üzerine son bir yılda AK Parti cenahında edilen lafları, yazılan yazıları hatırlamak bile kafi.

Daha beş yıl önce milliyetçiliği ayaklarının altına aldığını söyleyen AK Parti’nin bakanlarından, milletvekillerinden, Cumhurbaşkanı’na en yakın isimlerden “Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır” ,“Rabbim Türk’ün şanını yüceltsin” gibi sözler duymak artık hiç şaşırtıcı değil. 

Bir zamanların İslamcılarının milliyetçilik ve kavmiyetçiliğe karşı hassasiyetlerinden geriye pek bir şey kalmadı. 

Artık kimse Babanzade Ahmet Naim’in “İslam’da Kavmiyetçilik Yoktur” risalesini hatırlamıyor.

90’larda İslami kesimin en ileri, demokrat dergileri olan Girişim’i, Yeni Zemin’i çıkarmış Mehmet Metiner’in Çakıcı’nın Kılıçdaroğlu’na aleni tehdidini tevil edecek hale gelmesi sadece ona has bir savrulma değil.

AK Parti’ye yakın entelektüellerin ve tabanının çok önemli bir kesimi Cumhur İttifakı süresince milliyetçileşti, devletçileşti, bir kısmı da bunun doğal sonucu olarak MHP’lileşti. 

Devletin sahibi olmak, terörle mücadele, dışarıdaki operasyonlar, laik, liberal ve sol düşmanlığı bu söylemin gücünü artırdı.

Küçük ortak olmasına rağmen MHP baskın ve sert ideolojisiyle daha muğlak, köşesiz bir ideolojik çerçeve üzerine kurulu AK Partilileri içine doğru çekti, çekiyor.

Ama esas kayışı zaten rakamlar anlatıyor. 

31 Mart 2019 yerel seçim sonuçları manzarayı net biçimde ortaya koymuştu.

MHP, Cumhur İttifakı kapsamında olmayan illerden Erzincan, Karaman, Amasya, Çankırı, Kastamonu, Karabük, Bartın, Kütahya ve Bayburt'ta belediye başkanlıklarını AK Partili adaylara karşı kazandı. 

2014 yılında  bu illerden sadece Bartın ve Karabük MHP’nin elindeydi.

AK Parti’nin kalesi olan Rize’de bile MHP, Çayeli, İkizdere ve Derepazarı gibi ilçelerde başkanlıkları AK Partili adaylara karşı, eski AK Partili adaylarla kazanabildi.

MHP, AK Parti’ye ders vermek isteyen, bir nedenle küsen seçmenin çok rahat gidebildiği bir parti haline geldi. 

Oy oranı yüzde 10’ların biraz üzerindeyken, içinden yüzde 10’u aşan İyi Parti gibi bir parti çıkmasından sonra bile hala MHP’nin yüzde 10’larda kalabilmesini belki matematik açıklamıyor ama AK Parti’den kayan bu oylar açıklıyor. 

Artık AK Parti ve MHP ortak bir seçmen havuzuna sahipler. Bu iki seçmen kitlesi daha ideolojik olanlar dışında birbirine benzeşiyor. Tabii ki bunun kazananı da daha geniş bir havuzda yüzmeye başlayan MHP oluyor.

Ekonomik krize, Gelecek ve DEVA partilerine rağmen, hala Cumhur İttifakı’nın neredeyse bütün anketlerde yüzde 45-48 bandında kalmasının sırrı da burada gizli. 

AK Parti’den kopan oyların bir kısmı MHP’ye gidiyor. 

ADHOC araştırmadan Ulaş Tol, Perspektif sitesindeki yazısında bunu şöyle açıklıyor:

“Evet AK Parti’de düşüş var ama hâlâ Cumhur İttifakı’nın oyu %45-48 bandında (hatta kimi şirketler daha da yüksek buluyor). Bir başka deyişle, AK Parti çoğunluk enerjisini kaybetti ama hâlâ açık ara birinci parti...Kopuş dinamiğinde diğer bir ilginç durum ise AK Parti ve MHP’nin oy kaybı toplamının Cumhur İttifakı oy kaybından daha fazla olması ve MHP’nin oy oranında önemli bir değişim olmaması. Bunun sebebinin AK Parti’den kopan kesimlerin bir kısmının ya da rahatsız olup da kopuş eşiğinde olanların, bahsettiğimiz adressizlik sendromu nedeniyle, zaten içerden gördüğü MHP’ye yönelmesi. AK Parti’den yola çıkıp MHP’de mola veren (kalıcı olmadığı söylenebilecek) bu oylar sayesinde, MHP, kendisi de önemli bir oy kaybetme eğilimine girmiş olmasına karşın, henüz oy oranlarını muhafaza ediyor.”

Bu, Cumhur İttifakı halindeyken olan akış.

Ya MHP, Cumhur İttifakı’ndan ayrılırsa ve bu ayrılığın sebebi Demirtaş, Kavala, Kürt meselesi gibi bir milliyetçi hassasiyetlere dokunan bir konu olursa, son beş yıldaki propagandayla MHP’lileşmiş, milliyetçileşmiş AK Parti seçmeninin bir kısmı kimi seçer?

Aslında Erdoğan ve Abdülhamit Gül’ün reform çıkışları için bir ön açma olabilecek Arınç’ın konuşmasına AK Parti cephesinden, kitlesinden, trollerinden, gazetecilerden gelen sert refleks bu konuda bir fikir veriyor. 

Yani MHP’ye olan mecburiyet sadece matematiksel bir ittifak mecburiyeti değil, aynı zamanda kopuşun maliyetinin daha büyük olmasından duyulan endişeden de kaynaklanan bir mecburiyet. 

AK Partililik uzun süredir artık AK Parti seçmenini kesmiyor. 
O yüzden pek çoğu kendisini AK Partili değil, Reisçi olarak tanımlıyor. MHP bu Reisçiliğin duygularına daha iyi hitap eden bir parti.

MHP’nin temsil ettiği milliyetçi devletçilik, yabancılara ve farklılıklara düşmanlık bu ülkedeki fabrika ayarımıza çok yakın bir pozisyon. 

“Gavur”a karşı hınç duygusu, bölünme korkusu, devlete aşırı sadakat, ataerkillik neredeyse içgüdüsel siyasi pozisyonlar. 

AK Parti kitlesinin de uzun yıllar törpüledikleri bu ‘hasletleri’ son beş yılda gelişti, daha baskın hale geldi. 

Yani AK Parti, kendi kendine yarattığı bu aşırı milliyetçi, devletçi, güvenlikçi, içe kapanmacı söylemin esiri haline gelmiş durumda.

Belki de esiri demek artık doğru değil, artık AK Parti böyle bir parti. Hatta AK Parti bile değil, AK Parti seçmeni böyle bir seçmen. 

Erdoğan’ın “şimdi reforma dönüyoruz”, “şimdi tekrar geleceğimizi Avrupa’da görüyoruz” pragmatizmini bile kaldıramayacak, onunla birlikte hareket etmesi her geçen gün zorlaşan bir katılaşma içinde AK Parti kitlesi.

Yani AK Parti artık, 2001’de Arınç’ın kurucusu olduğu parti değil. AK Partililer de ona oy verip, Meclis’e gönderen aynı seçmenler değil.

Bir organize suç örgütü liderinin gün aşırı övülmesinden, insanların kökeni üzerinden siyasi analizler yapılmasından o kadar da rahatsız olmayan, bunu daha büyük kutsal ve milli davalar için rahatça meşrulaştırabilen, her türlü itirazı susturulması gereken fitne olarak gören insanların çoğunlukta olduğu bir parti artık AK Parti.

Arınç, AK Parti içinde, eski AK Parti’yi temsil eden son isimlerden biriydi. 

Dün hatıratı ve verdiği röportajlarda AK Parti’nin devletleşmesini, milliyetçileşmesini ve Kürt siyasetini eleştirdiği için disipline sevk edilen eski Diyarbakır milletvekili İhsan Arslan da o kurucu değerleri temsil eden isimlerden biriydi.

İkisinin de ısrarla parti içinde kalma, itirazlarını içeriden dillendirme çabasının ne kadar beyhude olduğu son olaylarla birlikte ortaya çıktı. 

Artık içeride ikisinin eleştirilerini dinleyecek hatta anlayacak pek kimse kalmadı, fikirleri muhtemelen demode bulunuyor. 

Belki Arınç, Cumhurbaşkanlığı istişare kurulundan istifa ederken AK Parti’den istifa etmediğinin altını çizdi ama AK Parti zaten çoktan o ve diğer kurucularından istifa etmişti.

Partinin kurucuları için bunu kabul etmek kolay değil ama artık Arınç’a değil, Bahçeli’ye yakın bir AK Parti var.