Barış Pınarı harekatının ABD ile anlaşmalı olarak durdurulması iyi mi oldu kötü mü?
Önce şunu belirteyim; “kiyaset” akıllılık, basiret demek. Kadim kültürümüzde çok kullanılırdı. Bir süredir hamaset, ne kadar kiyasetimiz varsa onu da eritiyor.
Ama en akılalmaz hamasetlerden sonra bile yine kiyasete dönme ihtiyacı doğuyor.
‘TOKAT GİBİ CEVAP’
16 Ekim salı günü, Mike Pence ve beraberlerindeki heyetin gelmesi bekleniyordu. Sky News muhabiri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sordu:
“Amerikan delegasyonu geliyor, bunun için endişeli misiniz?”
Canlı yayında Erdoğan’ın cevabı:
“Niye endişeli olayım. Ben dimdik ayaktayım. Onlar karşıtlarıyla görüşecek. Ben Trump geldiği zaman konuşurum.”
Ve ânında iktidarın bütün yayın organlarında flaş manşetler:
“Başkan Erdoğan’dan Sky News muhabirine tokat gibi yanıt: Ben Trump geldiği zaman konuşurum.”
Ve aradan bir saat geçmedi, İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un açıklaması geldi:
“Sayın Cumhurbaşkanımız, Ankara’da bulunan ABD heyetini kabul etmeyeceklerini ifade etmişlerdir. ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ve beraberindeki heyetin yarın kabul edilmesi planlanmaktadır.”
Erdoğan belli ki kararlılık ifade etmek istemişti, fakat kiminle görüşeceği konusunda canlı yayındaki sözleri bir ‘sürç-i lisan’dı, diplomatik sorunlara yol açmasın diye Beştepe’den düzeltilmişti…
AŞIRI DOZ
Haberi olduğu gibi vermek varken niye “tokat gibi” nitelemesi yapılır?
Güç, heybet, üstünlük psikolojisinden.
Erdoğan’ın defalarca “Osmanlı tokadı” terimini kullandığını biliyoruz.
TRT’deki İngiliz elçisini “tokatlayan” Abdülhamid kurgusu da aynı hamasi siyasetin ürünüdür.
Osmanlı coğrafyasına atıflar… “Gönül coğrafyamız” diyerek bugün bağımsız ve eşit devletlerin sayılması… Suriye’yi anlatırken “terörle mücadele” gibi doğru ve hukuki bir tanımla yetirmeyip Erdoğan’ın konuşmalarında Selahaddin Eyyubi’nin kabri gibi referanslar…
İfade edilmeyen bir ‘eski topraklar’ özlemiyle “2.5 milyon metrekare olan topraklarımızın büyüklüğü Lozan’da 700 bin metrekareye düştü” (bazen 1.5 milyon diyorlar!) şeklindeki yaygın söylemler…
Halbuki Sevr’de karar verilen bağımlı 350.000 kilometre kareden, Lozan’da bağımsız 700 bin, Hatay’ın katılımıyla 780 bin kilometreye kareye çıkmıştık.
Elbette bütün büyük tarihi olaylar anılır; Malazgirt, Fetih, Preveze, Çanakkale Milli Mücadele… Fakat “tarih” olarak anılır ve anılmalı…
Batı’da böyle yapılır; tarihte kaldığı gösterilerek, bugün yeniden düşmanlıklara yol açmaktan sakınarak yapılır.
Ama “tarih”te kalmayıp bugün uygulanan siyasetlere hamasi referanslar katmak, evet kitleleri coşturuyor, oy getiriyor ama rasyonel olması gereken siyasete aşırı dozda hamaset katılması diplomaside sorunlara yol açıyor.
Yaşayan en saygın tarihçilerimizden Şükrü Hanioğlu o coğrafyaların Türkiye’yi “emperyal ihtiraslara sahip tehdit” olarak gördüğüne dikkat çekerek bir uyarı yazısı yazmıştı, önemle tavsiye ederim. (Sabah, 23 Ekim 2016)
O coğrafyalarla ilişkilerimiz tarih referanslarına değil jeopolitik, iktisadi ve siyasi referanslara ve eşitlikçi bir dile dayanmalıdır.
Milliyetçi özlemlerimiz her alanda çağdaş gelişmiş ülkeler düzeyine çıkmaya odaklanmalı, dilimiz bunu konuşmalıdır.
ABD İLE ANLAŞMA
ABD’ye de “ömürlerinde hiç Osmanlı tokadı yememişler” diye tepki gösterdiğimiz bile oldu. (13 Şubat 2018)
Ama Barış Pınarı’nın 10. Gününde ABD ile anlaştık, harekatı durdurduk.
13 Maddelik bu anlaşma zafer mi, hezimet mi? Erdoğan’ın cevabı şu:
“Görüşmeler sonunda geldiğimiz aşamayı zafer ya da mağlubiyet gibi değerlendirmeyi doğru bulmuyorum. Özellikle devlet arasında bir zafer şeklinde değerlendirmek yanlış. Teröre karşı zafer.”
ABD ile bu anlaşma isabetli olmuştur. Barış Pınarı askeri olarak da diplomatik olarak da iyi yürütülmüştür.
Trump yazdığı o çirkin mektupla kendi ülkesinde bile alay konusudur; Erdoğan’ın bunu sorun yapmayıp söz konusu anlaşmayı sağlaması, ABD ile ilişkilerin gelişeceğini de vurgulaması isabetlidir.
Onun için “hamasetten kiyasete” diye ümitlendim, tabii ne kadar sürer ayrı mesele.
Teröristler salı gününe kadar tamamen çekilse ve anlaşma tümüyle gerçekleşse bile Suriye’de hâlâ önümüzde ağır sorunlar ve riskler var. Bunları yazıyorum, yine yazacağım…
O sorunların çözümünde Türkiye hamasetle değil, ancak kiyasetle olumlu gelişmeler sağlayabilir.