Halifenin Düşüşü

Halifenin Düşüşü adlı dizi film, medyada çıkan haberlere göre, Türk muhafazakâr sinemasının önemli isimlerinden sinemacı ve yönetmen Mesut Uçakan tarafından Türkiye'ye getirilmiş ve tv’de gösterime girmişti.

Halifenin Düşüşü

Sait Alioğlu Yazdı;

Katar yapımı olan ve Osmanlı'nın son dönemi ile birlikte Sultan 2. Abdülhamid Han'ın iktidar sürecinde vuku bulan toplumsal, siyasal vb. hadiseleri ele alan, çekimleri çeşitli Arap ülkeleri olmak üzere bazı sahneleri Türkiye'de çekilen, oyuncularının büyük çoğunluğunu Arap sinema ve tiyatro sanatçılarının oluşturduğu "Halife'nin Düşüşü" adlı dizi film, Ramazan'ın ilk gününden (2013 Ramazanı) bayram ertesine kadar KANAL A'da ramazanın her günü iftar sonrasında, akşam kuşağında seyirciyle buluşmuştu.

Bu film, medyada çıkan haberlere göre, Türk muhafazakâr sinemasının önemli isimlerinden sinemacı ve yönetmen Mesut Uçakan tarafından Türkiye'ye getirilmiş olup diziden, Star gazetesinin televizyon sayfasının filmle ilgili olarak verdiği bir tanıtım yazısıyla haberdar olmuştuk.

Dizide, Sultan 2. Abdülhamid Han'ın saltanatı öncesi vuku bulan Sultan Abdülaziz'in katli, ondan sonra tahta geçen Sultan Murad'ın oldukla kısa süren saltanatı, Balkanların ve Kırım'ın elden çıkışı ve bunlarla birlikte birçok cephelerde süren savaşlar, toprak kaybetmeler, yenilgi ve geri çekilmelerin akabinde belirginleşen 1. Meşrutiyet'in ilanı, o dönem açısından oluşturulan ‘Batı tipi meclis' ve bu gerekçelerle başlayan, günümüze dek süre gelen demokrasi deneyimleri, meclisin sultanın emriyle kapanması, daha sonra ilan edilen, edildiği üzere, varolan sistem tarafından pek de iyi karşılanmayan olayla hikâye edilmekte. Gerek dönemin Batıcı, Türkçü aydınları -ör. Sarıklı İhtilalci lakaplı Ali Süavi- gerekse devletin ve toplumun ıslahı öncelenmelidir kaygısıyla hareket eden İslâmcı aydınları/münevverlerin topyekûn bir ‘sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik' ve en önemli de çağa mesajını sunması düşünülen kaynaklara -Kur'an ve Sünnet- dönme çabalarını dizi boyunca görmekteyiz.

Filmden bazı kareler...

Otuz ramazan boyunca bir aylık zaman dilimine yayılmış ve dizi formatında çekilmiş bir eserin baştan sona ‘mota mot' aktarımı en başta hafızayı zorlamakla birlikte, bütünlüğü de mümkün kılmamaktadır. En iyisi, dizinin ya yeniden yayımlanırsa, televizyondan, ya da salt ticarî açıdan piyasaya sunulursa -şimdiye kadar sunulmadı galiba- interaktif ortamda izlenerek değerlendirilmesi gerekir.

Aklımızda kaldığı kadarıyla; "Sultan 2. Abdülhamid Han'dan önce saltanat makamında bulunan Abdülaziz'in bir saray komplosu sonucu suikaste kurban gitmesi akabinde gelişen ve zamanla çetrefilleşen olaylar zinciri" filmin gidişatını oluşturmaktadır.

Bir sahne...

Başta Osmanlı'nın öteden beri tevarüs ettire geldiği- sözde Sünni paradigmaya bağlı, ama yer yer heterodoks öğeler taşıyan- din anlayışına binaen şeraitle birlikte, başa baş götürülmeye çalışıldığı, adeta toplumun kılcal damarlarına sirayet etmiş bulunan tasavvuf olgusunun -ki onunda bir felsefî temeli vardı- bir zaman sonra manevi tatminden çıkıp siyasî bir çehreye bürünmesi sonucunda karşımıza çıkan tasavvuf yapısı, yerine göre sultanın emrinde, yerine göre de sair saltanat sahiplerinin zor ve baskıyla karşılaştıkları dönemlerde, oraya, yani tekkeye sığınmaları filmde de kendini göstermektedir.

Bu kabilden olmak üzere, çoğu kez sultanın rüya âlemine dalıp kendini Mevlevi kıyafetleri içerisinde kendini Mevlevihane de bulması oldukça ilginç ve dikkat çekici olmalıdır. Ki bunun görüngü ile birlikte yaşanmışlığı söz konusudur evvel emirde. Böyle bir sahneye, şuan TRT 1'de her hafta Salı günleri akşam kuşağında yayımlanan ve "Bir Osmanlı Polisiyesi" üst başlığıyla izleyicinin beğenisine sunulan"Filinta Mustafa" dizi filmin bir sahnesinde de tanık olmuştuk.

Böyle bir farkındalık, senarist ve yönetmen tarafından ilgi çeksin diye senaryo üzerinden filme giydirilmiş olabilir, ama bu tür değişikliklere konu olacak durumların, bilebildiğimiz kadarıyla tarihsel bir karşılığı da mutlaka olmalı ki, işlenmiş olsun!

Bir sahne daha...

Sultan Abdülaziz'in bir suikaste kurban gitmesinin akabinde kardeşinin oğlu olan Murad'ın tahta çıkması, görevi sırasında geçirdiği psikolojik bir rahatsızlığa binaen görevden el çektirilmesi ve onun Dolmabahçe sarayında, oldukça iyi, ama sonuçta esir hayatı yaşamasını faturasının, Murad'ın annesi Çerkez asıllı Şefkafze Hanım tarafından saltanat makamına oturan 2. Abdülhamid'e kesilmesinin getirmiş olduğu kırgınlık ve nefrete vardırılan halin sonucunda, olan bitenin sultan tarafından, anneye aktarılma sorunu önemli bir sahne olarak kendini göstermektedir.

Sonuçta, Şefkafze Hanımda bir anne ve oğlu kanalıyla da saltanatı, götürülerine oranla, onun getirilerini işin tabiatı gereği kimseyle paylaşmak istemeyen bir farklı durumu betimlemektedir, sonuçta...

Yanlış ya da doğru; görünen bu...

Bir diğer sahne...

Dönemin Batılı devletlerinin kendileri açısından bela olan Yahudi unsurların, hem kendilerini rahatlatma, hem onlara bir yurt oluşturma ve hem de sömürgecilik sonrası, olası bir uyanışla silkinip kendilerine gelmesinler diye ‘Müslüman Ortadoğu'nun özellikle de Osmanlı'nın genel anlamda bütünlüğünü tehlikeye atma ve bu gerekçelerle olası bir ‘İslâm belasından(!) kurtulma düşüncesi, filmde işlenişi açısından göze çarpan karelerden yalnızca bir kaçı idi...

Bize göre esas, ama başkalarına göre tali sahne olabilirdi...

Bu sahne Cemaleddin Afgani'nin Hindistan sürgünü ile birlikte, onun zoraki sürgünü olan Paris günleri ve yakın arkadaş çevresiyle birlikte çıkardıkları El-Urvetu'l Vuska dergisi'nin ses getirmesinin sultanın nezdinde oluştuğunu gözlemlediğimiz etkisinin, dizi boyunda kendini gerek senaryo ve gerekse de ‘önemli görüldüğü oranda' film kareleri bağlamında arz-ı ednan etmekteydi...

Son söz olarak şunları söyleyebilir miydik; Temeli doğu-Batı karşıtlığında belirginleşen ve günümüz açısından ise, adına ‘çağdaş paylaşım savaşı' denilen fiili durum muvacehesinde Sünni dünyanın alaybeyi konumunda bulunan Türkiye'nin kendi Kemalist vesayet dönemini, parantezi ile birlikte kapatıp yeni yüz yıla yeni bir Türkiye olarak girme düşüncesinin filizlenmesi ve sürgün vermesinin engellenmesi adına Batı'nın kapalı kapıları ardında alındığı belli olan emperyalist kararlara teşne olduğu düşünülen "yerli" güruhlara karşı, birazcık otoriter kaçsa da Recep Tayyip Erdoğan'ın misyonunu Sultan 2. Abdülhamid Han üzerinden işlemesi Katar'ın da bu savaşta yerini belli ettiğini göstermektedir.

Ki anladığımız kadarıyla, bir tarihi gerçeklik üzerinden, zamanlaması da gayet iyi tespit edilen böyle bir filmin, hiçbir yerde bahsi geçmiyor olsa da, emperyalistlerin iştahını kabartan Gezi Parkı isyanı sürecinde gösterime sokulması, tersinden bir algı operasyonu olarak okunabilirdi. Diziyi delilik edip tüm ramazan boyunca bizden başka izleyen var mıydı, bilmiyoruz, ama bizce bu filmi, sadece batılılara ve batıcılara bir cevap olsun diye değil, içe ve özellikle de Müslüman çoğunluğa yönelik olarak "kendiniz olun ve tarihinizle barışın!" mesajının verildiğini düşünmekteyiz. Ki bir açıdan doğru da değil midir?

Bununla birlikte yapılıp edilenleri, edilmek istenenleri ve hatta daha fazlasını görüp meseleyi kavramamıza rağmen, karşımızda batıya teşne güruhlar var diye artık tarih olduğunu düşündüğümüz geçmiş dönem karakterlerinin yapıp ettiklerini, yanlışı ve doğrusuyla, yaşayan özneler üzerinden meşrulaştırma ve tarihi yeniden kurma ve kurgulama ameliyelerine bir servet dökmenin adına kültür politikaları ve sinema sanatı diyebilirdik artık...

Tarihi perspektifi yakalama ve hakkı ortaya çıkarma niyetiyle dizi filmin CD'leri vb. bulunabilirse, ya da yayımlandığı kanalda "istek üzerine" tekrardan yayımlanabilirse iyi seyirler...

Halife'nin Düşüşü; Arap Bakış Açısından Osmanlı'nın Son Günleri
Sultan 2. Abdülhamid Han Dönemi ve Muhalifleri
Yayımlanan Kanal: Kanal A
Tv. Dizisi