Tarih: 11.04.2022 23:22

Halidiliğin Devrimci Karakteri

Facebook Twitter Linked-in

Nakşibendiliğin Mevlana Halid’den adını alan “Halidî” kolu devrimci bir karaktere sahiptir. Başta Şeyh Ubeydullah Nehrî, İkinci Şeyh Abdusselam Barzanî ve Şeyh Said olmak üzere önemli Kürt ayaklanmalarına öncülük eden şahsiyetlerin çoğu “Halidî”dirler

Halidiliğin Devrimci Karakteri

Örneğin Tebriz’deki İngiliz askerî ataşesi William Abbott, Şeyh Ubeydullah’ın kendisine gönderdiği belge niteliğindeki mektupta şunları yazdığını açıklamıştır:

“Kürtler bölünmüş bir halktır. Bu halkın mezhebi, adetleri, gelenek ve görenekleri öbür milletlerinkinden farklıdır. Gerek İran gerekse Osmanlı hâkimiyetindeki Kürt liderlerin tümü şu nokta üzerinde ittifak etmişlerdir: Bu iş Osmanlı Devleti ve Kaçar Devleti ile devam etmez. Avrupalı devletlerin dikkatini çekerek bizim durumumuzu daha dikkatle incelemelerini sağlayacak bir şeyler yapmak gerekir. Biz ayrı bir milletiz ve kendi yönetimimizi kendi elimize almak istiyoruz”.

Özellikle II. Mahmut ile beraber hızlanan Kürt beyliklerini tasfiye furyası ve bu bağlamda Kürdistan’ın doğrudan merkeze bağlanması beraberinde ciddi bir boşluk doğurdu. Kürt beylikleri ile Kürtler arasında meydana gelen bu boşluğu doldurma misyonu Halidî şeyhler tarafından üstlenilmiştir. Tabi ki bu şeyhlerin öncülük ettiği kıyamlarda çeşitli nedenlerle onların karşısında sistemin yanında yer alan teslimiyetçi şeyhler de olmuştur.  

BİRİNCİ BÖLÜM

NEHRÎ MEDRESESİ VE ÂLİMLERİ 

1. NEHRÎ MEDRESESİ 

Nehrî Köyü: Nehrî, Hakkâri’nin bugünkü adıyla Şemdinli ilçesine bağlı bir köydür. Seyyid Taha’nın oğlu Şeyh Ubeydullah, “Tuhfetu’l-Ahbab” adlı Farsça manzum eserinde kendi zamanındaki bu köyü kasaba, bağlı olduğu Şemdili’yi de nahiye olarak tanıtmakta ve ilgili beyitlerde şunları söylemektedir:

Yurt ve meskenimizin adı “Nehr” olmuş

“Pîr”lerin feyiz ve bereketi ile dolmuş

Nehr, o sınır topraklarında bir kasaba adıdır

Orası Kürdistan’dır; ne İran ne Rom’a bağlıdır

“Şemseddîn” verilmiş nahiyeye ad olarak

Allah orayı her çeşit zulümden etsin ırak

“Şemseddîn” asıl isim olarak konulmuş

Halk arasında “Şemzîn”  olarak yayılmış

Sadat-ı Nehrî (Nehrî Büyükleri, Seyyitleri): Nehrî büyüklerinin soyu Şeyh Abdulkadir Geylanî’ye dayanmaktadır. Şeyh Abdulkadir Geylanî’nin torunlarından Seyyid Ebubekir, Hülagu’nun zulüm ve baskısı neticesinde ailesiyle birlikte Türkiye-Irak sınır bölgesinde Herkî denilen mıntıkaya gelir ve orada Sutûnê köyüne yerleşir. Aile birkaç kuşak burada kaldıktan sonra Seyyid Taha’nın 4. kuşak babası olan Mela Hacı zamanında Humarû nahiyesine geçer. 

Abdulkadir Geylanî’nin Seyyid Abdulazîz adındaki oğlu Kuzey Irak’ın Akra şehrine gelmiş, oğlu Şemseddîn de Akra’dan bugünkü Şemdinli ilçesine yerleşmiştir. Humarû nahiyesinde Meleyan köyünü kuran ailenin bir kısmı Seyyid Taha’nın dedesi Seyyid Salih zamanında Diman köyüne yerleşir. Seyyid Salih’in iki oğlundan biri olan Seyyid Abdullah (diğer oğlu Seyyid Ahmed’dir) Mevlana Halid’den hilafet aldıktan sonra onun emri üzerine kardeşi Seyyid Ahmed ile birlikte Nehrî köyüne yerleşirler.

Mevlana Halid, Nakşibendî Tarikatını yaymaya başlamadan önce Nehrî büyükleri Kadirî idiler. Mevlana Halid, memleketi Süleymaniye ve çevresinde Nakşibendiliği yaymaya çalıştığı sırada onun mürşitliğini kabul edip halifesi olan Seyyid Abdullah Nehrî ve yeğeni Seyyid Taha Nehrî’den başlayarak tüm aile peyderpey Nakşibendî/Halidî tarikatına geçmişlerdir.

Nehrî Medresesi: Nehrî Medresesi ve Tekkesi bölgedeki birçok medrese ve tekkeye nasip olmayacak şekilde zamanla Osmanlı Devleti tarafından resmî medrese ve tekke statüsüne kavuşturulup görevlilere kuruş üzerinden maaş bağlanmıştır. Örneğin:

Müderris Mahmud Efendi’nin maaşı 25

İmam Abdulvahid Efendi’nin maaşı 20

Müezzin Abdulgafûr Efendi’nin maaşı 15 olarak tespit edilmiştir.

Bunun yanında Seyyid Taha’nın aile ve yakın akrabaları da maaş almışlardır. Örneğin:

Oğlu Şeyh Ubeydullah’ın aylığı 200

Oğlu Alauddîn Efendi’nin aylığı 200

Amcazâdesi Seyyid Ali Efendi’nin aylığı 200

Yeğeni Muhyiddîn Efendi’nin aylığı da 50 olarak belirlenmiştir

2. NEHRÎ MEDRESESİ’NDE İZ BIRAKAN ÂLİMLER

2. 1. Seyyid Abdullah Nehrî/Şemdînî (ö. 1235/1813)

Hayatı

Seyyid Abdullah, Seyyid Taha’nın amcası ve Mevlana Halid’in üçüncü halifesidir. Mevlana Halid’den hilafet aldıktan sonra onun emriyle kardeşi Seyyid Ahmed ile birlikte Nehrî köyü’ne yerleşmişlerdir. Seyyid Abdullah hakkında bilgilerin bulunabildiği az sayıdaki kaynaklardan bazıları şunlardır:

“el-Mecdu’t-Tâlid”: Bu eserin yazarı kısaca İbrahîm Fasîh olarak bilinen İbrahîm Fasîh b. Sibğatullah b. Esad el-Haydarî el-Kurdî’dir. 1820 yılında Bağdat’ta doğan ve 1881 yılında vefat eden bu zat Seyyid Abdullah hakkında şu kısa bilgileri vermiştir: 

-Seyyid Abdullah, Mevlana Halid’in halifesidir.

-Büyük bir âlim, veli ve mürşid-i kâmildir.

-Muhammedî ahlak ve şemail sahibidir.

-Bağdat’a gitmiş ve Mevlana Halid’in yanında sülûka başlamıştır.

-Sülûkunu en iyi şekilde tamamlayıp kutsî sırlara ulaşmıştır.

-Mevlana Halid kendisine hilafet-i mutlaka bağlamında irşat izni vermiştir.

-Mevlana Halid’in emriyle memleketine dönerek irşada başlamıştır.

-Avam ve havasın şahit olduğu birçok keramet kendisinden hâsıl olmuştur.

“Tuhfetu’l-Ahbâb/Mesnevî-yi Sanî”: Seyyid Taha’nın oğlu olan Şeyh Ubeydullah Nehrî’nin mesnevî şekliyle Farsça yazdığı bir eserdir. Şeyh Ubeydullah bu eserde Nakşibendilik hakkında genelde, Şemdinli ve Nehrî köyü hakkında özelde çok önemli bilgiler vermektedir. Seyyid Abdullah hakkında da birinci elden en derli toplu bilgileri bu eserde görüyoruz. Ona göre: 

1) Seyyid Taha önceleri amcası Seyyid Abdullah’ın yanında amel etmeye başlamış, sonra Mevlana Halid’in halifesi olmuştur. Amcası Seyyid Abdullah onun zekâsı, hafızası ve olgun kişiliğini Mevlana Halid’e anlatmış, Mevlana Halid “bir sonraki gelişinde onu da getir” deyince Seyyid Abdullah bu emri yerine getirmiştir. 

2) Seyyid Abdullah Mevlana Halid’in çocukluk ve medrese arkadaşıydı. Bu ikili, medrese tahsilini bitirdikten sonra bir mürşit ararlar. Derken Hindistan’daki Şah Abdullah Dihlevî’nin yanına gitmeye karar verir ve yola çıkarlar. Fakat yanlarına aldıkları paranın ikisine yetmeyeceği anlaşılınca paranın ikisinden birine verilip onun Hindistan’a gitmesine, öbürünün ise eve dönmesine karar verirler. Seyyid Abdullah gönüllü olarak kendi payı olan parayı Mevlana Halid’e verir, Hindistan diyarından getireceği maneviyatı paylaşmak üzere anlaşır ve kendisi geri döner.

3) Mevlana Halid Hindistan’dan hilafet-i mutlaka ile döndüğü zaman Seyyid Abdullah hiç tereddüt etmeden ona intisap eder ve bir süre onun yanında amel eder, ardından Mevlana Halid’in tavsiyesi üzerine Nehrî köyü’ne dönüp orada ilim ve irşat faaliyetlerine başlar.

4) Seyyid Abdullah ilim ve irşat faaliyetlerini o kadar olgun bir kişilikle yürütür ki, Mevlana Halid onun hakkında şöyle der: “Seyyid Abdullah Şemzînî kusursuz biridir. Tek kusuru hiçbir inkârcısının olmamasıdır. Oysa kişinin münkirleri olursa, onda kendine çekidüzen verme arzusu doğar”.

5) Seyyid Abdullah Nehr Köyü’nde ilim ve irşat faaliyetlerinde bulunurken belli aralıklarla Süleymaniye’ye gidip mürşidi Mevlana Halid’i ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Hatta Mevlana Halid bir ara Süleymaniye’den Bağdat’a gittiği sırada medresesinde vekil olarak Seyyid Abdullah’ı bırakmıştı. Seyyid Abdullah, Mevlana Halid’i ziyaret ettikten sonra dönmek istediği her defasında Mevlana Halid onu atına bindirir, yerleşim alanının dışına çıkıncaya kadar belli bir mesafe onunla yol aldıktan sonra kendisini uğurlar öyle dönerdi. 

6) Seyyid Abdullah 1235/1813 yılında Nehrî köyünde vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. Mevlana Halid bu samimi dostunun vefat haberini aldığında kendine hâkim olamayarak yüksek sesle ağlamıştır. Şeyh Ubeydullah şöyle diyor: 

Bûd Seyyid ‘Ebdullah şeyhî ferîd

Rûzgâriş misl-i o kem aferîd

Seyyid Abdullah döneminin biricik şeyhiydi

Zamanında onun gibisi az yaratılmış biriydi

İbn-i Salih, şod Sirâcuddûn lakeb

Feyd-i o çûn behr ber emel-i taleb

Salih’in oğlu olup lakabı Siracüddîn’dir

Feyzi arzulu ümitlere akan bir deniz gibidir

Mevlid-i o hem Humarû ez cihât

Ke der ân peydâ şod an ‘âlî sifât

Yörelerden doğduğu yerin adı Humarû

Ki orada dünyaya geldi o sıfatları ulu 

Ân ferîd-i dehr û kutb-i bî nezîr

Nûr-i xurşîd dileş âfâk gîr

O, zamanının biriciğiydi; bir kutup ki yoktu eşi

Ufukları sarmıştı kalbinin nurlar saçan güneşi

Fâdil û ‘âlim-i be her ‘ilm û funûn

Muktedâ-yi ‘esr û şeyx-i ân kurûn

Her ilim ve fende pay sahibi fazıl ve âlimdi

Çağının imamı olarak o asırların şeyhiydi

Bûd bîş ez reften-i Hindustan

Seyyid û Mewlana Halid hem’inân

Yolculuk için Hindistan’a doğru gitmeden önce

Seyyid Abdullah ve Mevlana Halid beraberce

Der ‘ulûm-i zâhirî bâhem refîq

Der mehebbet herdu bâhem çû şefîq

Zahirî ilimleri tahsil eden iki arkadaş idiler

Muhabbette ikisi de birbirine müşfiktiler

Vakt-i reften-i sûy-i Hind ân pîr-i dehr

Nezd-i Seyyid âmed ân Hedret be Nehr

Zamanının “pîr”i gitmek isterken Hindistan’a

O hazret Nehr köyüne geldi Seyyid’in yanına

Kerd Seyyid kasd-i reften hemçunân

Sûy-i Hindustan bâ hemraz-i cân

Aynı şekilde Seyyid de gitmeye niyet etti

Can sırdaşıyla Hindistan’a gitmekti niyeti

Çûn ke rebt-i halk ba o bîş bûd

Halk râ ez refteneş teşvîş bûd

Çok fazla olduğu için halkın ona bağlılığı

Halkı heyecanlandırmıştı gidişi, ayrılığı

‘Ehd ba o best Mevlana: Eger

Mîşeved maksûm çîzî zân sefer

Mevlana Halid onunla sözleşti: Eğer

O seferden bir şey getirse bölüşecekler

To şerîk-i men şevi bî îmtiyâz

Ey me râ hemderd û hem mûnis û be râz

Dedi ki: “Ayrıcalıksız sensin benim paydaşım

Ey dert ortağım benim, arkadaşım ve sırdaşım”

Şeyh Halid çûn zi Hind ‘avdet nimûd

Der murîdân idtirab û cezbe bûd

Şeyh Halid döndüğü zaman Hindistan’dan

Müritlerde meydana geldi cezbe ve heyecan

Çûn be Seyyid dâşt her kes i’tiqâd

Cumle Kurdistan be o der inqisâd

Seyyid Abdullah ki herkes ona inanıyordu

Kürdistan’ın tümü kendisine yöneliyordu 

Çûn be Mevlana resîd û şod refîk

Tabi’-i o geşt Seyyid der tarîk

Mevlana’nın yanına varıp arkadaş olduğunda

Seyyid Abdullah kendisine tabi oldu tarikatta 

În tarîk-i Halidî zû munteşir

Şod be Kurdistan û her câ muştehir

Bu Halidî Tarikatı çabuk bir şekilde yayıldı

Kürdistan’da ve diğer her yerde nam saldı

Dâimen nisbet be Seyyid ân ferîd

Halk râ goftî be zâhir mengerîd

Seyyid Abdllah hakkında o eşsiz her seferinde

Halka derdi ki: “Bana itaat sadece görünürde

Gerçi zâhir o zi men behrever est

Bâtinen ferdest û çîzî dîger est

Gerçi kendisi benden yararlanıyor görünürde

Ama bambaşka bir ferttir, başka şey var özünde

Nîst kes hemtâ-yi o ender cihân

Gayr-i în naksî nebînem men der ân

Onun eşi benzeri hiç kimse yoktur dünyada

Şundan başka bir kusur göremiyorum onda:

Ke nedâred hîç munkir-i o kesî

Cumle ‘âlem muhlis-i o şod besî

Ki kendisinin hiçbir münkiri bulunmuyor

Cümle âlem ona sadece ihlasla yaklaşıyor” 

Dâşt bâ o ittihadî hemçonân

Hazreti Halid ke nâyed der beyân

Hazreti Halid onunla öyle bir birlik oluşturdu

Ki kelimelerle ifade etmek mümkün değil bunu

Yek zemanî der hudûr-i hedreteş

Cem’ geşte cumle ehl-i nisbeteş

Bir ara Hazreti Mevlana’nın huzurlarında

Mensuplarının hepsi toplandılar bir arada

Fâdilîn û ‘âlimîn ez her mekân

Her halîfe cumle hâdır-i ân zemân

Her yerden faziletli kimseler ve âlimler vardı

Tüm halifeler o zamana tanıklık ediyorlardı

Cumle der meclis murâkib, ser be cîb

Ez der âmed Hindûyi bes naedîb

Mecliste herkes murakabede, başları öndeydi

Edepli olmayan bir göçebe birden içeri girdi

Bî heyâ û purcesâret ân zemân

Goft ez înhâ kîst şeyh-i ‘ârifân?

Hayâsız ve çok cesur bir şekilde girdiği zaman

Dedi ki: “Âriflerin şeyhi kim acaba şunlardan?”

Cumle ez haclet fosurde ber zemîn

Ser zi cîb âverd Hedret guft hemîn

Hayâsından her kes donakaldı olduğu yerde

Hazret başını önünden kaldırdı bir şekilde

Kerd işâret o be Seyyid ân zemân

Goft: Wallahî ger bûd şeyxî hemân

O esnada da Seyyid Abdullah’ı işaret etti

“Vallahi o dediğin şeyh işte budur” dedi

Seyyid ez câyeş bicest û reft zûd

Dâmen-i Hedreti ziyâret mînimûd

Seyyid Abdullah hemen yerinden kalkıp gitti

Hazreti Mevlana’nın eteğini öpüp ziyaret etti

Vakt-i ruhsat ki zi hudûr-i hedreteş

Kerd Seyyid kasd-i ‘avd û ric’eteş

İzin alıp huzurundan ayrılma vakti geldiğinde

Seyyid Abdullah artık geri dönmek istediğinde

Hazreti Halid zi menzilgâh-i hîş

âmed û hemrâh şod çendî zi pîş

Hazreti Halid çıktı kendine ait menzilden

Gelip ona yoldaş oldu ve öne atıldı birden

Esb âverdend tâ gerded sivâr

Seyyid-i sâdât û şeyh-i nâmidâr

Seyyid Abdullah için getirdiler oraya bir at

Binsin diye bu ünlü şeyh ve seyyid-i sadat

Hazret-i Halid der ân vakt-i vedâ’

Zûd be girifteş rikâb-i an mutâ’                                                                                                                                                                                       Kaynak: Farklı Bakış                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                              




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —