Nakşibendiliğin Mevlana Halid’den adını alan “Halidî” kolu devrimci bir karaktere sahiptir. Başta Şeyh Ubeydullah Nehrî, İkinci Şeyh Abdusselam Barzanî ve Şeyh Said olmak üzere önemli Kürt ayaklanmalarına öncülük eden şahsiyetlerin çoğu “Halidî”dirler
Örneğin Tebriz’deki İngiliz askerî ataşesi William Abbott, Şeyh Ubeydullah’ın kendisine gönderdiği belge niteliğindeki mektupta şunları yazdığını açıklamıştır:
“Kürtler bölünmüş bir halktır. Bu halkın mezhebi, adetleri, gelenek ve görenekleri öbür milletlerinkinden farklıdır. Gerek İran gerekse Osmanlı hâkimiyetindeki Kürt liderlerin tümü şu nokta üzerinde ittifak etmişlerdir: Bu iş Osmanlı Devleti ve Kaçar Devleti ile devam etmez. Avrupalı devletlerin dikkatini çekerek bizim durumumuzu daha dikkatle incelemelerini sağlayacak bir şeyler yapmak gerekir. Biz ayrı bir milletiz ve kendi yönetimimizi kendi elimize almak istiyoruz”.
Özellikle II. Mahmut ile beraber hızlanan Kürt beyliklerini tasfiye furyası ve bu bağlamda Kürdistan’ın doğrudan merkeze bağlanması beraberinde ciddi bir boşluk doğurdu. Kürt beylikleri ile Kürtler arasında meydana gelen bu boşluğu doldurma misyonu Halidî şeyhler tarafından üstlenilmiştir. Tabi ki bu şeyhlerin öncülük ettiği kıyamlarda çeşitli nedenlerle onların karşısında sistemin yanında yer alan teslimiyetçi şeyhler de olmuştur.
BİRİNCİ BÖLÜM
NEHRÎ MEDRESESİ VE ÂLİMLERİ
1. NEHRÎ MEDRESESİ
Nehrî Köyü: Nehrî, Hakkâri’nin bugünkü adıyla Şemdinli ilçesine bağlı bir köydür. Seyyid Taha’nın oğlu Şeyh Ubeydullah, “Tuhfetu’l-Ahbab” adlı Farsça manzum eserinde kendi zamanındaki bu köyü kasaba, bağlı olduğu Şemdili’yi de nahiye olarak tanıtmakta ve ilgili beyitlerde şunları söylemektedir:
Yurt ve meskenimizin adı “Nehr” olmuş
“Pîr”lerin feyiz ve bereketi ile dolmuş
Nehr, o sınır topraklarında bir kasaba adıdır
Orası Kürdistan’dır; ne İran ne Rom’a bağlıdır
“Şemseddîn” verilmiş nahiyeye ad olarak
Allah orayı her çeşit zulümden etsin ırak
“Şemseddîn” asıl isim olarak konulmuş
Halk arasında “Şemzîn” olarak yayılmış
Sadat-ı Nehrî (Nehrî Büyükleri, Seyyitleri): Nehrî büyüklerinin soyu Şeyh Abdulkadir Geylanî’ye dayanmaktadır. Şeyh Abdulkadir Geylanî’nin torunlarından Seyyid Ebubekir, Hülagu’nun zulüm ve baskısı neticesinde ailesiyle birlikte Türkiye-Irak sınır bölgesinde Herkî denilen mıntıkaya gelir ve orada Sutûnê köyüne yerleşir. Aile birkaç kuşak burada kaldıktan sonra Seyyid Taha’nın 4. kuşak babası olan Mela Hacı zamanında Humarû nahiyesine geçer.
Abdulkadir Geylanî’nin Seyyid Abdulazîz adındaki oğlu Kuzey Irak’ın Akra şehrine gelmiş, oğlu Şemseddîn de Akra’dan bugünkü Şemdinli ilçesine yerleşmiştir. Humarû nahiyesinde Meleyan köyünü kuran ailenin bir kısmı Seyyid Taha’nın dedesi Seyyid Salih zamanında Diman köyüne yerleşir. Seyyid Salih’in iki oğlundan biri olan Seyyid Abdullah (diğer oğlu Seyyid Ahmed’dir) Mevlana Halid’den hilafet aldıktan sonra onun emri üzerine kardeşi Seyyid Ahmed ile birlikte Nehrî köyüne yerleşirler.
Mevlana Halid, Nakşibendî Tarikatını yaymaya başlamadan önce Nehrî büyükleri Kadirî idiler. Mevlana Halid, memleketi Süleymaniye ve çevresinde Nakşibendiliği yaymaya çalıştığı sırada onun mürşitliğini kabul edip halifesi olan Seyyid Abdullah Nehrî ve yeğeni Seyyid Taha Nehrî’den başlayarak tüm aile peyderpey Nakşibendî/Halidî tarikatına geçmişlerdir.
Nehrî Medresesi: Nehrî Medresesi ve Tekkesi bölgedeki birçok medrese ve tekkeye nasip olmayacak şekilde zamanla Osmanlı Devleti tarafından resmî medrese ve tekke statüsüne kavuşturulup görevlilere kuruş üzerinden maaş bağlanmıştır. Örneğin:
Müderris Mahmud Efendi’nin maaşı 25
İmam Abdulvahid Efendi’nin maaşı 20
Müezzin Abdulgafûr Efendi’nin maaşı 15 olarak tespit edilmiştir.
Bunun yanında Seyyid Taha’nın aile ve yakın akrabaları da maaş almışlardır. Örneğin:
Oğlu Şeyh Ubeydullah’ın aylığı 200
Oğlu Alauddîn Efendi’nin aylığı 200
Amcazâdesi Seyyid Ali Efendi’nin aylığı 200
Yeğeni Muhyiddîn Efendi’nin aylığı da 50 olarak belirlenmiştir
2. NEHRÎ MEDRESESİ’NDE İZ BIRAKAN ÂLİMLER
2. 1. Seyyid Abdullah Nehrî/Şemdînî (ö. 1235/1813)
Hayatı
Seyyid Abdullah, Seyyid Taha’nın amcası ve Mevlana Halid’in üçüncü halifesidir. Mevlana Halid’den hilafet aldıktan sonra onun emriyle kardeşi Seyyid Ahmed ile birlikte Nehrî köyü’ne yerleşmişlerdir. Seyyid Abdullah hakkında bilgilerin bulunabildiği az sayıdaki kaynaklardan bazıları şunlardır:
“el-Mecdu’t-Tâlid”: Bu eserin yazarı kısaca İbrahîm Fasîh olarak bilinen İbrahîm Fasîh b. Sibğatullah b. Esad el-Haydarî el-Kurdî’dir. 1820 yılında Bağdat’ta doğan ve 1881 yılında vefat eden bu zat Seyyid Abdullah hakkında şu kısa bilgileri vermiştir:
-Seyyid Abdullah, Mevlana Halid’in halifesidir.
-Büyük bir âlim, veli ve mürşid-i kâmildir.
-Muhammedî ahlak ve şemail sahibidir.
-Bağdat’a gitmiş ve Mevlana Halid’in yanında sülûka başlamıştır.
-Sülûkunu en iyi şekilde tamamlayıp kutsî sırlara ulaşmıştır.
-Mevlana Halid kendisine hilafet-i mutlaka bağlamında irşat izni vermiştir.
-Mevlana Halid’in emriyle memleketine dönerek irşada başlamıştır.
-Avam ve havasın şahit olduğu birçok keramet kendisinden hâsıl olmuştur.
“Tuhfetu’l-Ahbâb/Mesnevî-yi Sanî”: Seyyid Taha’nın oğlu olan Şeyh Ubeydullah Nehrî’nin mesnevî şekliyle Farsça yazdığı bir eserdir. Şeyh Ubeydullah bu eserde Nakşibendilik hakkında genelde, Şemdinli ve Nehrî köyü hakkında özelde çok önemli bilgiler vermektedir. Seyyid Abdullah hakkında da birinci elden en derli toplu bilgileri bu eserde görüyoruz. Ona göre:
1) Seyyid Taha önceleri amcası Seyyid Abdullah’ın yanında amel etmeye başlamış, sonra Mevlana Halid’in halifesi olmuştur. Amcası Seyyid Abdullah onun zekâsı, hafızası ve olgun kişiliğini Mevlana Halid’e anlatmış, Mevlana Halid “bir sonraki gelişinde onu da getir” deyince Seyyid Abdullah bu emri yerine getirmiştir.
2) Seyyid Abdullah Mevlana Halid’in çocukluk ve medrese arkadaşıydı. Bu ikili, medrese tahsilini bitirdikten sonra bir mürşit ararlar. Derken Hindistan’daki Şah Abdullah Dihlevî’nin yanına gitmeye karar verir ve yola çıkarlar. Fakat yanlarına aldıkları paranın ikisine yetmeyeceği anlaşılınca paranın ikisinden birine verilip onun Hindistan’a gitmesine, öbürünün ise eve dönmesine karar verirler. Seyyid Abdullah gönüllü olarak kendi payı olan parayı Mevlana Halid’e verir, Hindistan diyarından getireceği maneviyatı paylaşmak üzere anlaşır ve kendisi geri döner.
3) Mevlana Halid Hindistan’dan hilafet-i mutlaka ile döndüğü zaman Seyyid Abdullah hiç tereddüt etmeden ona intisap eder ve bir süre onun yanında amel eder, ardından Mevlana Halid’in tavsiyesi üzerine Nehrî köyü’ne dönüp orada ilim ve irşat faaliyetlerine başlar.
4) Seyyid Abdullah ilim ve irşat faaliyetlerini o kadar olgun bir kişilikle yürütür ki, Mevlana Halid onun hakkında şöyle der: “Seyyid Abdullah Şemzînî kusursuz biridir. Tek kusuru hiçbir inkârcısının olmamasıdır. Oysa kişinin münkirleri olursa, onda kendine çekidüzen verme arzusu doğar”.
5) Seyyid Abdullah Nehr Köyü’nde ilim ve irşat faaliyetlerinde bulunurken belli aralıklarla Süleymaniye’ye gidip mürşidi Mevlana Halid’i ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Hatta Mevlana Halid bir ara Süleymaniye’den Bağdat’a gittiği sırada medresesinde vekil olarak Seyyid Abdullah’ı bırakmıştı. Seyyid Abdullah, Mevlana Halid’i ziyaret ettikten sonra dönmek istediği her defasında Mevlana Halid onu atına bindirir, yerleşim alanının dışına çıkıncaya kadar belli bir mesafe onunla yol aldıktan sonra kendisini uğurlar öyle dönerdi.
6) Seyyid Abdullah 1235/1813 yılında Nehrî köyünde vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. Mevlana Halid bu samimi dostunun vefat haberini aldığında kendine hâkim olamayarak yüksek sesle ağlamıştır. Şeyh Ubeydullah şöyle diyor:
Bûd Seyyid ‘Ebdullah şeyhî ferîd
Rûzgâriş misl-i o kem aferîd
Seyyid Abdullah döneminin biricik şeyhiydi
Zamanında onun gibisi az yaratılmış biriydi
İbn-i Salih, şod Sirâcuddûn lakeb
Feyd-i o çûn behr ber emel-i taleb
Salih’in oğlu olup lakabı Siracüddîn’dir
Feyzi arzulu ümitlere akan bir deniz gibidir
Mevlid-i o hem Humarû ez cihât
Ke der ân peydâ şod an ‘âlî sifât
Yörelerden doğduğu yerin adı Humarû
Ki orada dünyaya geldi o sıfatları ulu
Ân ferîd-i dehr û kutb-i bî nezîr
Nûr-i xurşîd dileş âfâk gîr
O, zamanının biriciğiydi; bir kutup ki yoktu eşi
Ufukları sarmıştı kalbinin nurlar saçan güneşi
Fâdil û ‘âlim-i be her ‘ilm û funûn
Muktedâ-yi ‘esr û şeyx-i ân kurûn
Her ilim ve fende pay sahibi fazıl ve âlimdi
Çağının imamı olarak o asırların şeyhiydi
Bûd bîş ez reften-i Hindustan
Seyyid û Mewlana Halid hem’inân
Yolculuk için Hindistan’a doğru gitmeden önce
Seyyid Abdullah ve Mevlana Halid beraberce
Der ‘ulûm-i zâhirî bâhem refîq
Der mehebbet herdu bâhem çû şefîq
Zahirî ilimleri tahsil eden iki arkadaş idiler
Muhabbette ikisi de birbirine müşfiktiler
Vakt-i reften-i sûy-i Hind ân pîr-i dehr
Nezd-i Seyyid âmed ân Hedret be Nehr
Zamanının “pîr”i gitmek isterken Hindistan’a
O hazret Nehr köyüne geldi Seyyid’in yanına
Kerd Seyyid kasd-i reften hemçunân
Sûy-i Hindustan bâ hemraz-i cân
Aynı şekilde Seyyid de gitmeye niyet etti
Can sırdaşıyla Hindistan’a gitmekti niyeti
Çûn ke rebt-i halk ba o bîş bûd
Halk râ ez refteneş teşvîş bûd
Çok fazla olduğu için halkın ona bağlılığı
Halkı heyecanlandırmıştı gidişi, ayrılığı
‘Ehd ba o best Mevlana: Eger
Mîşeved maksûm çîzî zân sefer
Mevlana Halid onunla sözleşti: Eğer
O seferden bir şey getirse bölüşecekler
To şerîk-i men şevi bî îmtiyâz
Ey me râ hemderd û hem mûnis û be râz
Dedi ki: “Ayrıcalıksız sensin benim paydaşım
Ey dert ortağım benim, arkadaşım ve sırdaşım”
Şeyh Halid çûn zi Hind ‘avdet nimûd
Der murîdân idtirab û cezbe bûd
Şeyh Halid döndüğü zaman Hindistan’dan
Müritlerde meydana geldi cezbe ve heyecan
Çûn be Seyyid dâşt her kes i’tiqâd
Cumle Kurdistan be o der inqisâd
Seyyid Abdullah ki herkes ona inanıyordu
Kürdistan’ın tümü kendisine yöneliyordu
Çûn be Mevlana resîd û şod refîk
Tabi’-i o geşt Seyyid der tarîk
Mevlana’nın yanına varıp arkadaş olduğunda
Seyyid Abdullah kendisine tabi oldu tarikatta
În tarîk-i Halidî zû munteşir
Şod be Kurdistan û her câ muştehir
Bu Halidî Tarikatı çabuk bir şekilde yayıldı
Kürdistan’da ve diğer her yerde nam saldı
Dâimen nisbet be Seyyid ân ferîd
Halk râ goftî be zâhir mengerîd
Seyyid Abdllah hakkında o eşsiz her seferinde
Halka derdi ki: “Bana itaat sadece görünürde
Gerçi zâhir o zi men behrever est
Bâtinen ferdest û çîzî dîger est
Gerçi kendisi benden yararlanıyor görünürde
Ama bambaşka bir ferttir, başka şey var özünde
Nîst kes hemtâ-yi o ender cihân
Gayr-i în naksî nebînem men der ân
Onun eşi benzeri hiç kimse yoktur dünyada
Şundan başka bir kusur göremiyorum onda:
Ke nedâred hîç munkir-i o kesî
Cumle ‘âlem muhlis-i o şod besî
Ki kendisinin hiçbir münkiri bulunmuyor
Cümle âlem ona sadece ihlasla yaklaşıyor”
Dâşt bâ o ittihadî hemçonân
Hazreti Halid ke nâyed der beyân
Hazreti Halid onunla öyle bir birlik oluşturdu
Ki kelimelerle ifade etmek mümkün değil bunu
Yek zemanî der hudûr-i hedreteş
Cem’ geşte cumle ehl-i nisbeteş
Bir ara Hazreti Mevlana’nın huzurlarında
Mensuplarının hepsi toplandılar bir arada
Fâdilîn û ‘âlimîn ez her mekân
Her halîfe cumle hâdır-i ân zemân
Her yerden faziletli kimseler ve âlimler vardı
Tüm halifeler o zamana tanıklık ediyorlardı
Cumle der meclis murâkib, ser be cîb
Ez der âmed Hindûyi bes naedîb
Mecliste herkes murakabede, başları öndeydi
Edepli olmayan bir göçebe birden içeri girdi
Bî heyâ û purcesâret ân zemân
Goft ez înhâ kîst şeyh-i ‘ârifân?
Hayâsız ve çok cesur bir şekilde girdiği zaman
Dedi ki: “Âriflerin şeyhi kim acaba şunlardan?”
Cumle ez haclet fosurde ber zemîn
Ser zi cîb âverd Hedret guft hemîn
Hayâsından her kes donakaldı olduğu yerde
Hazret başını önünden kaldırdı bir şekilde
Kerd işâret o be Seyyid ân zemân
Goft: Wallahî ger bûd şeyxî hemân
O esnada da Seyyid Abdullah’ı işaret etti
“Vallahi o dediğin şeyh işte budur” dedi
Seyyid ez câyeş bicest û reft zûd
Dâmen-i Hedreti ziyâret mînimûd
Seyyid Abdullah hemen yerinden kalkıp gitti
Hazreti Mevlana’nın eteğini öpüp ziyaret etti
Vakt-i ruhsat ki zi hudûr-i hedreteş
Kerd Seyyid kasd-i ‘avd û ric’eteş
İzin alıp huzurundan ayrılma vakti geldiğinde
Seyyid Abdullah artık geri dönmek istediğinde
Hazreti Halid zi menzilgâh-i hîş
âmed û hemrâh şod çendî zi pîş
Hazreti Halid çıktı kendine ait menzilden
Gelip ona yoldaş oldu ve öne atıldı birden
Esb âverdend tâ gerded sivâr
Seyyid-i sâdât û şeyh-i nâmidâr
Seyyid Abdullah için getirdiler oraya bir at
Binsin diye bu ünlü şeyh ve seyyid-i sadat
Hazret-i Halid der ân vakt-i vedâ’
Zûd be girifteş rikâb-i an mutâ’ Kaynak: Farklı Bakış