Sistematik Arap soykırımının adı nasıl ki Enfal ise bu soykırımın “anne, elma ve koku” “daye bihna sêvan tê” sözcüklerinin Kürtlerin yüzyıllık trajedisini resmettiği bir elma kokulu tablodur. Trajedi zirvesini elma kokusuyla yaşanmıştır. Ve aynı dine inanların kürdü hiç utanmadan Enfal gören, mal gören, karısını, kızını tüm dünyanın ve İslam dünyasının önünde pazara çıkaran bir kardeşlik portresidir.
Portrenin son bölümünde ise Dünya İslam Teşkilatı toplantı halindeyken nasıl sağır olduğunu resmettiği andır.
Bu anlamıyla Halepçe ölümden, soykırımdan çok bir kırılmadır aslında. Yaralı bir bilincin cerahatle kendisini ortaya koymasıdır. Orta doğunun bayrağına “Allah-u Ekber” yazdırarak en kutsalı bile nasıl araç sallaştırabileceğinin gerçeğidir.
Tabi ki Halepçe Saddam ve lağım çukuru portresidir. Tabi ki Halepçe Saddamlar ve lağım çukurlarının gelecek portresidir.
Halepçe bir coğrafya değildir. Günlük gerçeğimizin görünür halidir. Cizre’dir, Kemal Kurkut’tur, Taybet ana’dır, zırhlı araçlar altında kalmış onlarca çocuktur.
Türkün gücünü bizlere her gün gösteren orta oyunun Arap versiyonudur.
Halepçe bir tarih değil, hala yaşanan, yaşatılan çıplak bir hakikattir.
Bu bağlamda neler söylenebilir…
Kimyasal silahların en büyük özelliği ilk sesten sonra asıl gerçeğini sessizlikle sürdürmesidir. Sessiz, sağır eden bir çığlıktır. Yavaş ve sinsi bir ölümdür. Ve elma kokusu kadar da çekici. O kadar sessizdir ki insanı, toprağı ve hatta geleceği zehirler. Yalnızca bunu yaşayanları değil doğacak çocuklarınız da o sessizlikten kurtulamaz. Bu yüzden sessizlik çok öldürücüdür tıpkı kimyasal gazlar gibi. Sessizce ve elma kokusuyla gelir. Geride sadece ve sadece ölüm bırakır. Halepçe katliamını görenlerin tanık olduğu en büyük şey sessizliktir.
3.Katliamda hedef kitle Müslüman Kürt Halkıydı…
Kürt sorunu bağlamında nu süreci nasıl değerlendirirsiniz…
Aslında Müslümanlık bir yakınlaşma ve ortak zemin anlamında çözüme ve barışa en yakın olunması gereken bir anlayışı ifade ediyor. Ama maalesef aynı yolda seyahat edenlerin kaza riskinin yüksekliği teorisi tam olarak Müslümanlık otobanında gerçekleşen bir olay. Zira Müslümanlığı bir otoban olarak düşündüğümüz zaman burada Müslüman Kürtlerin çarpışma riski olanların başında Müslüman Türkler, Müslüman Araplar, Müslüman Farslardır. Aynı zamanda bu Müslüman Kardeşler Kürtlerin arsalarında evlerini inşa etmiş, Kürdün dilini, kültürünü ve statüsünü ortadan kaldırmış üç kardeşlerdir. Bu yüzden aslında Kürtler Yusuf kıssasında kardeşleri tarafından kuyuya atılmış kardeştir. Ve maalesef Kürtler tıpkı Yusuf-Kürtler gibi kral olmadan da gelip Yusuf’tan-Kürtlerden özür dileme ve gaspı sona erdirme erdemine de sahip görünmemektedirler.
Maalesef reel politik Müslümanlık ve İslam’ı hak ve adalet için bir aracı kılmamış işgal, enfal ve talan için bir manivelaya çevirmiştir. Gerçeğimiz ve hakikatimiz budur.
Ancak her şeye rağmen İslami kesim yine bu noktada çözüme en yakın kesimdir. Tarihsel ve kültürel olarak çözüme yardımcı birçok belge, bilgi ve retorik sahibi olduğu halde kendi pisliği içinde oturmayı tercih eden yaramaz bir çocuk gibi davranmayı tercih ediyor.