AKP iktidarının uzun süredir belirli bir plan içerisinde yürüttüğü düşünülen kayyım siyaseti, tam gaz sürüyor. Buna karşın muhalefetin kayyım atamalarına tepkisinin son derece sınırlı kalması, HDP’ye karşı imha siyasetinin onayı olarak algılanıyor. Bu algının doğru olup olmadığı bir tarafa, yaşananlar muhalefetin daha derli toplu, aralarındaki ideolojik ayrılıkları bir kenara bırakıp acil bir demokratik plan içerisinde hareket etmesini zorunlu kılıyor. Kayyım atamalarını, Kürt siyasetini imha planını, muhalefetin konumunu ve iktidarın yaşadığı milliyetçi kaymayı çözüm süreçleri ve barış üzerine yıllardır emek vermiş bir isim olan Hakan Tahmaz’la konuştuk.
'DOLMABAHÇE KÜRT SİYASAL HAREKETİYLE KÖPRÜLERİN ATILDIĞI BİR MİLAT SAYILMALI'
HDP’li belediyeler üzerindeki baskılar ve son kayyım atamaları yeni bir aşamaya geçtiğimizin bir işareti mi sizce?
Bazı şeyleri hatırlamakta yarar var. Kobani olaylarından hemen sonra hükümet sözcüsü Bülent Arınç, “çözüm sürecine mecbur değiliz" dedi. Ardından Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, “Çözüm sürecinde ne oluyor, biz de basından öğreniyoruz” gibi açıklamalar yaptılar. Kobani olaylarından üç buçuk ay sonra, 2015 Şubat’ında İç Güvenlik Yasası, muhalefetin sert çıkışlarına rağmen yasalaştırıldı, MİT müsteşarlığı ifadeye çağrıldı.
Kobani olaylarıyla Dolmabahçe toplantısı arasında geçen süre, Ankara’nın çözüm süreci ve Kürt politikasının belirginleştiği dönem olarak yaşandı. Dolmabahçe toplantısı dönüm noktası oldu. Dolmabahçe, demokratik Kürt siyasal hareketiyle köprülerin tamamen atıldığı bir milat sayılmalı.
"Muhalefet ortaklıkları, sadece Erdoğan’dan bir an önce kurtulmak ve Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi diye adlandırılan tek adam rejimine son verme konularında ortaklaşmış görünüyor. Bunlar siyasal bir strateji için yeterli bir çerçeve veya politik zemin değil."
Yalnız bu, sadece iç siyasete dair bir milat değil. Aynı zamanda Ankara’nın beka kaygısıyla içeride ve dışarıda güvenlikçi, militarist politikalarını şekillendirdiği, planladığı bir dönem oldu. Suriye ve Erbil’de yaşanan gelişmelerle Kürtlerin Türk devleti için ‘bölgesel tehdit’ olduğu değerlendirmesi yapılması Ankara’yı bu yola sevk etti.
Kürt karşıtı güvenlikçi politik hat içeride ve dışarıda arzulanan sonuçları elde edemediği gibi Türkiye, izlediği politikalarla bölgesel ve küresel güçlerin hiçbiriyle tam anlamıyla paydaşlık kuramadı, yalnız kaldı.
Kobani olayları dosyası, 6 yıl sonra yeniden bu politikaların başarısızlığının üzerini örtmek amacıyla açıldı. Baskı ve tutuklamalarla HDP’yi oyun kurucu olmaktan bütünüyle çıkarmak başarılamadı. Tersine, HDP sandık gücünü büyük ölçüde pekiştirdiği gibi son kongresinden sonra toparlanmaya, daha fazla görünür olmaya başladı. 2019 yerel seçimlerinden sonra her türlü ağır baskı koşullarına rağmen Türkiye siyasetinin merkezinde etkin rol almaya başladı.
Suriye’de ise ABD’nin etkisiyle de olsa Kürtler, normalleşme sürecinin önemli bir parçası olma yolunda ilerlemeye devam ediyorlar. Kürt siyasal güçlerinin arasında birlik meselesinde sona doğru yaklaşıldı. Ankara’nın bu durumdan da hoşlanmadığı ortada. Her iki gelişme karşısında iktidar, HDP’yi demokratik siyasetin tümden dışına iterek çıkış yolu bulacağını sanıyor. HDP’li Kürt seçmeni CHP veya sandığa gitmeme tercihi ile karşı karşıya bırakma planı uygulanıyor. Cumhurbaşkanı’nın TBMM yeni yasama yılı açılışında HDP’lileri kastederek “onların yeri dağ veya sokaktı” sözü tesadüfen edilmiş bir laf değildir. Parti kapatma, seçim yasasında ve yerel yönetimler yasasında değişikliler, önümüzdeki dönem gündemde olacak en önemli konular. Yerel yönetimlerin atamayla belirlenmesi dahi gündeme gelebilir. MHP-AKP ikilisi Kürtleri ehlileştirmek için bugüne kadar denenmemiş, akla hayale gelemeyecek her yolu denemeye çalışabilir. Kendini anayasaya, yasalara ve uluslararası hukuka bağlı hissetmeyen iktidar, birçok olayda olduğu gibi bu konuda da keyfî davranmakta bir beis görmüyor. Bu anlamda yeni bir süreç demek yanlış olmaz.
'TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ DERİNLEŞTİRİLMESİ, KÜRT SİYASETİNİN RADİKALLEŞMESİ TEHLİKESİNİ BERABERİNDE GETİREBİLİR'
İktidar sizce HDP üzerinden bir seçim stratejisi mi kuruyor?
Konuyu salt seçim stratejisine indirgemek eksik bir yaklaşım olur. Tabii ki iktidar için şu an en büyük tehlike 2019 seçimlerinde uç veren iktidarı kaybetme riskidir. Bu bakımdan operasyonu planlarken muhalefet cephesini dağıtmak, zayıflatmak ve etkisizleştirmek gibi hedeflere ulaşmayı önemle gözetmiş ve arzulamıştır. Ama ana hedefi, toplumun yarısına rağmen yaptığı değişikliğin kurumsallaşmasını sağlamak, kendi toplumsal zeminini sağlamlaştırmaktır. Buna paralel olarak “yerli ve milli” çizgide, Kürtleri dışlayarak Türkiye’yi bütün kurum ve yapılarıyla yeniden dizayn etmek, otoriter yapıyı daha da güçlendirmek amaçlanmaktadır. Bunun önünde HDP büyük bir engel olduğu için iktidar var gücüyle HDP’nin tasfiyesine odaklandı. Bütün eksik ve yanlışlarına rağmen tutarlı demokratik politik zemine ve buna denk düşen güce sahip HDP/Kürtler, iktidar tarafından büyük tehdit olarak görülüyor.
Yeni süreçte aynı zamanda seçmen iradesi değersizleştiriliyor. Seçim bir formaliteye indirgeniyor. TBMM nasıl işlevsiz bir büyük kurum olarak varlığını sürdürüyorsa, sandık da aynı konuma sürükleniyor. Sonuçta demokrasiden söz etmenin bir anlamı kalmamış olacak. Demokrasiyi anlamlı kılan kurum, gelenek, teamüller, hukuk vs. ne varsa her şey araçsallaştırıldığında geriye bir tek “külliye” kalır. Bu nedenle iktidar, HDP’nin millet ittifakıyla ilişkisine müdahil olarak muhalefeti dizayn etmek istiyor. Hatta HDP’nin devre dışı bırakılması mücadelesi aynı zamanda Suriye’de çözüm arayışlarına da bir mesaj olarak kurgulanıyor.
HDP’ye yönelik 7 Haziran seçimleri sonrası başlatılan tasfiye, salt seçim başarısına indirgendi. Geliştirilen Kürt karşıtlığı görülmekte gecikildi. Aynı hataya yeniden düşülmesinin sonuçları çok daha ağır olabilir. İktidarın “Türklüğü ihya” ederek başka Türkiye inşa etmede yol aldığının şimdi fark edilmemesi bir süre sonra bazı şeyler için çok geç olabilir. Sadece şu kadarını belirtmekle yetineyim, Türk milliyetçiliğinin derinleştirilmesinin yaratacağı en büyük tehlike, demokratik Kürt siyasetine rağmen, Kürt milliyetçiliğinin de radikalleşme riskinin küçümsenmesidir.
'MUHALEFET PARTİLERİNİN, TEK ADAM REJİMİNE KARŞI NE ÖNERDİKLERİ BİLİNMİYOR'
Muhalefetin iktidarın son operasyonlarına, giderek otoriterleşmesine yanıt verecek bir stratejisi var mı sizce?
Muhalefet dendiğinde AKP-MHP ikilisi dışındaki partiler ve toplumsal güçler anlatılmak istendiğine göre, görevden alınan her belediye başkanı ve belediyelere atanan her kayyımın Türkiye’yi demokratikleşmekten bir adım daha uzaklaştırdığını görmemek mümkün değil. Muhalefet ortaklıkları, sadece Erdoğan’dan bir an önce kurtulmak ve Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi diye adlandırılan tek adam rejimine son verme konularında ortaklaşmış görünüyor. Bunlar siyasal bir strateji için yeterli bir çerçeve veya politik zemin değil. Muhalefet partilerinin, tek adam rejimine yaptıkları itirazın detayları, ne önerdikleri ve bunları nasıl hayata geçirecekleri bilinmiyor. CHP ve HDP’nin çok net olmayan geliştirilmiş demokratik parlamenter sistem önerdiği biliniyor. Diğerleri ne öneriyor? İtiraz nedenleri belirsizliğini büyük ölçüde koruyor.
Ama esas sorun muhalefet partilerinin birbiriyle derin programatik farklılıklarının olması. Politik zeminlerin çatışmasının yanı sıra öncelikleri ve toplumsal duyarlıkları da çok farklı. Bırakalım ortak bir stratejiyi, HDP ile bir araya gelmekten imtina eden ve iktidarla aynı politik yaklaşım, öncelik ve hassasiyeti sergileyen partilerin tutumlarını ısrarla sürdürmeleri ciddi bir sorun. Bu eşik aşılmadan asgari müşterekleri konuşmanın bir anlamı olamaz. Bundan imtina edenlerin muhalifliği fazlasıyla tartışmalıdır. Bölünme korkusunu aşamayanlar, muhalefetin ortak stratejide buluşmasını zora sokuyor. İktidarın Türk milliyetçiliği çizgisinin muhalefet içindeki paydaşları olması, muhalefetin esas zayıf halkası.
Son günlerde “HDP şimdi ne yapacak?” sorusu çok soruluyor. Doğru sorunun HDP’ye karşı hız verilen siyasi kırıma karşı muhalefet partileri, demokrasi güçleri ne yapacak, ne yapmalı, ne yapabilir olması gerek. Türkiye’nin geleceğini bu yanıtlar belirleyecek.
'HİÇBİR TOPLUM SÜRGİT BİR BASKI VE AYRIŞTIRMA SİYASETİYLE YÖNETİLEMEZ'
Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını gündeme getirmekten, TTB’ye saldırılara ve son olarak kayyım atamalarına, hep birlikte değerlendirildiğinde tabloyu nasıl okumak gerekiyor?
Bunlara Cumhur İttifakı'nın inşa etmeye çalıştığı yeni rejimin ürettiği sonuçlar diye bakmak gerek. Türkiye’yi yönetemez durumda olanlar önlerine çıkan her engeli imha ederek, biat ettirerek ülkeyi yönetebileceklerini sanıyorlar. Büyük yanılgı içinde olduklarını fark ettiklerinde çoktan iş işten geçmiş olacak. Hiçbir toplum veya topluluk tam ortadan bölünerek, ayrıştırılarak hukuksuz, yasasız keyfi bir şekilde yönetilemez. Cumhur İttifakı, tek devlet, tek vatan, tek millet söyleminin yanına tek sesi de ekledi. Farklı ses çıkaran, biat etmeyen herkesi ötekileştirmenin, her kesimi susturmanın ve kontrol dışına çıkan kurumları işlevsiz kılmanın ve kapatmanın hesabını yapıyor.
Türkiye’nin buna karşı geliştirdiği direnç ve mücadele, içinde bulunduğu buhrandan çıkışını siyasal, toplumsal gücünü oluşturuyor. Bunun demokratik muhtevada ve bütünsel bir çerçeveye kavuşturulması muhalefetin siyasal tercihi olacak.
'KÜRT SİYASAL HAREKETİ TASFİYESİNE YOL AÇABİLECEK EŞİĞİ YILLAR ÖNCE AŞTI'
İktidarın baskı politikalarının başarıya ulaşması mümkün mü? Kürt siyasal hareketinin bu baskılar karşısında çözülüp çözülmeyeceğine ilişkin öngörünüz nedir?
Dört yıldır iktidarın bunun için denemediği yol, yöntem kalmadı. Demokratik Kürt siyasetinin 2015 seçimlerindeki yükseliş ivmesini durdurmakta başarılı olundu ama siyasal çözülmeyi sağlamak başarılamadı. Başarılamazdı da. Aksine, izlenen politikalar Kürt siyasal hareketinin siyasal gücünü ve seçmen desteğini konsolide etmesine yardımcı oldu, oluyor. Kürt siyasal hareketi tasfiyesine yol açabilecek eşiği yıllar önce aştı. Türkiye, 1990’lardan bu yana benzer fırsatları hep değerlendirmek istedi. Başarılı olamadı. Bunu Kürt sorununun ulus ötesi bir muhtevada olmasıyla ve siyasal bir hareket olmanın sınırlarını aşıp sosyal, toplumsal güç haline gelmesiyle açıklayabilirim. Baskıcı ve güvenlikçi politikaların Kürt siyasal hareketinin gelişim dinamiğinin yarattığı siyasal değişimi engellediği ve çoğulculaşmayı sınırladığı çok açık.
'TÜRKİYE’DEKİ SİYASAL KRİZ, MUHALEFET PARTİLERİNİ DEĞİŞİME ZORLUYOR'
Politik aktörlerin tutumlarında sürece ilişkin yakın zamanda bir değişiklik öngörüyor musunuz? Sürpriz bir gelişme yaşanma ihtimali var mı?
AKP-MHP ikilisinin bir değişim yaşamalarını sağlayacak herhangi bir dinamikten söz edemeyiz, aksine çözülüşleri hızlandıracak bir siyasal katılıkta ve acizlikteler. Daha açık ifadeyle AKP, programatik zeminini terk ettiği gibi toplumsal tabanı da büyük ölçüde muhafazakâr milliyetçi çizgiden MHP’nin Türk milliyetçisi çizgisine evrildi. İlk yıllarındaki siyasal esnekliğini büyük ölçüde terk etti. Dünyadaki siyasal tablo da ümit vermiyor.
"Baskı ve tutuklamalarla HDP’yi oyun kurucu olmaktan bütünüyle çıkarmak başarılamadı. Tersine, HDP sandık gücünü büyük ölçüde pekiştirdiği gibi son kongresinden sonra toparlanmaya, daha fazla görünür olmaya başladı."
Türkiye’deki siyasal kriz, muhalefet partilerini değişime zorluyor. Ama bunun kısa sürede ve radikal bir tarzda olmasını beklemek yanlış olur. Bunun gerçekleşmesi zamanımızı ve enerjimizi alacak gibi görünüyor. Türkiye’nin bugünkü siyasal, ekonomik krizi uzun süre taşıyabilecek gücü yok. Krizin ne yöne doğru aşılacağı, muhalefet partilerinin değişim konusundaki kavrayışlarına, cesaretlerine, becerilerine bağlı.
'KÜRT SİYASETİ POLİTİK DEĞİŞİMİ MÜMKÜN KILACAK BİR DÖNÜŞÜM İÇERİSİNDE'
Türkiye’de yaşanan krizler sarmalının döne döne kendini tekrar etmemesi için Kürt siyasal hareketinin ne yapması gerekiyor?
2019 yerel seçimlerine ve son aylardaki gelişmelere baktığımızda bundan söz etmek mümkün. Ama bunun geçmişin muhasebesi ile siyasal yenilenmeyle mi, yoksa sıkışmışlığın getirdiği bir değişiklikle mi olduğunu söylemek için elimde yeterli veri yok. İçinde bulunduğu durum nedeniyle gereğinden fazla politikleşmiş Kürtlerin, siyasal değişimi zorlayan bir sosyal değişim geçirdiklerini söylemek mümkün. Bunun neye tekabül edeceğini tek başına ne Kürtler, ne de Kürt siyaseti belirleyebilecek bir konumda.
Ülke siyasetinin, 15 Temmuz darbe girişimi ve 2016 sonrası rejim değişikliğinin yarattığı siyasal, sosyal, kültürel sonuçları doğru analiz edebilme yeteneğini yitirdiği aşikârken Kürt siyasetinin çıkartacağı derslerin etkisi sınırlı olur. Bu anlamda siyasetin ve sivil toplum kurumlarının bütününün tek adam rejiminin siyasal dinamiklerini ve devletin yeniden yapılandırılmasının sonuçlarını ve aynı zamanda bütün bunların toplumda yarattığı değişimi çözümlediğini söyleyebilmek mümkün değil. Hiçbir şey artık eskisi gibi değil diyenler, siyaset, strateji ve söylemlerini, çıkış önerilerini hiçbir şey değişmemiş gibi sürdürmeye devam ederse kriz kronikleşir.
21. yüzyılda, Kürt siyasal hareketi ve Türkiye siyaseti şiddet, güvenlik, askeri yöntemlerle sorun çözmenin, sorunu bertaraf etmenin imkân ve dinamiklerinin olmadığı sonucuyla hareket planı oluşturmak zorunda. Bu noktaya gelmiş olmak, daha özgürlükçü, demokratik ve eşitlikçi siyaseti gerekli kılar. Buna ulaşıldığını gösteren bir veriye sahip değilim. Daha açık ifadeyle Kandil miadını doldurduğu gibi, Kürt karşıtlığı, bölünme korkusu, “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur ya da Türkiye Türklerindir” gibi sözler çerçevesinde kurulan korku veya güvenlikçi militarist siyasetlerin de paslandığının görülmesi şart. Türkiye siyasetini teslim alan MHP çizgisini ve Türk milliyetçiliğini durdurmak kolay olmayacak.
------------------------------------------------------------------------------
Hakan Tahmaz kimdir?
1960 Ünye doğumlu. 12 Eylül askeri darbesinin sanıklarından ve tanıklarından. BSP’nin (Birleşik Sosyalist Parti) merkez yürütme kurulunda, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı ve 2007 yılına kadar Genel Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu. 20 yıldır barış, Kürt sorunu ve çatışma çözümü çalışıyor. Irak’ta Savaşa Hayır Platformu, Küresel BAK, Türkiye Barış Meclisi gibi yurttaş girişimlerinde çalıştı. Barış Vakfı kurucusu ve halen çatışma çözümü çalışmasını Barış Vakfı’nda sürdürüyor. “Şemdinli’den Ankara’ya Kürt Sorunu” ve “Kürt Sorununda Çözüm Önerileri” isimli iki kitabı bulunuyor. Çözüm Süreci ile ilgili 2015 yılında Necmiye Alpay ile birlikte “Barış Açısını Savunmak: Çözüm Sürecinde Ne oldu?" isimli derleme kitabı bulunuyor. Uzun süre çeşitli günlük ve haftalık gazetelerde ve internet sitelerinde siyaset ve Kürt sorunu üzerine düzenli yazdı. Halen siyasi yorum ve çatışma çözümü üzerine yazılarına kişisel web sitesi www.hakantahmaz.com ’da devam ediyor.