Vahap Coşkun yazdı;
Diyarbakır çok yoğun bir hafta sonu geçirdi. Sanatçı Ahmet Güneştekin’in “Hafıza Odası” başlıklı sergisi için iş, sanat, edebiyat ve medya dünyasından birçok insan Diyarbakır’a akın etti. Son zamanlarda sayısı artan seyahat turları da eklenenince şehir, sokaklarının hareketli, çarşı pazarının canlı, mekânlarının dolu olduğu ve Sur içinde iğne atsan yere düşmez kalabalıkta heyecanlı iki gün yaşadı.
“Geçmişle yüzleşme,” Türkiye’de çok kullanılan ve sırtına çok yük bindirilen bir kavram. Her konunun merkezine öncelikle siyaseti yerleştirmeye alışık olduğumuzdan, geçmişle yüzleşmeyi de genellikle siyaset ve hukuk üzerinden konuşuruz. Lakin geçmişle yüzleşmenin tek yolu siyasetten ve hukuktan geçmiyor; sanat da burada çok değerli bir fonksiyon icra eder.
Faillere ve mağdurlara odaklanan, onları bize hatırlatan, onların dünyasının içine girmemizi sağlayan, zihnimizi onlar hakkında düşünmeye zorlayan sanat ürünleri geçmişle hesaplaşmada hayati bir rol oynar. Romanlar, filmler, öyküler, şiirler, oyunlar, resimler ve sergiler, bir daha yaşanması istenmeyen karanlık süreçlerin derinlerine inmemize imkân verdiği gibi o meşum günlerin ve gecelerin gerçekten gerdi kalması için yol da gösterir.
Ruhta derin bir sızı
Güneştekin’in Hafıza Odası, bu gayeye hizmet eden kıymetli bir gayret. Pilevneli Galeri’nin sunduğu serginin küratörlüğünü Murat Pilevneli, danışmanlığını Şener Özmen yapıyor. Serginin ev sahipliğini ise Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası üstleniyor.
Serginin düzenlendiği Keçi Burcu, Diyarbakır’ın sembollerinden biri, muhteşem bir yer. Burcun üzerinden On Gözlü Köprü’nün, Gazi Köşkü’nün, Kırklar Dağı’nın, Hevsel Bahçeleri’nin büyüleyici atmosferinin içine girebilirsiniz. Hâkim bir tepeden bakar gibi Sur’u avucunuzun içinde hissedebilir, sokaklarının içinde adım adım yürüyebilirsiniz.
Hafıza Odası, Keçi Burcu’nun üstünü, dar koridorlarını ve geniş iç mekânını kullanan ve sert mesajları olan bir çalışma. Sergi alanında gezerken Diyarbekir Cezaevinin, Roboski’nin, Kürtçeye yapılan zulmün, kırk yıllık çatışmanın yarattığı yıkımın, faili meçhullerin içinden geçiyorsunuz. “5 Nolu”, “Kayıp Alfabe” ve “Analar Duvarı” enstalasyonları ruhunuzda derin bir sızı bırakıyor.
Elbette her sanat eseri gibi bu Hafıza Odası da farklı açılardan eleştirilecektir. Nitekim Güneştekin’in çalışması da kamuoyuna sunulduğu andan itibaren, ihtiva ettiği etmediği olayları, konuları işleme şekli, sunuluş biçimi ve davetli listesi gibi çeşitli yönlerden tenkitlere maruz kaldı. Sergiyi gezenlerin tabutlar arasında gülümseyerek fotoğraf çektirmeleri, savaşın kalıntılarını ve faili meçhulleri simgeleyen eserlerin önünde sosyal medya hesaplarına içerik üretme çabaları tepki çekti.
“Bellek kültürü”
Bu hissiyatı anlıyorum ama mevzuya daha farklı yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum. Netameli bir konuya el atan her çalışma, menfi ve müspet olarak, kritik edilir. Mesela Güneştekin’in sergisindeki tabutlar arasında dolaşırken aklıma gelen ilk yer olan Berlin’deki Yahudi Soykırım Anıtı da, açıldığı 2005’ten bu yana tartışılıyor. Nazilerin kurbanlarının sadece Yahudiler olmadığı, onlarla birlikte homoseksüellerin, Romanların ve sakatların da aynı zulme maruz kaldıkları belirtiliyor. Anıtın yalnızca Yahudilere ithaf edilip diğer kurbanların adının anılmamasının, tarihle gerçek manada yüzleşmek için bir engel teşkil ettiği ifade ediliyor.
Bununla birlikte Yahudi Soykırım Anıtı, Almanya’da bellek kültürü açısından bir kilometre taşı oldu. Bugün anıtın beton blokları arasında herkes tarihi bir acıyı duyumsayarak ve huşu içinde dolaşmıyor. Çocuklar şen şakrak gülüşleriyle koşturuyorlar. Âşıklar el ele tutuşup geziniyorlar. Bazı ziyaretçiler en güzel pozu yakalamak için çaba gösteriyorlar. Alkolün dozunu ayarlayamayıp hafiften sarhoş olanlar yüksek sesle şarkı söylüyorlar, vs. Ancak hangi halde olursa olsun hiçbir insanın görmezden gelemeyeceği bu anıt, her türlü fikre, tenkide ve eleştiriye açık tavrıyla tarihle yüzleşmek için bir olanak sunuyor.
Hafıza Odası’na da böyle bakmak gerektiği kanısındayım. Herkes aynı duygularla, aynı yoğunlukla, aynı düşünceyle, aynı acıyla dolaşmayabilir. Kimi fotoğraf çektirir, kimi durup hatırlamaya çalışır. Kimi pür dikkat kesilir, kimi bir göz atmakla yetinir. Kimi üç-beş saatini adar, kimi bir tur atıp çıkar. Fakat ona gösterilen tepkiler ve onun karşısında hissedilen duygular farklı farklı olsa da, eser varlığıyla tarihe dönüp bakmak için bir kapı aralıyor. Bir fırsattır bu; yüzleşmeye gerçekten niyet varsa aralanan bu kapıdan girmek gerekiyor.
Muhalefetin gövde gösterisi
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) sergiye çok iyi bir ev sahipliği yaptı. Başkan Mehmet Kaya ve ekibi, serginin hem sosyal hayata hem de Diyarbakır ekonomisine yapacağı katkıyı azami kılmak için, uzunca bir süredir hummalı bir çabanın içindeydiler. Herhangi bir aksaklığın olmaması ve işlerin doğru yürümesi için neredeyse bir seferberlik haline giren DTSO, böylesine büyük bir organizasyonun altından başarıyla kalktı. Açılıştan sonra serginin önünde kuyruklar oluşması ve turizm şirketlerinin Diyarbakır turlarına sergiyi de ekleme talepleri, DTSO’nun gayretinin meyvesini verdiğine işaret ediyor.
DTSO, siyasi ayrım gözetmeksizin bütün siyasal aktörleri davet etti. Fakat iktidar uzak durmayı tercih ederken, muhalefet sergiye hatırı sayılır bir ilgi gösterdi. Bilhassa HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sergiye katılmaları ve aynı karede resim vermeleri, hem bugüne hem de yakın geleceğe dair önemli bir mesaj olarak okundu.
Bazı AK Partili siyasetçiler buna tepki gösterdiler ve -mealen- ortada tarihle yüzleşmeye davet eden bir “Hafıza Odası”nın değil, iktidarı hedefleyen bir “Proje Odası”nın olduğunu yazdılar. Ne var ki, rahatsız oldukları bu tablo kendi hatalarının bir sonucu; çünkü sergiye katılmamak onların seçimiydi, sergiyi düzenleyenlerin değil.
Eğer AK Parti, bir zamanlar kendisinin de eleştirel bir tavır aldığı 5 Nolu Cezaevi, Kürtçe yasakları ve faili meçhuller gibi konulara odaklanan bu serginin davetine icabet etmiş olsaydı, muhalefetin gövde gösterisini yapmasının da önüne geçmiş olurdu. İktidarın ihtiyacı, her faaliyeti bir tuzak olarak kodlayıp komplo teorisine bel bağlamak değildir. İktidarın ihtiyacı, kendi yanlışlarıyla yüzleşmektir. Hafıza Odası’na girmek, bu yönden de faydalı olabilirdi.
Anlaşılan sergiyi ve yansımalarını bir süre daha konuşmaya devam edeceğiz. Sergi, 31 Aralık’a kadar açık olacak. Diyarbakır’ı görmek için her zaman çok iyi nedenler vardır. Şimdi buna Hafıza Odası’nı da ekleyebilirsiniz.