Türkiye´nin önde gelen ve günümüzde de önemli eserlere imza atan Selçuklu dönemi ve özellikle de dönemin Konya´sı ile ilgili ?nitelikli´ çalışmaları bulunan Prof. Dr. Mikâil Bayram, epey zamandır yerleşik bulunan ve hayli yaygın olan ve çoğu da tarihî özelliğe haiz birçok yargıyı, yaptığı birçok çalışma ile sorgulanır duruma getirmiş bir akademisyendir.
Onu ilk kez, yıllar önce Mevlânâ ile ilgili görüşlerini içeren bir röportajını dönemin bir İslamcı dergisinde okumuş ve onun eserlerini mümkün mertebe takip etmeye çalışmıştım?
Daha sonra, onun bu kez bizim için ?aslında birçok kişinin- Ahilik kurumunun kurucusu, yani pîr´i sayılan Ahi Evren olarak tanıdığımız tarihi şahsın, aslında, yine onun yapmış olduğu, hemen hepsi arşiv çalışmalarına dayanan çalışmalarından Nasreddin Hoca olarak karşımıza çıkmasına şaşırdık ve Mikâl hoca´yı takip etmeye başladık?
Onun Ahilerin kadın kolu sayılan Bacıyan-ı Rum; Anadolu(Rum) Bacıları, yani Ahîliğe bağlı ve o kurum/tarikat içerisinde Anadolu´nun Müslüman kadınları üzerinden Müslüman aileyi gönendirme çalışmalarını içeren, yine adı ?Bacıyan-ı Rum? olan kitabı, müelliften okuduğum ilk eser olmuştu. Daha sonra, iki binlerin ortalarında çeşitli yayınevlerinden çıkan birkaç kitabını da okuma imkânım olmuştu.
En son okuduğum eseri ise, yukarıda adı geçen eserdi.
Bu eserle ilgili olarak genel anlamda ve işi özetleyecek oranda şunları söyleyebilirdik; İlhanlı devleti bir yandan kendi iktidarlarına itaatkâr bir kültürel çevre ve sosyal yapı oluşturmaya çalışırken bir yandan da ilmî ve fikrî çevreleri kendi amaçları doğrultusunda kullanma gayreti içinde bulunuyorlardı.
Bu cümleden olarak Anadolu´da yüksek bir şöhrete sahip eserleri çokça okunan ve yaygın olan Ahi Evren Hâce Nasirü´d-din Mahmud´un eserlerini kendilerine hizmet eden yandaşları vasıtası ile onun lakabdaşı Hâce Nasirü´d-din Tûsî´ye nisbet ettikleri görülmektedir.
Bu ise Moğolların hizmetine giren Alamut Kalesi´nin Emiri Muhteşem´in önemli rolü bulunduğu anlaşılmaktadır. Moğol iktidarının gölgesinde birçok edip, sair ve müstensihler bilerek veya bilmeyerek bu iste istihdam edilmişlerdir.
İlhanlı Devleti´nin 1336´da inkırazından sonra Orta Anadolu´da hüküm-ferma olan Eretnaoğulları?da kendilerini Moğollar´ın bakiyesi sayarak onların bu yöndeki çalışmalarını devam ettirdikleri görülmektedir.
Bu çalışmalar o kadar etkili olmuştur ki, yüz sene zarfında Hâce Nasirü´d-din Ahi Evren ve eserleri Anadolu´daki ilmî ve fikrî çevrelerde tamamen unutulmuş görünüyor. O ancak Anadolu´nun sözlü kültürü içinde menkıbevi anekdotlar halinde yaşatılmıştır. Anadolu insanı Ahi Evren´i ve onun gibi olanları hiç unutmamış ve onların efsanevi kimliklerini eben ve cedden muhafaza etmiştir.? (www.kitapsihirbazi.com/hace-nasiruddini-tusinin-intihalciligi-ve-ahi-evren-hace-nasiruddin-ile-ilgisi-p621336.html1)
Müellif bu eserinde de bu konuya bağlı olarak bir iki eserinde olduğu üzere, neredeyse mitolojik bir kahraman, halk filozofu, mizah ehli, fıkracısı ve nüktedan olarak bilinen ve yüzlerce yıldır da o şekilde tanınan Nasreddin Hoca´nın aslında Ahi Evren´in bizzat kendisi olduğunu, onlarca yıldır arşivlere bağlı kalarak yaptığı tarihi araştırma, inceleme ve analizlerle ortaya koymaktaydı?
Mantık, belge ve hakikat?
Bu eserinde de işi bir adım daha ileri götürerek, yüzlerce yıldır doğru bilinen, ama mantık, belge ve hakikat açısından bakıldığında yanlış olduğu gün gibi ortada olan bir olayı tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarmaktaydı?
O da bir yanda Anadolu´yu mesken tutmuş, orayı kendine yurt olarak seçmiş itikadî açıdan Sünnî/Eş´arî ve fıkıh mezhebi açısından da Şafiî olan Ahi Evren(Masreddin Hoca) ile itikaden Şiî(hatta müfsit, aynı zamanda gulat-ı Şia´dan sayılan İsmailî olan) Hâce Nasirü´d-din Tûsî´nin, çeşitli konuları içeren mektuplaşmalarını, kalkıp bir kelime olsun dahi Farsça bilmeyen Sadreddin Konevî arasında teati ettirmek üzerinden bir hakikati, yukarıda da belirttiğimiz üzere ortada olması gereken mantık ve belgeyi görmezden gelerek ketmedilmekteydi?
Yukarıya aldığımız alıntı, aslında eser iyi bir gözle okunduğunda, eserin özeti hükmünde olduğu ve olan bitenin de o özetin çoğullaştırılmış bir yönü olduğu görülecektir.
Hakikat ve çarpıtma?
Hakikat; bu mektuplaşmalar Sünnî Eş´arî/Şafiî olan Ahi Evren(Nasreddin Hoca) ile Şii(Hatta müfsit bir İsmailî) olan Hâce Nasirü´d-din Tûsî arasında geçmişti?
Çarpıtma; Moğolların Anadolu´yu işgalleri, orayı uzun bir dönem elde tutmaları, Selçuklu yönetimini kendi oyuncakları haline getirmeleri, kendilerine oralarda ?işbirlikçi yandaşlar´ tutmaları, Moğol emperyalizmi çerçevesinde kendi kültürlerini yaymaları, Sünnîlik ve Sünniler adına her ne iyi şeyler var ise, onları İran kültürüne mal etmeye çalışmaları şeklinde özetlenebilirdi.
Bununla birlikte, günümüze kadar gelen en önemli çarpıtma, her şeyden önce Tusî´ye Emir Muhteşem´in bizzat vermiş olduğu Ahi Evren´e, yani Ahi Evren Hâce Nasirü´d-din Mahmud´a ait eserlerini kendilerine hizmet eden yandaşları vasıtası ile onun lakabdaşı Hâce Nasirü´d-din Tûsî´ye nisbet etmelerinin sonucunda ortaya çıkan çarpık durum olsa gerek?
Zira Mikâil Bayram´ın ifadelerine bakıldığında, Tusi´ye nispet edilen eserlerde, her şeyden de önce Sünniliğe yapılan ?olumlu´ atıflar dahi, bu eserlerin Ahi Evren´e ait olduğuna en önemli ve en büyük delil hükmünde idi?
_________________________________________
Hace Nasirüddini Tûsinin İntihalcılığı ve Ahi Evren Hace Nasirüddin ile İlgisi, Prof. Dr. Mikâil Bayram, Çizgi Kitabevi Yay. Temmuz 2016 Konya