Yıllarca haber peşinde koştuktan ve haber sorumlusu olarak dönemin önemli sayılan bir gazetesinde görev yaptıktan sonra yine aynı gazetede ‘okur temsilcisi’ konumuna getirilmiş bir meslektaş, Faruk Bildirici, kısa sürmüş RTÜK üyeliği ardından bütün bu yıllar boyunca elde ettiği birikimini herkesi bilgilendirmede kullanıyor.
Gönüllü ‘medya okur/izleyici temsilcisi’ konumuna getirdi kendisini, gerekli gördüğünde serinkanlı değerlendirmeler yapıyor.
Kamuoyuyla paylaştığı son değerlendirmesi televizyonların tartışma programlarıyla ilgili.
Bir ay boyunca haber kanallarının tartışma programlarını hassasiyetle izlemiş ve bulgularını teker teker kağıda döktükten sonra kanaatlerini raporlaştırmış.
Raporunun özeti şu: “İktidara yakın ya da iktidar kontrolündeki kanallarda ‘ekrana çıkamayacaklar listesi’ var.”
Programlar o listede yer almayan az sayıdaki isimle yapılıyor…
Verdiği en çok çağrılan konuklar listesinde tanınmış kişiler yanında benim ilk kez isimleriyle karşılaştıklarım da var.
O yeni isimleri arayıp bulmak için bayağı çaba gösterilmiş olması gerekir.
Muhtemelen ‘ekrana çıkamayacaklar listesi’ olduğu gibi, ‘ekrana sıkça çağrılacaklar listesi’ de vardır ve benim daha önce isimlerini hiç işitmediğim kişiler o sayede ekranlarda görünür olmuşlardır.
Benim başımdan geçen
Yazılarıma ara sıra göz atanlar özellikle medya konusuna değinirken benzer bir tespitte bulunduğumu hatırlayacaklardır. Tartışma programlarını izlemekten vazgeçeli hayli zaman olduğu halde, biraz da kendi başıma gelen üzerinde düşünürken, Faruk Bildirici’nin bilimsel yaklaşımla ulaştığı sonuca kendi deneyimimden hareketle ben de varmıştım.
Uzun yıllar bir kanalda günlük yorumlar yaptım, tartışmalı sohbet programları yönettim. Beş yıl öncesine kadar bir kanalın haftalık tartışma programlarının birinde sabit yorumculardandım ve bu sebeple başka kanallardan gelen katılma taleplerini haftada sadece birle sınırlamıştım.
Kendimi sınırlamasaydım her hafta pek çok kanalda arz-ı endam edebileceğim sıklıkta davetler almaktaydım.
Emir yüksek yerden geldi, yazdığım gazetede köşem kapatılırken sabit katılımcısı olduğum haftalık tartışma programından da çıkarıldım.
O gün bugündür haber kanallarının hiçbirinden davet almıyorum.
Daha önce de yazmıştım, yeri geldi tekrarlayayım: Üzerinden bir yıldan fazla süre geçti, kanalların birinden arayan bir konuk sorumlusu tarafından bir programa davet edildim. Davet edene, memnuniyetle katılacağımı, ancak bir yanlışa da kurban gitmek istemediğimi söyledim.
Kapıdan geri çevrilmek yanlışına…
Anlamadığını görünce ne demek istediğimi açtım.
“Bildiğim kadarıyla” dedim, “Kanal yöneticilerinin elinde biri ‘kesinlikle programlara çıkarılmaması gerekenler listesi’, diğeri de ‘mutlaka çağrılması gerekenler listesi’ olmak üzere iki liste var ve benim ismim ilk listede yer alıyor. Gelirsem büyük ihtimalle kapıdan çevrilirim.”
Genç kadın şaşırdı, “Olur mu öyle şey Fehmi bey, sizi programcı bizzat istedi; ben kendisiyle konuşur, size dönerim” dedi.
Ve, bir daha aramadı.
[Tek istisna, kapılar bütünüyle yüzüme kapanmadan önce haftalık tartışma programında yer aldığım kanaldan gelen bir davettir. Davet eden programcıya aynı açıklamayı yapınca, bana, kanalın sözünün üstünde söz olmayan yöneticisinin adını verdi ve davet edilmemi onun bizzat istediğini söyledi. Son beş yıl içerisinde ana haber kanallarında katıldığım tek program odur. Bir daha aynı kanala çağrılmadığıma göre yeniden uyarılmış olmalılar.]
İzlenmeyen kanallar, satmayan gazeteler
Faruk Bildirici’nin tartışma programlarıyla ilgili raporunu kamuoyuyla paylaşmasının üzerinden günler geçti. Rapor sonrasında görüşlerini açmasını isteyenlere listelerin kimler tarafından hazırlandığına dair bildiklerini isim de vererek açıkladığı halde, o isimlerden ve iktidar cephesinden herhangi bir tepki gelmedi.
Usulen olsun “Yok öyle bir şey” diyebilirlerdi, demediler.
Herhalde bu gerçeğin bilinir hale gelmesinde yarar görmüşlerdir.
Bu tablodan çıkan sonuç belli: Görevi kamuoyunu aydınlatmak olan ve bu amaçla mümkün olan en genişlikte görüşlerin aktarılmasına aracılık etmesi beklenen medya bizde farklı çalışıyor. Tek taraflı yönlendirme -propaganda- aracı durumunda.
İzleniyor mu kanalların tartışma programları?
Durumları onlardan farklı olmayan gazeteler alınıp okunuyor mu?
Cevabı ancak tahminle verilebilecek sorular bunlar.
Sizlerin tahminleriniz benim tahminimden geri değildir.
Faruk Bildirici’nin raporlaştırdığı bu gerçek, yalnızca ülke içerisinde değil dışarıda da, bilmesi gerekenler tarafından biliniyor zaten.
Biliniyor ve Türkiye ‘medyası özgür olmayan ülkeler’ arasına yerleştiriliyor.
Tevekkeli, milyonlarca insanımız, internet üzerinden kolayca erişilen alternatif kanalları ve görüşlerini dijital platformlardan ulaştıran yorumcuları izlemeye, haberlerle yorumlar için onları takip etmeye başladı.
Yakınlarda bir canlı tartışma platformu da devreye girdi.
Aranızdan “Derdi sana mı düştü?” diyecekler çıkabilir ama yine de yazımı şöyle tamamlayayım: İzlenmeyen kanallar ile okunmayan gazeteler için saçılan paralara acıyorum.