Şimdi muhtemelen "Gürer Gülsevin de kim?" diyeceksiniz.
Kendisi 26 Haziran 2018 târihinden beri TDK´nın reîsi...
Geçenlerde (11. 12. 2018 Salı günü) Akdeniz Üniversitesinde ?Türkçe Nedir? Ne Türkçedir? adlı bir konferans veren TDK Reîsi Prof. Dr. Gürer Gülsevin demiş ki:
?İnanarak söylüyorum ki Türkçe şu anda târihinin en güzel günlerini yaşıyor...?
İfâde aynen bu...
(Haberi gerek TDK´nın gerek Akdeniz Üniversitesinin resmî internet sitelerinde bulabilirsiniz.)
Bunu söyleyen -veyâ böyle düşünen- kişi "herhangi biri" olsaydı kaale almaz, geçerdim.
Gelgelelim, bu zât, koskoca TDK Reîsi!..
Sözü "yanlış"ın da ilerisi...
Yok ötesi berisi...
***
Böylesine vahim bir yanlış ve bâtıl inanış karşısında ne demeli?
Aklıma birkaç ihtimal geliyor.
A) Kötü ihtimal: Gürer Gülsevin´in dili sürçtü.
Yâni, aslında "Türkçe şu anda târihinin en kötü günlerini yaşıyor.? diyecekti; ama dili dolaştı ve ağzından sehven "güzel" kelimesi çıktı.
B) Daha kötü olan ihtimal: Gürer Gülsevin, "İnanarak söylüyorum ki Türkçe şu anda târihinin en güzel günlerini yaşıyor...? derken samîmî.
Yâni, dediği şeye inanıyor, Türkçeyi öyle sanıyor...
C) En kötü ihtimal: Gürer Gülsevin, Türkçeyi öyle sanmasa da,
Türkçenin şu anda güzel günleri yaşadığına inanmasa da resmî mevkiinden dolayı inanmış görünmek istiyor...
Koca Râgıb Paşa´nın dediği gibi yâni:
"Muvâfıkdır yine elbet mizâca şîve-i hikmet;
Tabîbin olsa da kizbi, marîzin sıhhatin söyler..."
***
Doğru şık hangisi olursa olsun, Türkçenin gerçeklerini saklamayıp söylemek daha doğrudur.
Eğri oturup doğru konuşmak lâzım.
Bendeniz de TDK´ya ve aslında devlet büyüklerimize bu husustaki fikirlerimi en derin saygı ve kaygılarımla arz ederim:
Keşke "Türkçe şu anda târihinin en güzel günlerini yaşıyor...? olsaydı...
Maalesef öyle değil!
Bırakın "en güzel günlerini yaşıyor" olmayı, Türkçe bugün "iç güveyisinden hâllice" bile görünmüyor.
Hattâ -inanarak ve büyük bir üzüntüyle söylüyorum ki- "Türkçe şu anda târihinin en kara günlerini yaşıyor..."
***
Nerdeyse 10 yıldır bunu anlatmaya çalışıyorum.
Gülsevin´in "...târihinin en güzel günlerini yaşıyor.? dediği Türkçe, 1930´lu yıllardan îtibâren resmî müdâhale ve desteklerle ortaya çıkan ve adına DİT (Devlet İkaameli Türkçe) diyebileceğimiz bir dildir.
Daha önceki yıllarda da bu Türkçeye bir isim bulma ihtiyâcı duyulmuş ve "TDK Lehçesi, Uydurukça, Uydurca, Düzme Devlet Dili, Resmî Argo, Devlet Argosu, Kurbağaca, Çitakça vb..." denmişti.
(Bu tâbirler, Abdulkadir İnan, H.Edip Adıvar, Fuat Köprülü, N.Fâzıl Kısakürekve İsmâil Hâmî Dânişmend´e âit.)
1930´lardan 1940´lardan îtibâren Peyâmî Safâ, Fâruk Kadri Timurtaş, Nihad Sâmi Banarlı, Necmettin Hacıeminoğlu gibi birçok ilim, fikir, sanat adamları Türkçenin bir felâkete doğru gitmekte ve eriyip bitmekte olduğunu görüp feryâd ettiler, ömür tükettiler.
Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu 1970´lerde "Türkçenin Karanlık Günleri"ni yazdığında bile Türkçe bugünkü kadar gerilerde değildi.
2000´li yıllarda ise "Türkçenin Karanlık Günleri"ni bile mumla arar olduk.
Artık "kaybolmakta olan Türkçe"ye dâir ağıtlar yakılıyordu.
Nitekim bu yıllarda Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu´nun "Bye Bye Türkçe" adını taşıyan, Feyza Hepçilingirler´in de "Türkçe Off-Dilim Dilim Anadilim" ismindeki kitapları çıktı ve yüz binlerce kişi tarafından okundu...
Şimdi Türkçeye sihirli bir el mi değdi de birdenbire "güzel günler" görmeye başladı?
***
Sinanoğlu´nun ve Hepçilingirler´in tam olarak söylemediklerini ben söyleyeyim:
1932´den îtibâren binlerce Arapça ve Farsça asıllı kelimenin unutulması adına yerlerine sun´î ve yabânî kelimeler yapılıp birdenbire kondu...
Evet, bir dilde 700 yılda ancak görülebilecek değişmeyi Türkçe 70 yılda yaşamak zorunda kaldı. Nitekim 1930´lardan beri Türkiye´de her neslin kelime hazînesi bir öncekinden farklı...
Bütün resmî metinlere yerleştirilen bu DİT (Devlet İkaameli Türkçe) ile okutulan, yetiştirilen nesiller için babalarının, dedelerinin sözleri artık yabancı kelimeler hâline geldi.
1920 ve 1930´ların Türkçesi, yâni Hâlide Edip Adıvar, Sabahattin Ali, Yâkup Kadri Karaosmanoğlu ve Reşat Nûri Güntekin gibi romancıların dilini dahi bugünkü nesiller anlamıyor...
Avrupalının 300 yaşındaki kitapları hâlâ genç; bizim 50´likler bile ihtiyarladı...
Bugünkü Türkçe ve edebiyat hocaları arasında Mehmed Âkif´in Safahat´ı ile Tevfik Fikret´in Rübâb-ı Şikeste´sini -bırakın anlamayı- baştan sona doğru okuyabilecek olanlar yüzde bir bile değildir, iddiâ ediyorum.
Osmanlı devri ile Cumhûriyet´in kuruluş yılları şöyle dursun, Adnan Menderes(1950-1960) devrinde yazılıp basılan eserlerin bile "eski Türkçe" sayıldığı bir kopuş var ortada...
Kendi kültür kaynaklarından her yıl biraz daha uzaklaşan nesiller...
***
Türkçenin güzel günler görmeye başlaması nasıl mümkün olabilir?
1932´den îtibâren TDK mârifetiyle, devlet gücüyle resmî metinlerden kaldırılan ve yeni nesillere öğretilmeyen bütün kelimeler yeniden resmî metinlere konmalıdır.
Son olarak da şunu teklîf ediyorum:
Devlet tarafından yapılan bütün imtihanlarda aşağıdaki ustaların Türkçesi ?baraj? kabûl edilmelidir:
Dede Korkut, Ahmed Yesevî, Hacı Bektâş-ı Velî, Yûnus Emre, Âşık Paşa, Karacaoğlan, Niyâzî Mısrî, Pir Sultan Abdal, Fuzûlî, Bâkî, Kâtip Çelebi, Evliyâ Çelebi, Nedîm, Şeyh Gaalib, A.Cevdet Paşa, A.Midhat Efendi, Ömer Seyfeddin, H.Rahmi Gürpınar, H.Ziyâ Uşaklıgil, Tevfik Fikret, Mehmed Âkif, Ahmed Hâşim, Yahyâ Kemâl, M.Şevket Esendal, H.Edip Adıvar, R.Nûri Güntekin, A.Şinâsi Hisar, Peyâmî Safâ, A.Hamdi Tanpınar, Âşık Veysel, Necip Fâzıl, Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Sait Fâik, Orhan Veli, Câhid Sıtkı vb.
***
Bunlar yapılmazsa "Türkçenin en güzel günleri?ni değil, ölümünü göreceğiz...