İnsamer'den Ayşenur Albayrak'ın konuya dair" analizi...
Giriş
Afrika kıtasının sömürge geçmişinin başladığı ilk yerlerden biri olan Güney Afrika Cumhuriyeti, 16. yüzyılda Ümit Burnu’nun keşfiyle Avrupalı sömürgecilerin uğrak yeri olmuş, ardından 17. yüzyılın ortalarında Hollandalı sömürgeciler bölgeye yerleşmiştir. 19. yüzyıla gelindiğinde bölgede İngiliz hâkimiyeti başlamış ve İngiliz sömürge dönemi 1931 yılında Güney Afrika’nın bağımsızlığını ilan etmesine kadar devam etmiştir. Ne var ki Güney Afrika için bu gerçek bir bağımsızlıktan ziyade, beyaz ırkın diğer ırklardan üstün olduğunu savunan, insanlık tarihinin en utanç verici dönemlerinden biri olan apartheid sisteminin uygulandığı bir süreç olmuştur. Irkçı apartheid rejimine karşı verilen mücadele sonucu ülkede 1994 yılında rejim değişikliği yaşanmış, aynı yıl tüm toplumun ilk defa özgürce oy kullanabildiği seçimler yapılmış ve Nelson Mandela, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyahi devlet başkanı ve yeni dönemin kurucu lideri seçilmiştir.
Apartheid dönemi sona ermiş olsa da uzun yıllar süren ırkçı politikaların etkileri hâlen devam etmektedir. Örneğin ülke genelinde suç oranları çok yüksek seyretmekte; hırsızlık, cinayet ve tecavüz vakaları âdeta günlük hayatın normalleri olarak kabul edilmektedir. Bugün Güney Afrika Cumhuriyeti, dünya genelinde suç oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden biridir. Sosyal adaletsizlik ve yüksek işsizlik oranları, bu durumun en önemli sebepleri olarak dikkat çekmektedir.
60 milyon nüfuslu ülkede çok farklı etnik kökenden insan bir arada yaşamaktadır. Nüfusun büyük bölümü Hristiyan’dır; Müslümanlar ise ülkedeki en büyük dinî azınlıktır ve resmî rakamlara göre nüfusun yaklaşık %2,5’ini oluşturmaktadır. Güney Afrika Müslümanlarının büyük bölümü Malay ve Hint asıllı olmakla birlikte, ülkede azımsanmayacak bir siyahi Müslüman nüfus da bulunmaktadır. Ülkedeki tarihleri 500 yıl öncesine dayanan Güney Afrika Müslümanları, sayıları az olmakla birlikte beyaz rejimin apartheid uygulamalarına karşı verdikleri mücadele sebebiyle bugün ülkenin temel toplumsal ve siyasi unsurları arasında yer almaktadır.
Günümüzde âdeta bir özgürlükler ülkesi olan Güney Afrika’da Müslüman gruplar çok sayıda okul, kültür merkezi ve kuruluş aracılığıyla serbestçe faaliyet gösterebilmektedir. Ancak çok çeşitli etnik kökenden gelen ülke Müslümanları, İslam dünyasındaki farklı fikir akımlarının, hareketlerin ve cemaatlerin etkisinde olmaları sebebiyle ihtilaflar yaşamakta, ortak hareket etmekte zorlanmaktadır. Bu da tek sesli bir azınlık topluluğu oluşturmalarının önündeki en büyük engeldir.
Müslüman Göçleri ve Tarihçe
Müslümanların Güney Afrika’ya gelişi dört farklı dönemde gerçekleşmiştir. 17. yüzyılın ortalarında (1652) Malezya topraklarından Güney Afrika’nın Cape Town kentine sürgün gelen Müslümanlar ilk nesil grubu oluşturmaktadır. Müslüman Malaylar çoğunlukla Endonezya Takımadaları, Java, Bali, Sunda Adaları ve Madagaskar’dan Hollandalı sömürgeciler tarafından ya köle, hizmetçi, mülteci ya da siyasi sürgün olarak bölgeye getirilmiştir. Bu dönemde siyasi sürgünler arasında birçok yönetici ve ulema da Güney Afrika’ya getirilmiş ve Robben Island adlı adada hapsedilmiştir. Bu isimlerden biri de Güney Afrikalı Müslümanlar için İslam’ın ülkedeki kurucusu ve manevi önderi kabul edilen Şeyh Yusuf’tur. 1694’te yaklaşık 50 kişiyle birlikte Hollandalı sömürgeciler tarafından Cape Town’a gönderilen Şeyh Yusuf, ailesi ve beraberindeki kişilerle birlikte Cape Town’daki Müslüman cemaatin çekirdeğini oluşturmuştur.
Ülkeye ikinci büyük Müslüman göçü ise 1807’de yaşanmış, Afrika’nın farklı bölgelerinden köle olarak toplanan yüzlerce Müslüman çalıştırılmak üzere bugün Durban kentinin de içinde bulunduğu bölgeye getirilmiştir. Bu insanlar bir süre sonra özgürlüklerini kazanarak bölgenin ilk yerli Müslüman topluluğunu oluşturmuştur.
Üçüncü büyük Müslüman göç dalgası 19. yüzyılın ortalarında Hint alt kıtasından Cape Town’a gelenlerle yaşanmıştır. İki aşamada gelen Hintli Müslümanların ilk grubu, Natal kıyılarını kontrol eden ve Güney Asya’nın büyük bölümünde hâkimiyet kuran İngilizler tarafından Natal’daki şeker tarlalarında çalıştırılmak üzere sözleşmeli işçi olarak zorla getirilenlerdir. İkinci grup ise, ellerindeki sermayeyle 1869’dan itibaren Güney Afrika’ya gönüllü girişimci olarak gelmeye başlayan Hindistanlı Müslümanlardır. Hintli Müslüman tüccarlar genellikle Transvaal’a yerleşmiştir. Bu insanlar geri kalmış kırsal kasabalarda, maden kasabalarında, Afrikalı kabilelerin bulunduğu bölgelerde ve Natal’da beyazlara ait merkezlerde dükkânlar açmıştır. Bu grup, Güney Afrika’da gelişmekte olan Müslüman toplumun da çekirdeğini oluşturmuştur.
19. yüzyıl aynı zamanda Güney Afrika’daki Müslümanlara Osmanlı ilgisinin de arttığı bir dönemdir. 1863 yılında Osmanlı Devleti’nin bölgeye gönderdiği Şeyh Ebubekir Efendi burada Müslümanların eğitimi için çalışmalarda bulunmuştur. Ebubekir Efendi’nin çalışmaları sadece eğitim alanıyla sınırlı kalmamış, bu dönemde Osmanlı Devleti ile Güney Afrika arasındaki siyasi bağlar da güçlenmiştir. Osmanlı, 1876 yılında bölge Müslümanları için çok sayıda İslami kitap bastırıp dağıtmış, ayrıca Zulu askerlerine eğitim vererek maddi yardımda bulunmuştur. Gelişen ilişkilerin bir sonucu olarak bölgeden yüzlerce gönüllü Müslüman da Osmanlı saflarında savaşmak üzere Trablus’a gitmiştir. Türkiye ile ilişkiler ise Kurtuluş Savaşı’na kadar dayanmaktadır. Bu dönemde Güney Afrika Müslümanları tarafından toplanan maddi yardımlar Anadolu’ya gönderilmiştir.
Ülkeye dördüncü büyük göç dalgası ise 1994 yılında apartheid rejiminin yıkılmasından sonra gerçekleşmiştir. Hem yatırım hem de iş bulmak amacıyla Malavi, Zanzibar, Somali gibi Afrika ülkelerinden gelen on binlerce Müslüman Güney Afrika’ya yerleşmiş ve burada yeni bir hayat kurmuştur.
Nüfus Yapısı
Güney Afrika nüfusu sömürge geçmişinin de etkisiyle demografik açıdan çeşitlilik göstermektedir. Bugün ülkede 11 tane resmî dil bulunmakta, çok farklı etnik kökenden insan bir arada yaşamaktadır. Nüfusun %80’ininden fazlası yerli siyahi topluluklardan oluşmakla birlikte, beyazlar ve coloured (renkliler) olarak adlandırılan ve genellikle beyaz Avrupalılar ile yerliler ya da kölelerin neslinden gelen melezler nüfusun %9’unu, Müslümanlar ise %2,5’ini oluşturmaktadır. Müslüman nüfus, her üç gruptan da (siyahi, beyaz, coloured) üyeye sahiptir.
Güney Afrika’da en yaygın din Hristiyanlıktır. Ülke nüfusunun %86’sı Hristiyan, yaklaşık %5’i ise yerel Afrika dinlerine mensuptur. Müslümanlar ise resmî rakamlara göre Güney Afrika’nın 60 milyonluk nüfusu içinde %2 civarında bir paya sahiptir. Ancak yapılan saha araştırmalarının sonuçları ve Müslüman organizasyonların belirttiği rakamlar farklılık göstermektedir. Buna göre Sahra altı Afrika ülkeleri, Hindistan alt kıtası, Pakistan ve diğer Afrika ülkelerinden Müslüman göçmenlerin ülkeye akın etmesiyle Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki Müslüman nüfusun 4 milyonu bulduğu belirtilmektedir.
Resmî rakamlara göre 1 milyonun biraz üzerinde olan Müslüman nüfusa dair Müslüman yetkililerin çok daha yüksek rakamlar zikretmesinin temel sebebi; Malavi, Somali, Nijerya ve Arap dünyasından ülkeye akın eden göçmenlerin kayıt dışı olmasıdır. Bu yüzden de resmî rakamların gerçeği yansıtmadığı belirtilmektedir.
Müslümanlar Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki en büyük dinî azınlıktır ve çoğunlukla Western Cape (%7,3), KwaZulu-Natal (%2,6) ve Gauteng’de (%1,5) ikamet etmektedir. Müslümanların kendi içindeki etnik dağılımlarına bakıldığında ise %46 Malay kökenli, %38 Hint alt kıtası kökenli, %10 siyahi ve %6 diğer etnik kökenlerden oldukları görülmektedir. Bu oranlara göre resmî rakamlar baz alındığında Güney Afrika’da 480.000 colored olarak isimlendirilen Malay kökenli ve 400.000 Hint alt kıtası kökenli Müslüman bulunmaktadır. Mevcut literatür ve istatistikler, Güney Afrika’daki toplam siyahi Müslüman nüfusun yaklaşık 100.000 olduğunu göstermektedir.
Malay veya Endonezya kökenli ve bu bölge kültürüne sahip Müslümanlar ağırlıklı olarak Cape eyaletinde yaşarken Hint kökenli Müslümanlar Natal ve Transvaal’da yaşamaktadır. Bu çeşitlilik nedeniyle Güney Afrika’daki Müslüman azınlık, farklı etnik kökenlere, dil gruplarına ve sosyal sınıflara ait birkaç topluluğa bölünmüş durumdadır.
Bugün Güney Afrika Müslümanlarının heterojen yapıda olmasının en önemli tarihsel nedeni, bölgeye göçlerinin farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalardan olmasından kaynaklanmaktadır. Çeşitli dönemlerde Afrika’nın bu en güney noktasına zorla veya gönüllü olarak göç eden Müslümanlar; ülkede farklı etnik kökenlere, dil gruplarına ve sosyal sınıflara mensup bir Müslüman toplumu oluşturmuştur.
Genellikle Malay kökenlilerden oluşan Cape eyaletindeki Müslümanlar, 19. yüzyıl başlarında İngilizlerin etnik sınıflandırmasına dayanan ve yıllar içinde özel bir kimliğe tekabül ettiği için bir anlam genişlemesine uğrayan bir terim olan “Cape Malays” olarak da adlandırılmaktadırlar. Malay yaşamının birçok özelliğinin sergilendiği ve çok fazla melezleşmenin gerçekleştiği Cape Town şehrinde, Malay kökenliler geniş bir yerleşim alanına sahiptir.
Hintli Müslümanlar ise çoğunlukla Natal ve Transvaal’da yoğunlaşmışlardır. Ancak Cape Yarımadası bölgesinde yerleşik Malay kökenli Müslümanların aksine, Hintli Müslümanlar daha dağınıktır. Johannesburg, Durban ve Pietermaritzburg bölgesindeki Witswatersrand metropolü gibi yerlerde de Hint kökenli Müslümanlar yaşamaktadır.
Müslüman toplumun bir diğer önemli parçası ise siyahi Müslümanlardır. İlk olarak Zanzibarlı ve Malavili göçmenlerin Durban’a yerleşmesiyle büyümeye başlayan bu grup, 1970’lerde ve 1980’lerde İslam dininin ırkçılığa ve apartheide karşı olan mücadelesinin etkisiyle daha da genişlemiştir. Bu dönemde İslamiyet’in özellikle Afrikalı gençler arasında yayılmasıyla ülkedeki siyahi Müslümanların sayısı bir hayli arttırmıştır. Bu insanlar genellikle büyük şehirlerin kenar mahallelerinde ve gettolarda yaşamaktadır.
Western Cape Müslümanları ile Natal ve Transvaal Müslümanları arasındaki farklılıklar sadece etnik ve kültürel farklardan ibaret değildir. Bu gruplar daha yakından incelendiğinde İslam dinini yorumlayış ve yaşayışlarında da ciddi farklar olduğu gözlenmektedir. Natal ve Transvaal’daki İslam, Hint ve Hint-Pakistan özelliklerini yansıtırken, Western Cape’teki İslam, Güneydoğu Asya İslam’ının unsurlarını hem yerli hem de Afrika kültürünün unsurlarıyla birleştiren bir sentez şeklindedir. Bu grupların kültürel arka planları ve kendi tarihlerinden gelen dinî kurumları, ritüelleri ve sembolleri sebebiyle İslam dinini yaşayış şekilleri de farklılaşmaktadır. Western Cape’teki Müslüman topluluklar Güney Afrika’daki farklı dinler ve kültürlerle yaklaşık 300 yıldır birlikte yaşadıkları için kültürel olarak daha esnek bir yapıya sahiptir. Örneğin Malay Müslümanları arasında birçok kadın iş hayatında yer alarak ailesinin geçimine katkıda bulunup toplum içinde özgürce hareket edebilmekte ve sosyal hayatta baskı hissetmemektedir. Buna karşın Hint veya Hint-Pakistan kökenli Müslümanlar, Malaylarla kıyaslandığında kültürel açıdan Güney Afrika toplumuyla daha az kaynaşmış görünmektedir. Daha katı ve normatif bir İslam anlayışına sahip olan Hintli Müslümanlar özellikle kadınların toplum hayatındaki yeri noktasında muhafazakâr bir tutum sergilemektedirler. Sosyoekonomik seviyelerinin diğer Müslüman gruplardan yüksek olmasının da etkisiyle kendilerini Güney Afrika Müslümanlarının sözcüsü olarak gördüklerinden, İslam’ı yaşayış şekillerini diğer Müslümanlara dayatma konusunda daha rahat hareket etmektedirler. Bu sebeple de dönemsel olarak Müslümanlar arasında bazı ihtilaflar da yaşanabilmektedir. Bu ise diğer problem alanlarıyla birlikte düşünüldüğünde Müslüman toplumun bütünlüklü görünümü bozulabilmektedir.
Sosyoekonomik Durum
Kuşkusuz, Güney Afrika’daki beyazlar ve Hintlilerin çoğunluğu hariç, hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler için en büyük sorun, artan işsizlik ve eşitsizlik ve buna bağlı kötüleşen sosyoekonomik durumdur. 2019 verilerine göre Güney Afrika’da işsizlik oranı yaklaşık %29’dur ve hanelerin yarısı yoksulluk sınırında veya yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. İşsizlik rakamlarında apartheid döneminden kalma sosyal tabakalaşmanın etkileri de görülmeye devam etmektedir. İşsizlik oranının coloured olarak tanımlanan melezler arasında %21,8, Asyalılar arasında %9,2, beyazlar arasında %6,1 olduğu ülkede, kişi başı gelir açısından beyazlar siyahilerden beş kat daha fazla kazanç elde etmektedir. Ayrıca beyazların %83’ü hane geliri açısından nüfusun ilk %20’sindeyken, bu oran Afrikalı siyahiler için %7,9 melezler için %25,6 ve Hintliler için %50’dir.
Apartheid dönemi boyunca toplumun beyaz olmayan bütün kesimleriyle birlikte Müslümanlar da en temel haklarından mahrum bırakılmış, ülkenin ekonomik imkânlarından faydalandırılmamışlardır. Ancak söz konusu dönemin ayrımcı politikaları Müslümanların ekonomik gelişmesini olumsuz etkilese de Güney Afrikalı Müslümanların sosyoekonomik açıdan genel olarak siyahi Afrikalılardan daha iyi durumda olduğu söylenebilir. Bunda apartheidın rolü ve politik-tarihsel etkileri çok büyüktür. Müslüman kesimler -özellikle Malaylar ve Hintliler- siyahi Afrikalılar kadar ayrımcılığa maruz kalmadıkları için apartheid rejiminin yıkılmasından sonra toparlanmaları kısa sürmüş, bu sebeple de diğer gruplara kıyasla Güney Afrika ekonomisinde daha hızlı yer edinmeye başlamışlardır. Gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYİH) yaklaşık %14-15’ini sağlayan Müslümanlar, nüfuslarına oranla (%2) ülke ekonomisine büyük katkı sunmaktadır.
Apartheid sonrası Güney Afrika’da Müslümanların ticari faaliyetleri arttıkça İslami bankacılık sistemi ortaya çıkmış ve bu sistem yoğun olarak kullanılmaya başlanmıştır. İlk İslami banka olan Islamic 1987 yılında kurulmuş, üç yıl sonra da Al Baraka Bank kurularak Müslüman yatırımcılar desteklenmiştir. Bu süreçte, uzman Müslüman muhasebecilerin ve ekonomistlerin kurduğu Minara Chamber of Commerce ve Asset Management gibi kuruluşlar da Müslüman yatırımcılar için yol gösterici olmuştur. 2004 ve 2006 yıllarında ise sırasıyla First National Bank ve Absa Bank gibi Güney Afrika’nın en büyük bankaları da Müslüman müşterilerinin artan talepleri doğrulusunda İslami bankacılık hizmeti vermeye başlamıştır.
Güney Afrika Müslümanları sosyoekonomik durumlarına bakıldığında geniş bir çeşitlilik göstermektedir. Malay Müslümanlar marangozluk, sıhhi tesisat ve elektrik gibi alanlarda ve genellikle işçi olarak çalışmaktadır. Bununla birlikte günümüzde genç nesil Malay Müslümanları yazılım ve mühendislik sektörlerine, akademiye ve iş dünyasına girme eğilimindedir. Hint kökenli Güney Afrikalı Müslümanlar ise çoğunlukla emekçiler-işçiler, dükkân sahipleri ve tüccarlardan oluşmaktadır. Tüccarlar genellikle aile şirketleri işletmektedir ve bu şirketler nesilden nesile aktarılmaktadır. Ancak yeni nesil Hintli Müslümanlar yüksek sosyoekonomik durumlarının da etkisiyle tıp, hukuk gibi alanlarda da eğitim almaya başlamıştır. Siyahi Müslümanların sosyoekonomik durumu ise kelimenin tam anlamıyla içler acısı olarak tanımlanmaktadır. Genellikle işsiz olan bu kesim, büyük şehirlerin kenar mahallelerinde her türlü kanunsuzluğun ve sefaletin ortasında yaşam mücadelesi vermektedir. Siyahi Müslümanlarla ticaretle uğraşan zengin Hintli Müslümanlar arasındaki uçurum, Müslüman toplumun kendi içindeki bağların zayıflamasına ve birlik duygusunun zedelenmesine de neden olmaktadır.
Müslümanlara ait çok sayıda hayır kurumu ve yardım kuruluşu, sosyoekonomik eşitsizliklerin ve gelir adaletsizliğinin etkilerini azaltmak için çalışmalar yapsa da sorunun büyüklüğü çözüme ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Bununla birlikte çözümün yardım faaliyetleri düzenlemekten ziyade Güney Afrikalı siyahi Müslümanları kronik olarak içinden çıkamadıkları yoksulluk durumundan kurtarmak olduğu konusu sıklıkla gündeme getirilmekte ancak bu durumu değiştirmeye yönelik somut adımların atılması noktasında ilerleme sağlanamamaktadır.
Müslümanların Eğitimi
Güney Afrika’da Müslümanların eğitimi, Müslüman kuruluşlar için ehemmiyet arz eden konuların başında gelmektedir. Zira bu konu Güney Afrika’daki İslami kimliğin korunması ve sürdürülmesi için hayati önemdedir. Güney Afrika Anayasası laik bir anayasadır ve dinî eğitime destek vermemektedir. Bu nedenle Müslümanlara ait okullar, kuruluşlar ve organizasyonlar Müslüman çocukların dinî eğitimini kendi imkânlarıyla sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu bağlamda Müslüman kuruluşlar dinî kimliklerini korumak, sürdürmek ve pekiştirmek için kendi eğitim kurumlarını kurmaya ve bu kurumları büyük ölçüde cemaatten toplanan fonlar ve bağışlar yoluyla mali olarak ayakta tutmaya gayret etmektedir.
Apartheid sonrası dönemde, hem ortaöğretim hem de ilköğretim seviyelerinde Müslümanlara ait okulların sayısı artmıştır. Bu okullar devlet destekli özel okullar ve bağımsız okullar olarak hizmet vermektedir. Devlet destekli özel okullarda öğretmenlerin maaşları ve okul giderlerinin bir kısmı devlet tarafından karşılanmaktadır, buna karşın bağımsız okullar devlet desteği almamaktadır. Devlet okullarındaki müfredatın yanı sıra İslami bir müfredat takip eden okullar, bağımsız özel okul statüsündedir ve Güney Afrika’da Müslümanlara ait 80’e yakın özel okul bulunmaktadır. Bu okulların çoğu 1989’da kurulan Müslüman Okulları Birliği’ne (Association for Muslim Schools in South Africa-AMSSA) bağlıdır.
Güney Afrikalı Müslümanlar arasında, sosyoekonomik durumlarının çeşitlilik göstermesinin de etkisiyle farklı eğitim seviyeleri gözlemlenmektedir.
Bağımsız Müslüman okullarının kurulmasının nedenleri arasında gayrimüslim bir topluluk içinde yaşayan Müslüman çocuklara Müslüman kimliği kazandırmak, devlet okullarında yer yer İslamofobik saldırılara, dışlanma ve ayrımcılığa maruz kalan çocuklara kendilerini özgür hissedebilecekleri alanlar sağlamak ve onları şiddet yanlısı örgütlerin etkisinden uzak tutmak gibi etkenler sayılabilir. Bu okullarda devlet okullarındaki müfredata ek olarak Kur’an-ı Kerim, Arapça, İslami ve etik değerler öğretilerek Müslüman kimliği şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Bununla birlikte Müslüman kimliğiyle birlikte insan haklarına saygılı, iyi bir insan olmayı önceleyen ve yaşadığı ülkenin değerleriyle çatışma içinde olmayan bireyler yetiştirmek de hedeflenmektedir.
Güney Afrika Müslümanları arasındaki eğitim düzeyi beyazlarla karşılaştırıldığında daha düşük olsa da siyahi Afrikalılara ve ülke ortalamasına göre daha yüksektir.
Güney Afrikalı Müslümanlar arasında, sosyoekonomik durumlarının çeşitlilik göstermesinin de etkisiyle farklı eğitim seviyeleri gözlemlenmektedir. Hint alt kıtası kökenli Müslümanların büyük bir kısmı iyi eğitimlidir. Malay Müslümanlar da Güney Afrika geneliyle kıyaslandığında daha eğitimlidir; buna karşın siyahi Müslümanların büyük çoğunluğu, apartheid mirasının da etkisiyle ilköğretim seviyesinde dahi eğitim alamamakta ve buna bağlı olarak da yoksulluk içinde yaşamaya devam etmektedir.
Irkçı Rejime Karşı Mücadele ve Müslümanlar
Güney Afrikalı Müslümanlar beyaz ırkın yönetiminde olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 1948 yılında resmî olarak başlatılan ve 1990’lı yıllara kadar devam eden siyahilere ve beyaz olmayan diğer etnik gruplara karşı uygulanan apartheid rejimine karşı yürütülen mücadelede önemli rol oynamışlardır.
Apartheid döneminin ilk yıllarında genellikle daha sadık bir profil sergileyen Müslümanlar, 1961’de İngiliz sömürgesinin sona ermesinden ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilanından sonra, ülke idaresinin tümüyle yerel beyazların eline geçmesi ve ülkedeki ırk ayrımcılığının şiddetlenmesiyle bu mücadele içinde yer almaya başlamışlardır. Bu yıllarda Müslümanlar da şiddetli baskılara maruz kalmış, birçok Müslüman önder öldürülmüş ve hapse atılmıştır.
Bu kişiler arasında özellikle İmam Abdullah Harun ismi öne çıkmıştır. Mücadelesini, “Bizim amacımız beyaz ırkı yok edip yerine siyah ırkı getirmek değildir; maddiyata dayanan bir ayaklanma hiç değildir. Bizim davamız ırkçı Güney Afrika Cumhuriyeti’ne karşıdır. Müslüman olsun, Hristiyan olsun, beyaz olsun, siyah olsun insanları sömürüden ve zulümden kurtarıp özgürlüklerine kavuşturmaktır. Biz ırkçı değiliz. Biz insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğuna inanırız; ve her kim olursa olsun bu inancımızı kaim kılıncaya kadar mücadeleden geri durmayacağız.” sözleriyle açıklayan İmam Harun, verdiği hutbelerde ve kurduğu Cape Town Müslüman Gençlik Derneği’nde yaptığı konuşmalarda İslam dininde ırkçılığın yasaklanmış olduğundan bahsetmiş; sıklıkla toplumsal problemlere değinmiştir. Ömrünü bu mücadeleye adayan İmam Harun, 1969 yılında cezaevine girdikten çok kısa bir süre sonra şüpheli bir şekilde vefat etmiştir. Bu tarihten itibaren Müslüman örgütlerin kurulması daha da hızlanmış, özellikle 1970’ler ve 1980’ler, 1976’daki Soweto Ayaklanması ve apartheid rejiminin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik krizin şiddetlenmesi ve Güney Afrika halkının siyasi bilincinin gelişmesi sonucu rejime karşı duyulan memnuniyetsizliğin artması, direniş hareketini büyümüştür.
Bütün bu yaşananlar Müslümanları da etkilemiş ve apartheid döneminin son 20 yılında İslam üzerinden sosyopolitik olaylarla alakalı söylemler geliştirilmiş, çeşitli ideolojik değişimler yaşanmıştır. Bu değişimler, yeni bir İslam anlayışının ve Güney Afrika bağlamında yerleşik bir Müslüman kimliğinin temelini atmış ve Müslümanlar da apartheid rejimine karşı İslami motivasyonlu bir direniş geliştirerek siyasi arenaya girmiştir.
Başka bir deyişle kökenleri 1970’lere kadar uzanan ülke genelindeki toplumsal dönüşüm süreci, Müslüman örgütler için de bir dönüşümü beraberinde getirmiş ve bu durum rejim karşıtı direnişi de etkilemiştir. Tamamen dinî-kültürel nedenlerle kurulmuş olan örgütler, birdenbire dinî-politik konumlarını dile getirmeye başlamış ve apartheid karşıtı politik mücadeleye girişmişlerdir. Nihayetinde Müslüman nüfus arasındaki direniş, artık sadece birkaç kişinin veya küçük grupların meselesi olmaktan çıkıp, 1970’lerde kurulan sivil örgütlerle ülke geneline yayılmış ve bu örgütler siyasi mücadelede önemli rol oynamıştır.
Bu süreçte 1970’te kurulan ulusal destekli bir kitle hareketi olan Müslüman Gençlik Hareketi (Muslim Youth Movement-MYM), 1974’te kurulan Müslüman Öğrenciler Derneği (Muslim Student Association-MSA) ve daha sonraki yıllarda kurulan İslam Çağrısı (Call of Islam) ve Kıble Hareketi de bu dönüşümü pekiştirmiştir. 1984 seçimlerinde ve ardından apartheid karşıtı mücadelede yer alan hem dinî hem de laik gruplar ve örgütler için ülke çapında bir şemsiye yapı olan Birleşik Demokratik Cephe (United Democratic Front-UDF) oluşturulmuş ve Müslüman örgütlerin çoğu bu cephe içerisinde yer alarak mücadeleyi sürdürmüştür.
Nihayetinde 1994 yılında rejim değişikliği yaşanmış, aynı yıl tüm toplumun ilk defa özgürce oy kullanabildiği seçimler gerçekleştirilmiştir. Bu seçimler sonucunda Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyahi devlet başkanı seçilen Nelson Mandela, apartheid rejimine karşı verdiği mücadelesi nedeniyle de Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür.
Siyasi Temsil
Başkanlık sistemiyle yönetilen Güney Afrika Cumhuriyeti, iki kanatlı parlamento yapısına sahip bir cumhuriyettir. Irkçı beyaz rejime karşı mücadelede yer aldıkları için apartheid sonrası ilk hükümetlerde Müslümanlara muazzam bir görünürlük ve siyasi temsiliyet verildiğinden 1994’ten sonra kurulan birinci ve ikinci hükümetlerdeki Müslüman temsili, nüfuslarıyla karşılaştırıldığında oldukça yüksektir. Müslüman toplumun büyüklüğü toplam nüfusun yaklaşık %2’si iken, 2007 yılında her iki meclisten 490 milletvekilinin 18’i (%3,7), 26 bakanın 2’si (%7,6), 22 bakan yardımcısının 2’si (%9), 210 Cape Town belediye meclis üyesinin 15’i (%7), Johannesburg’daki 173 meclis üyesinden 4’ü (%2,3) Müslüman’dı. Günümüzde bu yüksek temsil oranları nispeten düşmüş olsa da Müslümanlar hâlâ politik arenada oldukça aktiftir ve söz sahibi olmaya devam etmektedir.
Güney Afrikalı Müslüman politikacılar arasında en bilinen ve öne çıkan isim Nelson Mandela ile birlikte Robben Adası’nda 26 yıl hapis yatan Ahmed Kathrada’dır. Kathrada 2017 yılında 87 yaşında vefatına kadar Güney Afrika siyasetinde etkin olan bir isimdir.
Irkçı beyaz rejime karşı mücadelede yer aldıkları için apartheid sonrası ilk hükümetlerde Müslümanlara muazzam bir görünürlük ve siyasi temsiliyet verildiğinden 1994’ten sonra kurulan birinci ve ikinci hükümetlerdeki Müslüman temsili, nüfuslarıyla karşılaştırıldığında oldukça yüksektir.
Güney Afrikalı Müslüman politikacılar arasında 2004-2008 yıllarında Western Cape bölgesinde başbakanlık yapan, ardından da Güney Afrika ABD büyükelçiliği görevinde bulunan Ebrahim Rasool, uzun yıllar bakanlık yapan (1999-2008) Afrika Ulusal Kongresi (African National Congress-ANC) üyesi Essop Pahad, Western Cape Üniversitesi insan hakları profesörü ve eski millî eğitim bakanı Abdul Kader Asmal ve 1994 yılından itibaren milletvekilliği ve çeşitli bakanlıklar yapan, 2019 yılı itibarıyla da Uluslararası İlişkiler ve İşbirliği Bakanı olarak görevlendirilen Naledi Pandor gibi isimler öne çıkmaktadır. Eski milletvekillerinden Vally Moosa ve Dullah Omer de Müslüman toplumun önde gelen politikacılarındandır.
Güney Afrika’da Müslüman örgütler ve gruplar, parti düzeyinde parlamentoda temsil elde etme girişimlerinde başarılı olamamışlardır. 1994 yılında kurulan Afrika Müslüman Partisi (The African Muslim Party) ve ardından kurulan African Moral Party, 1999 seçimlerine katılmış ancak kayda değer bir başarı gösterememişlerdir. 2009 seçimlerine katılan Al Jama-ah Muslim Political Party de aynı şekilde Müslüman seçmenin güvenini ve desteğini kazanamamıştır. Müslümanlar Güney Afrika’da çoğunlukla Mayıs 1994’ten bu yana yönetimde olan merkez-sol çizgideki ANC başta olmak üzere büyük partilerden birine oy vermektedir.
İslam’ın Kurumsallaşması
Güney Afrika’da Müslüman varlığı 17. yüzyılın ikinci yarısında başlamış olsa da Müslümanlar, sömürge yönetimleri ve baskılar sebebiyle bölgeye gelişlerinden sonraki 150 yıllık dönemde kendi örgütlerini veya kurumlarını oluşturamamışlardır. Güney Afrika’da İslam’ın kurumsallaşması ancak 19. yüzyılda başlamış, Cape Town’da ilk cami 1804 yılında açılmıştır. Günümüzde Güney Afrika’nın en büyüğü olduğu söylenen Durban merkezli Jummah Camii, 5.000 kişi kapasitelidir.
Güney Afrika’da İslam’ın yayılması, kalıcılığı ve teşekkülünde İslam âlimlerinin ve İslami önderlerin etkisi çok büyüktür. Müslümanlar, aralarında Endonezya’dan sürgün edilen ve Tuan Guru olarak bilinen Abdullah Kadı Abdus Salaam (ö. 1807) ve bir Osmanlı din adamı olan Şeyh Ebubekir Efendi’nin de aralarında bulunduğu önemli şahsiyetler sayesinde ülkedeki varlıklarını korumuşlardır.
Tuan Guru, 1793’te Robben Adası’ndaki hapishaneden serbest bırakıldıktan sonra, 1804’te Cape Town’da ilk cami ve medreseyi kurmuştur. Guru’nun kurduğu medrese, İslamiyet’in köleler arasında yayılmasında büyük rol oynamıştır. O, hem bıraktığı eserlerle hem de verdiği İslami eğitimle Güney Afrika Müslümanları arasında unutulmayacak bir yer edinmiştir. Şeyh Ebubekir Efendi ise Kraliçe Victoria’nın isteği üzerine I. Abdülmecid tarafından bölge Müslümanlarına dinî eğitim vermek ve aralarındaki ihtilafları çözmek üzere 1863 yılında bölgeye gönderilmiştir. Hem erkek hem kız öğrenciler için İslami eğitim veren okullar açan Şeyh Ebubekir Efendi, bölgede gördüğü gayri İslami uygulama ve âdetlere karşı Arapça-Afrikanca olarak Beyanü’d-Din isminde bir kitap kaleme almıştır.