Geçtiğimiz hafta DİN-BİR-DER (Din Görevlileri Derneği) ve MEDAV (Medrese Âlimleri Vakfı) ortaklığı ile düzenlenen geziye katılarak Şanlıurfa, Diyarbakır, Batman, Siirt, Bitlis, Mardin´in merkez ve bazı ilçelerinde bulunan medreseleri ve bölgenin manevi önderlerini bir grup hoca efendi ile birlikte ziyaret etme imkânı bulduk. Her birinin tarihinde ayrı bir destan yatan ve geçmişleri yüzlerce yıl ötesine dayanan bu medreseler ve tekkeler, tek parti döneminin Türkiye´nin her yerinde dine ve dindarlara karşı uyguladığı baskı ve zulümlerden en büyük darbeyi almış olmalarına rağmen köklerinden kopmamışlar, medrese ve tekkeleri olduğu gibi koruyarak başta bölge halkı olmak üzere tüm Türkiye için ilim irfan mektebi olmaya devam etmişlerdir.
Öncelikle şunu belirtelim ki eğer bu ilim geleneği muhafaza edilmemiş olsaydı Türkiye´de ilim namına bir şey kalmazdı. Bu gün ülkenin neresinde olursa olsun, ilimden az çok nasiplenmiş olanların yolları hayatlarının bir döneminde mutlaka bu medreselerden geçmiş veya bu medreselerden mezun olmuş kişilerden istifade etmişlerdir. Bu manada hepimizin bu medreselere karşı ifa edemeyeceğimiz büyüklükte borcu var.
Bu medreseler Ehl-i Sünnet inancının korunmasında hayati bir görev üstlendikleri gibi, İslam edeb ve ahlakının korunmasında da çok büyük görevler ifa etmişlerdir. Nitekim ziyaretimiz esnasında bir ilim ve irfan merkezi olan TİLLO´ da Seyda Burhaneddin Hocaefedi´nin medresesinde icazet merasimine de katıldık. Burada yaşadığımız manevi atmosfer gerçekten hayatımızda unutamayacağımız ender anlardan birisidir. Talebelerin sarık ve sakalları arasında parlayan nur yüzlü simaları adeta ışık saçıyorlardı. İcazet alan talebeler arasında İstanbul´dan muhterem Şaban Sadoğlu hocamızın iki oğlunun da yer alması beni ayrıca memnun etti. İcazet merasimine yurt içinden ve yurt dışından çok sayıda ilim ve gönül ehli insan katılmıştı. Bu vesile ile onları da görme ve hayır dualarını alma fırsatını yakaladık.
Peki, bu medreseler de İslam edep ve ahlakı nasıl korunuyor? İlahiyat talebelerinin birçokları namaz dahi kılmazken bu talebeler nasıl bu kıvama geliyor. Bunun tek ve basit bir cevabı var. Muttaki bir üstadın dizinin dibinde eğitim almaları ve tasavvuf terbiyesinden geçmeleri. Zira burada bulunan medreselerin müderrisleri aynı zamanda birer tasavvuf önderidirler. Yani yaşayışlarıyla örnektirler. Talebelerinim zihinlerini faydasız tartışmalarla iğdiş etmek yerine gönüllerini ilim ve zikirle doldurmaktadırlar. Çoğunlukla da Nakşibendî tarikatına mensupturlar. Yani bu bölgede ilim tahsil eden talebeler 8-10 yıl boyunca bu medreselerde hem şer´i ilimleri ve hem de manevi ilimleri tahsil etmekte, ilimle ibadet ve ahlak aynı anda olgunlaşmaktadır.
Üzerine dikkat çekmek istediğim bir diğer nokta ise bu medreselerin ve tekkelerin halk üzerindeki derin etkileridir. Bu etkiler geçmişte çok daha güçlüydü. Bu gücü ben 1990´lı yılarda Kozluk´ta bizzat yaşayarak görmüştüm. PKK eliyle bölge insanın bir kısmı dininden uzaklaştırılmış olsa da halk çoğunluk olarak yine köklerine bağlıdır. Vakit henüz geçmemiştir ama iş tehlike sınırına da dayanmıştır. Bölge insanı çocuklarına sahip çıkamamaktadır. Terör örgütü bölgede çok büyük para ve insan gücüne sahiptir. Gençleri çok çeşitli yollarla elde etmeyi başarıyor. Terör olaylarının silah zoruyla bastırılmış olması terör örgütü taraftarlarının bu fikirlerinden vazgeçtikleri anlamına gelmez. Yakında mahalli seçimler olacak ve terör örgütünün desteklediği partinin yüzde kaç alacağını hep birlikte göreceğiz. Elbette ki o partiye oy verenlerin hepsi onlarla her konuda aynı fikirde değildir. Bu oyların analizini işin uzmanları yapıyordur. Biz sadece işin görünür yüzünü söylüyoruz.
Bölgeyi kurtarmak iş ancak maneviyatla olur. Irkçılığı kökünden reddetmekle olur. Bu konuda başta Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim olmak üzere bütün kurumların bölgeye özel plan ve programlar yapılmaları gerekir. Ama bölgede halen daha en büyük manevi güç medreseler ve tekkelerdir. Özellikle medreseler acilen çok yönlü olarak desteklenmeli, medreselerin hali hazır durumlarına dokunulmadan resmiyet kazandırılmalıdır.
İslami faaliyet yapan ve geleneğe bağlı olan bütün sivil toplum kuruluşları bölgede faaliyet göstermeye teşvik edilmelidir. Zira burada dininden koparılan her bir genç terör örgütünün önüne atılan bir yem demektir. Bu arada FETÖ mensuplarına yönelin yapılan operasyonlarda kantarın topuzunun kaçırılması sonucu İslami dernek vakıf ve STK´lara karşı halkta genel bir güvensizlik oluşturulduğunu da hatırlatalım. Örneğin Furkan Vakfı Genel Merkezi´ne karşı terör timleriyle baskın yapılarak ana caddede günlerce TOMA´ların bekletilmesi biraz da mahalli idarecilerin işgüzarlığıyla yürütülen genel bir korku yayma faaliyetidir. Hâlbuki Furkan Vakfı´nın eğitim ve irşat faaliyeti dışında bir işle uğraşmadığını en iyi buradaki emniyet ve istihbarat yetkililer bilirler. Adanamerkezli yürütülen bu davada 4 kişi dışında tutuklu kalmadı ama olan oldu. Bu vakfın ve genel başkanın yaklaşık 30 yıla ulaşan çabası bir çırpıda sıfırlandı. Bundan en büyük zararı da yine devletin kendisi görecektir. Zira burada dini ve milli terbiye alan gençler sokağa sahipsiz ve savunmasız olarak bırakıldı. Artık kim kaparsa?
Netice olarak son zamanlarda bütün Türkiye´de gençlik üzerindeki etkisi tehlikeli boyutlara ulaştığı dile getirilen deizm, ateizm ve benzeri yıkıcı akımlara karşı ve gerekse özel olarak da Kürt kökenli kardeşlerimiz arasında yayılmak istenen ırkçılık ve dinsizlik tehlikesine karşı topyekûn bir karşı duruşun başlatılması zamanı geldi ve geçmek üzere.
Bu vesile ile başta DİN-BİR-DER Genel Başkanı Muhittin Yıldırım hocamız ve MEDAV Genel Başkanı Tayyib Elçi hocamız olmak üzere bölgede ilmi ve irfani faaliyet yürüten ve bizi en güzel şekilde ağırlayan tüm hocalarımıza şükranlarımı sunuyorum.