Üst üste yığılı aklı dumura uğratan ne kadar mesele varsa. Çözülememiş bulmacalar, ortasında yarım bırakılmış bulmacalar, nerede biteceğini bilemeyen şarkılar... Muhitimizin, evimizin, kalbimizin dışındayız. Şaşkınız ve daima tedirgin... Hem sanki kalabalıklar arasındayız hem sesimizi kimselere duyuramayacak kadar ücradayız. Kök uçlarımız el yordamıyla toprağını arıyor. Ki toprak, canımız, nefesimiz, vatanımızdır. Uzaktan geliyor nabzımızın sesi, duvarlar ardında inleyen bir hasta gibi... Bekliyoruz ve sanki gün doğmaya gecikmiş gibi... Mırıldanıyoruz kendi kendimize, acılı kederli düşkün tonlarda: Kalbimizi ısıtacak o ışık nerede? Derin kuyulardan yankılanıp geliyor cevap: Hayat, güneşin vurduğu yerde!
?Ne acı!? dedi beyaz saçlı adam, ?Karanlığı söndürmek için bulabildiğimiz tek çare lambaları yakmak!?
Nereden icap ettiyse, dünyanın bir yerinde bir adam meşhur uyarıyı yüksek sesle okudu: Lüzumsuzsa Söndür! Bir an sonra karanlıkta kalmıştı tamamen dünya!
?Bu kütüphane, zaferle sonuçlandığı iddia edilen hikayelerin anlatıldığı kitaplarla dolu. Açıkçası, bu kadar çok başarıyla sonuçlanan hikaye bende kuşku uyandırıyor, çünkü büyük başarıları okumak insanlar için yanıltıcı olabilir, çünkü gözlemleyebildiğim kadarıyla, orta ve üst sınıf beyazlar için bile başarısızlık standarttır. Gençlerin korkunç çuvallamalara, ancak kalitesiz komedilerde görülebilecek rollere ve bunlardan çok çok daha kötülerine hazırlıksız yakalanmalarına yol açmak, hiç de adil değil!? diye yazmış Kurt Vonnegut, ?Hokus Pokus´ta.
Uzun ince bir yolda koşturup duran kısa ve şişman bir adam gibi gelip geçmişti hayatı. Mütemadiyen sıkıntılı ve daima kan ter içinde!
Bir de şunu düşünün; bir türlü beklediği ilham gelmediği için biriktirdiği onca kafiye boşa giden bir şair ne hisseder?
?Ölüyoruz çünkü yasını tutmak zorundayız yaşayanların/ Kıpırdamayan yaprak açmayan çiçek doğurmayan kadın/ Bütün şarkıları aralıksız söylenecek geride kalanların/ Bedenler tanıklık edecek yakıcı bir rüzgarın estiğine/ Güzel insan soylu ahlâk kan gölüne çevirmiş dünyayı/ Ölüyoruz çünkü yolun yarısında çöktük dizler üstüne/ Hangi yazıklanış durdurabilir bu debdebeli alayı/ Ölüyoruz çünkü hiç kimseler inanmadı meleğin düştüğüne? diyor yeni çıkan kitabı ?Moğol Lekesi´nde Ahmet Çiğdem. 1980-2017 arası boşa geçirilmemiş yılların esaslı şiirleri... Burada bize düşen; saf şiire tâ içerden selam, yakışıklı şaire şık bir reverans!
?Bir beş dakikanızı alabilir miyim hocam?? diye sordu öğrenci. ?Peki o arada ben nerede yaşayacağım?? dedi profesör gülerek.
Doğan günü karşılamak için bir araya gelip, ?İyi ki doğdun güneş!? diye bir şarkı tutturdu bir grup insan, ulu bir dağın yamacında. Sırf güzellik olsun diye.
Bazı kelimeler sese dönüşmez, hiç kimsenin farkında olmadığı bir yutkunmadan ibaret kalır, hayat böyle!
Her yıl üstümüzden milyonlarca göçmen kuş gelip geçiyor, ajanslar farkında bile değil!
Çiçeklerle konuşan, kuşlara el sallayan, su birikintilerinin hatırını soran ve kelimelerin başını okşayan insanlar da var.
?Sen şu koca âlemin farkında değilsin amma? dedi meczup, ?bil ki âlem senin farkında!?