Tarih: 11.01.2023 15:42

Gündemden Düşmeyen Kur’an Kursları Eğitimi

Facebook Twitter Linked-in

İslâm ülkelerindeki dini oluşum ve cemaatler, üç aşağı beş yukarı aynı format ve biçimdedir. Doğu ülkeleri, hele Müslüman ülkeler, iki yüz yıldan beridir bir “Batılılaşma” oluş ve sevdası içindedirler. Bu oluş, henüz bitmemiştir. Yani, başta Ortadoğu ülkeleri olmak üzere, hiçbir Doğu ülkesi, tam Batılı olmamıştır. Ne Türkiye, ne İran, ne Hint ve ne de Arap ülkeleri… Kabul etmek gerekir ki, Osmanlı İmparatorluğu, Batının yüzlerce yıl süren saldırışlarına iyi dayanıyordu.

Ancak Batı dünyası, büyük endüstriyi kurup o yolla Osmanlı Devleti’nin çevresindeki bütün ülkeleri sömürge haline getirince ve Osmanlılara fikri ve maddi gücünü bütün yenilikleriyle toplu olarak yöneltince durum değişti.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilköğretim çağındaki eğitim birimlerine “Sıbyan Mektebi” adı verilmekteydi. Aşağı yukarı bugünkü Kur’an Kursları’na tekabül etmekteydi bu eğitim üniteleri. Aslında Osmanlı Sıbyan Mekteplerinin günümüzdeki karşılığı “okul” olarak değil de, “ders ünite veya eğitim birimi” olarak algılanmak daha doğru olacaktır. Bu okullar, çoğunlukla mahalle camilerinin ve mescitlerinin yanında ve bazı yerlerde özel olarak hayırsever olan kişiler tarafından yaptırılmaktaydı. Bu okulların yönetimleri de, yaptıranlar tarafından kurulan özel vakıflar vasıtasıyla sağlanmaktaydı.

Görülen başlıca dersler elifba, Kuran, ilmihal ve matematikti. Ahlak eğitimi de Müslüman örf ve adetlerinin çocuklara yerleştirilmesi ve benimsetilmesi şeklinde verilirdi.

Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra (1839), Sıbyan mekteplerinin iyileştirilmesi gündeme gelir. Öncelikle harap durumda olan Sıbyan binaları iptidai denen yeni ilköğretim kurumlarına dönüştürülürken, 1862’den sonra Sıbyan mekteplerinin yerini ilkokullar almaya başladı. Çok ilkel koşullarda eğitim-öğretim veren Sıbyan mekteplerinin iyileştirilmesi işi, ancak İkinci Meşrutiyet’ten (1908) sonra ele alınabildi. 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkıncaya değin Sıbyan mektepleri daha çok kırsal kesimde varlıklarını sürdürdü.

Birçok konuda olduğu gibi Sıbyan Mektepleri, yani çocuk eğitim kurumları ya da üniteleri, kendilerini yenileyemedikleri için gitgide özelliklerini kaybettiler. Cumhuriyet dönemine gelince, ilk başlarda dini eğitim yasaklandığı için bu tür kurumlar da merdiven altlarına inmeye ve ğayr-i resmi olarak ders ve bilgiler verilmeye başlandı. 

Devletin kılcal damarlarına kadar girmiş olan İttihat ve Terakki zihniyeti, Kur’an kurslarına da el atmış ve tehlike oluşturmayacak şekilde buraları dizayn etmeyi başarmış, buralarda ciddi ve yararlı bir eğitim programı uygulamaktan çok mızraklı ilmihal ve Kur’an-i Kerim’i yüzünden okuma gibi dersler verilmeye başlanmıştır.

Günümüzde bu kurslarda eğitim ve barınma, yürek dağlayıcı niteliktedir. Gelişme çağındaki çocukların beslenme, barınma, maddi ve manevi gelişme en ilkel şartlarda verildiği görülmektedir. Çocukları, sabah namazına kaldırarak namazdan sonra uykuya ihtiyacı olan küçük yaştaki bu yavrular, bedensel ve fiziksel olarak henüz gelişmemiş olmalarına karşın, iç dünyalarında derin travmalar meydana gelmektedir. Hatta bir kısmı intihar aşamasına kadar gelmekte ve hayatlarına son vermeyi düşünmektedir.

Her yavru, önce kendi iç dünyasında Müslüman olmalı, fakat ondan ayrılmaz bir şekilde toplum içinde ve toplum halinde de Müslüman olmayı şart olarak idrak etmeli. Kültür ve medeniyetini yaşatmak için sadece ilmihal bilgilerini vermek yetmez. Aynı zamanda İslam Kültür ve medeniyetinin, çağ içinde doğurganlığını korumaya çalışmak, eğer bir durgunluk varsa yeni bir Diriliş çığırını açmak suretiyle uygarlığı ilerleme yönünde kamçılamaktır.  Fakat ne yazık ki böyle bir formasyon Kur’an kurslarında pek verilmemekte ve sınırlı bilgilerle şekil yönünden bir takım giyim kuşama ve giyinme kurallarına riayet edilmek suretiyle görevlerinin yerine getirildiğine inanılmaktadır.

İslam uygarlığının çağımızda bir tekniği, bir sanat ve estetik ifadesi, bir düşünce dinamiği ve bir eğitim ağı olmalı ki, evrensel anlamda özellikle Batı uygarlığıyla savaşabilelim ve benliğimizi koruyabilelim.

Diyanet İşleri Başkanlığının resmi olarak açmış olduğu Kur’an kursları da özel eğitim gören kurslardan pek farklı değildir. Pedagog ve sosyologları olmayan, sadece cami imamlarına ve Kur’an kursu hocalarına havale edilen bu eğitim ünitelerinden fazla bir hayır gelmeyeceği gün gibi aşikârdır.

Yeni bir insan ve toplum psikolojisini örnek için amansız kültür savaşçısının öncüsü olmak gerekmektedir. Bütün düşmanları, çağdaş güçlerini dengeleyecek bir güç, maddi ve manevi silahla Müslümanların donatılması şarttır. Müslüman olmak bunun bilincine varmak demektir. Yani çağın yakasına sarılmak, çağı sorguya çekmek ve gerekirse sorguya çekmeyi ta gerilere kadar götürmek gerekir.

İslam dininin ve medeniyetinin zahiri ilim ve yapı cephesi kadar bir içyapı, bir güç ve bir manevi yapı cephesini oluşturmaya, kurmaya, tanımaya ve bilmeye mecburuz. Kur’an kurslarında ne yazık ki sadece Kur’an’ı yüzünden okumak suretiyle öğrenen ve pozitif ilimlere oldukça yabancı olan öğrencilerin bu eğitim sistemi, sözlerin ve olayların sadece dış anlam ve yorumlarına takılıp kalmalarına neden olmakta ve ne yazık ki, istenilen düzeyde aydın Müslüman pek yetişmemektedir.

Kuran kurslarındaki öğrencilerin eğitim, öğretim ve güçlü yetişmelerini sağlamak için, hem dünyevi ve hem de uhrevi bilgiler veren kurumlar olarak düzenlenmeleri ve oluşturulmaları şarttır. Buralarda okuyan öğrencilerin hedeflerinin en önemlilerinden biri de kendi uygarlığının, yani inandığı uygarlığın, hakikat olarak benimsediği ve ta özünden kavrayarak ruhuna ve hayatına geçirmeye ve mal etmeye niyet ve azim ettiği İslam medeniyetinin kendisini tam anlamıyla çağda yansır bulmasından ibarettir.

Bunu sağlayamadığımız takdirde problemler ve sıkıntılar bitmeyecek ve bu kurslarda,  aklın ve hayalin kabulde güçlük çekeceği durumlar meydana gelecek ve toplumun gündeminden asla düşmeyecektir.

 

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —