Gündemdeki yerli-yabancı konular.. Olana şaşırmamız gerekmiyor…

Fehmi Koru yazdı;

Gündemdeki yerli-yabancı konular.. Olana şaşırmamız gerekmiyor…

Dün yıllık tüketici enflasyonu TÜİK tarafından %50 civarında (%48.6) ilan edildi. 

Yine dün, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (AKBK) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının Türkiye tarafından uygulanmamasını sorgulayan tavrına karşı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Bizim mahkemelerimizi tanımayan mahkemeyi biz de tanımayız” çıkışını yaptı.

Haberler açısından bereketli bir gündü dün.

İki gelişme de bazılarımıza şaşırtıcı geldi.

Kendi hesabıma beni şaşırtmadı her iki gelişme.

Ülke ekonomisi Ali Babacan’dan sonra iyi yönetilmiyor. Ekonomimiz acemilerin elinde bir o yana bir bu yana savruluyor. Sorunların çözümü yolunda alınan kararlar temel sorunu daha da büyütüyor. 

Vücuduna virüs saldırısı olduğu insanın ateşinin yükselmesiyle anlaşılır. Öyle durumlarda doktora gideriz; doktor hastalığımıza teşhis koyar, hastalığı geçirmemiz için kullanmamız gereken ilaçlardan oluşan reçetemizi yazar, ayrıca almamız gereken başka tedbirler varsa onları yerine getirmemizi de tavsiye eder.

Ciddi durumlarda başımızda sürekli doktor ve sağlık elemanları bulunması için hastaneye yatmamız da gerekebilir.

Enflasyon da ekonominin ateşi gibidir. Bir şeylerin yanlış gittiği enflasyonun yükselmesiyle kendini belli eder. Bilgili uzmanların ekonominin hastalığına doğru teşhis koyması, o teşhis istikametinde tedbirler önerilmesi ve yetkililerin de o önermeler istikametinde uygulamalar başlatması gerekir.

Avrupa’da ve ABD’de enflasyon daha önce görülmemiş yükseklikte çıktı diye çalmaya başlayan alarm zilleri bizim buradan da işitiliyor. Avrupa ülkelerinin ortalama enflasyonu %6.5 oysa; ABD’de %7… Aylık oranlar bunlar. [Bizde Ocak 2022 enflasyon oranını TÜİK dün %11.10 olarak açıkladı. Aylık enflasyon oranımız Avrupa’nın yıllık enflasyon oranının neredeyse bir misli. Üstelik bu da üzerinde oynanmış resmi oran.]

Çalan alarm zillerine kulak verirsek, Avrupa ülkelerinde ve ABD’de, yönetimlerin, birkaç aşamalı tedbirlerle, Covid etkisiyle dengeleri bozulmuş hasta ekonomilerini yeniden sağlığına kavuşturma çabasına girdiklerini anlarız.

Bizde ise uzmanların söylediklerine kulak tıkanıyor ve bu yüzden de hastalık bir türlü geçmiyor. Sorunlar daha da kalıcı hale geliyor.

Nesine şaşıracağım bu durumun?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın AKBK’nin Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını isteyen tavrına verdiği “Bizim mahkemelerimizi tanımayan mahkemeyi biz de tanımayız” tepkisi de beni şaşırtmadı.

Anayasada (m. 90) AİHM kararlarının yerel mahkemeler tarafından uygulanması gerektiği belirtildiği halde hem de. [Maddenin ilgili bölümü şöyle: Usulüne uygun yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Etrafımdan gelen “Osman Kavala bu defa serbest bırakılır” beklentisini zaten paylaşmıyordum. Tersine, seçime kadar geçecek süre içerisinde, müttefiki olduğumuz veya önemsememiz gereken ülkelerle ilişkilerimizin söylem planında iyileşmesini beklemiyorum.

Benimsenecek tavrın “Doğru olan biziz, onlar hep yanlışta ısrarcı” cümlesiyle özetlenebilecek bir tavır olacağı inancındayım.

Sadece içeride sertlik artmayacak, dışarıya karşı da sertleşilecek beklentisi var bende.

Yumuşak olmayan üslup bundan önceki birkaç seçimde iktidara prim yapmıştı, bu defa da aynı söylemin işe yarayacağının düşünüldüğüne dair güçlü belirtiler var.

Mısır’la başlayıp en son Ermenistan ve İsrail ile devamı getirilen aramızın açık olduğu ülkelerle arayı düzeltme hamlelerinden de, yine seçim kampanyaları göz önünde tutularak vazgeçilme ihtimali büyük.

İyileşen ilişkiler mi daha fazla oy getirir, aranın açıklığı mı? Bu soruya “İkincisi” cevabı verildiği gün hükümette de buna uygun bir değişikliğe gidilebilir.

Adalet bakanlığındaki görev değişikliğine değinirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerektiğinde hükümette yine yeniden değişiklik yapabileceğini kendisi söyledi.

Cumhurbaşkanı seçiminde ‘yüzde 50+1 oy’ şartı devam ettiği sürece normalleşmeyi unutmak zorundayız.

Ülkemizdeki gelişmeleri izlerken bir yandan da gözüm başka coğrafyalarda.

Dün İngiliz gazeteleri yine başbakan Boris Johnson’u yerin dibine batıran haberler ve yorumlarla doluydu.

Hatta kız kardeşi Rachel Johnson’un da yazarlarından olduğu Muhafazakar Parti taraftarı Mail grubuna ait gazetelerde bile Boris Johnson’a öfke artıyor.

Daily Mail’in kıdemli köşe yazarlarından Stephen Glover’in dünkü yazısını ilgiyle okudum. İktidarın akıl almaz müsrifliğine değinen bir yazıydı bu. “Biz Thatcher’in yolundayız” iddiasını seslendiren iktidar sözcülerine “Thatcher’in tırnağı bile olamazsınız” tepkisini veriyordu yazar.

Kısa süre önce dışişleri bakanı görevine getirilen Liz Truss Avustralya’ya tarifeli uçakla değil de 500 bin Sterline kiralanan özel bir uçakla gitmiş. Hükümet kişisel koruma tedbirleri için 8.7 milyar Sterlin harcıyormuş. Korona vesilesiyle sağa-sola açılan kredilerde 4.3 milyar Sterlin birileri tarafından iç edilmiş.

Glover “Bu 13 milyar Sterlini çöpe atan hükümet şimdi Nisan ayında bizlerden 12 milyar Sterlin tutarında ek vergi talebinde bulunuyor” dedikten sonra Margaret Thatcher’in başbakan olduktan ve konuta taşındıktan sonraki tutumlu davranışını örnek gösteriyor.

Thatcher konuta taşındığında ihtiyaç duyduğu 19 Sterlinlik yeni ütü sehpasını kendi kesesinden aldırmış. “Thatcher bu olayı gösteriş için kullanmamıştı; 1979’da meydana gelen bu olaydan, tam 30 yıl sonra, o döneme ait belgeler yayınlandığında haberimiz oldu” diye yazıyor Glover

Başbakan Boris Johnson ve kadrosuna “Sizler müsrifsiniz, kamu kaynaklarını kendi cebiniz gibi rahatça ve müsrifçe kullanıyorsunuz” mesajını yazarı aracılığıyla duyuruyor ‘yandaş’ bilinen Daily Mail gazetesi…

İngilizlerin ‘yandaş basını’ da farklı sizin anlayacağınız.

Şaşırdınız mı? Ben buna da şaşırmadım.