Televizyondan çıkıp gece yarısından sonra eve her dönüşümde programı izlemiş olan eşimden izlenim alırım. Önceki gece de öyle oldu. Daha eve girer girmez, diğer katılımcıların benim bir sözüme güldüklerini söyledi eşim.
Evet güldüler. Ben de farkına vardım.
Programın o bölümünde İstanbul’da vahşice infaz edilen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katillerini yargılamakta olan mahkemenin, üç yıldır gördüğü davanın dosyasını, bakanlığın onayı üzerine, Suudi Arabistan’a göndermesini konuşuyorduk. Diğer dört katılımcı, programın sunucusunun yönelttiği, “Şaşırdınız mı?” sorusuna herbiri teker teker “Hayır, hiç şaşırmadık” cevabını verdiler.
Bir tek ben, aynı soru sonunda bana da yöneltilince, “Şaşırdım” dedim.
İşte o cevabım üzerine stüdyoda gülüşmeler oldu.
Orada söylediklerimi ve söyleyemediklerimi burada özetleyeyim.
Yargı her ülkenin egemenlik alanı içerisinde titizlikle koruduğu bir alandır. Her ülke, uluslararası hukukun kabul ettiği kurallar dışında, kendi sınırları içerisinde meydana gelen bütün hukuki sorunları kendi mahkemelerinde yargılar.
Uluslararası hukukun getirdiği istisna, diplomatik temsilciliklere tanınmıştır. Büyükelçilikler kendi ülkelerinin toprağı sayılır ve akredite edilmiş diplomatların da, görev süreleri içerisinde işledikleri suçlara konuğu oldukları ülkenin mahkemeleri bakmaz.
Büyükelçilik binası dışındaki temsilcilikler -örneğin başkonsolosluklar- istisna dışındadır.
Akredite olmamış başka ülke temsilcileri de öyle.
[İngiltere’de eşi diplomat olan bir Amerikalı kadın, o ülkenin kendisine ters gelen trafiğine alışamadığı için, yanlış yönden giderken bir genci ezerek ölümüne sebep oldu. Amerika onu ‘diplomatik koruma zırhı’ ile savundu ve bu arada kadının ülkesine dönmesini sağladı. Geçen yıl meydana gelen bu olay, akraba iki ülke arasında ciddi bir diplomatik sorun şimdi. İngiltere yargılanmak üzere kadının kendilerine geri verilmesinde ısrarlı. Israrından sonuç alacağa da benziyor.]
Bizdeki olayda, cinayet yabancı ülkenin İstanbul’daki başkonsolosluğunda işlendi. Yani Türkiye Cumhuriyeti toprağı sayılan bir mekanda. Cinayeti işlemek üzere İstanbul’a gelmiş 15 kişilik infaz timinin üyeleri de ülkemize akredite diplomatlar değil.
Ne yönden bakılırsa bakılsın, İstanbul’da yabancı bir tim tarafından işlenmiş cinayeti yargılamak Türk mahkemelerinin görevidir.
Daha da önemli ayrıntı şu: Türkiye’nin konuyu cinayetin işlendiği günden başlayarak hassas biçimde ele alması üzerine, infaz timi üyelerinin mensup olduğu ülkenin yönetimi, başta talepleri işitmezden geldiği halde, bir süre sonra, konuyu kendisi de dava konusu yapmak zorunda kaldı. Suud mahkemesi tim üyelerini yargıladı, ama dört kişi dışındakilere ya hafif cezalar verdi, ya da beraat ettirdi. O dört kişiye verilen idam cezası da sonradan hafifleştirildi.
[Suud hükümetinin Türkiye’den dosyanın kendilerine gönderilmesini talep eden başvuru yazısında, katledilen Kaşıkçı’nın ailesiyle helallaşıldığı anlamına gelen bir cümle de var. Kaşıkçı’nın ilk eşinden olan ve Suudi Arabistan’da yaşayan çocukları kan bedeliyle ikna edilmiş olmalı.]
Geçenlerde bir yabancı gazete, o dört kişiden birinin kendi ülkelerinde görüldüğünü yazdı.
Mümkündür.
Dosyanın gönderildiği Suudi Arabistan aslında konuyu yargısına taşıdı ve yerel mahkeme kararını verdi, verdiği karar kesinleşti de. Orada yargılama henüz devam ederken dosya gönderilseydi, bunun bir anlamı olabilirdi; ancak kararları açıklandığında Ankara’nın en yetkili ağızlardan şiddetli biçimde eleştirdiği o yargılama her yönüyle tamamlandığı halde, şimdi gönderilen dosya herhalde o ülkede bir rafta yerini alacaktır.
Türkiye o dosyayı göndermekle kendi egemenlik alanına giren bir konuyu ‘nazikçe’ bir başka ülkenin ‘nezaketine’ teslim etmiş oldu.
Adalet bakanlığı yargılamayı yürüten mahkemenin savcısı tarafından kendisine iletilen başvuruyu onaylarken, içerisinde yer aldığı hükümetin uluslararası ilişkilerine yardımda bulunmak istemiş olabilir; ancak bakanlığın onay yazısını görüşen mahkemenin yargıçlarının konuyu bütün yönleriyle ve hukuk zemininde değerlendirmelerini beklerdim.
Beklentim doğrulanmayınca şaşırmamın doğal karşılanması gerekir.
Şaşırmayan ve şaşırana gülenleri elbette anlıyorum. Adalet kurumuna genel bakışı yansıtıyor onların eğilimi. Vatandaşın en güvendiği kurumlar sıralamasında ilk sıralarda yer alması beklenen yargı kurumu, kamuoyu yoklamalarında, basının bir sıra üzerinde ancak diğer kurumların altında yer alıyor.
Yargıya güvenilmiyor.
Emir ve talimatların yargı üzerinde geçerli olduğuna dair bir algı var.
İşte ben bunu da anlamakta zorlanıyorum.
Yargı mensuplarının duruşmalarda ve törenlerde giydikleri cüppelerinde düğme yoktur. Karşılarındaki kişiler ne kadar üst düzey olursa olsunlar kimsenin önünde eğilmemeleri, hatta düğmelerini iliklemek zorunda kalmamaları içindir bu.
Meslek etiği yargıçların yasalara bakarak ve vicdanlarına danışarak karar vermelerini gerektirir.
Ne zaman bu genel kurala aykırılık görürsem şaşırmaya devam edeceğim.
Dün IMF örgütü dünya ülkelerini ekonomik performanslarına göre sıralayan bir liste yayınladı. AK Parti iktidarının ilk gününden beri hedef alındığı bilinen ve fert başına milli gelirin 12 bin doları geçtiği 2013’e kadar da gerçekleşeceğine herkesin inandığı, ‘2023 yılında ülkemizin dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına yükseleceği’ iddiasının boşa çıktığını dışa vuruyor o liste. Türkiye kendisine G-20 üyeliğini sağlayan konforlu yerini de kaybetmiş, 21. sıraya düşmüş…
Ambargolara muhatap İran ise 21. sıradan 14.’lüğe yükselmiş…
Zaten 2023 hedefleri de, kimine göre 2053, kimine göre de 2071 yılına ertelenmiş durumda…
Gülünürse gülünsün, ben ülkemin bu duruma düştüğüne de şaşırıyorum.