Gözümüzün önündeki ünlem: Genç işsizler!

Özgür Eğitim-Sen Genel Sekreteri Ali Aydın, işsizlik rakamları üzerinden gençlerin ishihdamındaki sorunlara ilişkin değerlendirmede bulunuyor.

Gözümüzün önündeki ünlem: Genç işsizler!

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı 2019 Temmuz ayı verilerine göre 15-24 yaş arası gençlerde işsizlik bir önceki yıla göre 7,2 puan yükselerek yüzde 27,1 ile rekor kırdı. Tarım dışı işsizlik oranı 3,6 puanlık artış ile yüzde 16,5 olarak gerçekleşti; 15-64 yaş grubunda işsizlik yüzde 14,2 oldu. Kayıt dışı işsizlik ise yüzde 36,0 olarak gerçekleşti. 

Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yalçın Karatepe, paylaştığı Twitter mesajında konuyla ilgili “Genç işsizlik oranı yüzde 27,1 ancak buna çalışmayan ve eğitimde olmayan (%29,4) eklendiğinde gençlerin yüzde 56,5’nin işsiz olduğu görülüyor. Gençlerin yarısından fazlası boşta” dedi.  

Modern eğitim, uzun bir süre yetenek ideolojisinin sağladığı meşrulaştırıcı argüman ile bir hat üzerinde ilerdi. Argüman basitti: Nereden geldiğinin, kim olduğunun bir önemi yok! Eğer çalışır, disiplinli olur, iyi bir eğitim alırsan başarı merdivenlerinden hızlıca çıkarsın! 

Eğitimin en emin sınıf atlama aracı olduğu iddiasına hayat veren argüman işte buydu. Oysaki işlerin bu kadar karmaşık olmadığı yani küresel, dijital ve akışkan olmadığı zamanlarda bile bu argümanın doğruluğu son derece tartışmalıydı. Çünkü tedrisi süreç hiçbir zaman yetenek ideolojisinin sunduğu gibi ‘tarafsız’bir alan olmadı.  

*

Bundan 55 yıl önce Avrupa Sosyoloji Derneği’ne sunulmak üzere bir rapor hazırlandı. Raporun altında iki sosyoloğun imzası vardı. Raporda, Sosyolog Pierre Bourdieu ve arkadaşı Jean Claude Passeron Fransa özelinde yaptıkları bir saha araştırmasının bulgularını paylaşıyorlardı. Daha sonra ‘Varisler’adıyla da kitaplaşacak olan bu araştırmada Bourdieu ve Passeron; sınıf atlama, fırsat eşitliği ve eğitimin toplumsal hareketliliği sağladığı türünden eğitime dair bir dizi iddianın gerçekle temas ettirildiğinde nasıl güçsüz, cılız ve zayıf kaldıklarını gösterdiler. Öğrencilerin yetenekli, çalışkan ve disiplinli olmalarının yetmeyeceği bir eleme işlemi devredeydi. Tevarüs edilen kültürel sermayenin eğitimde denkleme dâhil olması ile her şey değişiyordu. Temel tezlerinden birisi halk sınıfından gelen öğrencilerin geldikleri sınıflardaki tedrisi sürecin zayıflığı sebebiyle diğer öğrencilerden daha çetin bir elenme sürecine tabi tutuluyor olmalarıydı. Öte yandan diploma alma safhası geçilse bile sınıf atlatıcı istihdamın gerisinde kalıyorlardı. ‘Eğitim toplumsal hareketliliği sağlar’, bu bir ezberdi. Eğitimin toplumsal hareketliliği sağlaması son derece sınırlıydı. Orada aşılması zor bir kültürel bariyer vardı.  

Çocuğun aileden tevarüs ettiği kültürel sermaye, dil kodları vs. eşitsizliği kuran temel şeylerdi. Okullar arasındaki eşitsizliğin dillendirildiği bizim gibi ülkelerde sözü edilen bu arka planın henüz kolay anlaşılır ve hazmedilir bir konu olmadığını söyleyebiliriz. Okullar arası eşitlik sağlansa bile aşılamayacak olan eşitsizlikler var ve mevcut okul pratiği yapısı gereği bunları izale edemez. Edemediği gibi belirli bir kültürel sermayeye alan açarken o sermayeden yoksun olan diğerini eleme çarklarına gönderir ve böylece ‘fırsat eşitliği’bir masala dönüşür. “Bu yıl sınav birincisi Tunceli Çemişgezek’ten çıktı” türünden haberler bir haber değeri taşıyorsa hâlâ, bu haberin dolaşıma sokulduğu yerde güçlü bir fırsat eşitsizliği var demektir. Haber değeri taşıması bunun bir istisna olmasından ötürüdür çünkü. 

Bourdieu ve Passeron araştırmalarını nispeten güvenceli sanayi istihdamının sunulduğu koşullarda yapmışlar, tabir yerindeyse eşitsizliği gösterebilmek ve toplumsal eşitsizliğin giderilmesinde eğitimin sınıf atlama vizyonunun yetersizliğini anlatabilmek için bin dereden su getirmişlerdi. ‘Kültürel sermeye’, bu çabalarının ürünü olarak ortaya çıkan bir kavramdı. Ne var ki şimdilerde onların altını çizmek için didindikleri bu gerçek ölü balıkların karaya vurması gibi apaçık biçimde kendisini herkese gösterdi. Hatta bizatihi herkesin bir şekilde ya kendisi ya da bir yakını tarafından deneyimlenen bir olağan duruma dönüştü.  

Biraz umut, hayal ve yeni aldıkları üniversite diplomaları ile hayata atılan gençler piyasalarda yüzlerine kapanan kapıların gürültüsüyle irkiliyorlar. Emek piyasaları bugün elinde diploması olan insanlar için daralmıştır. Zygmunt Bauman Ricardo Mazzeo ile yaptığı söyleşide bu duruma şöyle dikkat çekiyor: “Bugünlerde yüzlerine kapıların çarpıldığı (beklendik bir şekilde) kişiler, sadece doğru çabalara yönelip doğru fedekârlıklarda bulunmayı başaramamış kişiler değillerdir. Başarı için gerekli olduğuna inandıkları her şeyi yapmış insanlar da kendilerini (ancak bu sefer beklenmedik bir biçimde)   aynı açmazın içinde bulmakta, kapılardan elleri boş dönmektedirler.(...) Toplumda eğitim yoluyla yükselme, yıllarca insani koşullar ve beklentilerdeki çıplak, açık saçık eşitsizlikleri kapatan bir incir yaprağı oldu (....) Kalıcılaşmış ve sürekli büyüyen eşitsizlik için öne sürülen bu özrün içi iyice boşalmıştır.” 

*

Üniversite mezunu işsizlik ve beklentilerin altındaki mezun istihdamı yeni ve hızla büyüyen bir fenomeni karşımıza çıkarıyor. Bu fenomenin yarattığı şok ne türden toplumsal hasarlara yol açıyor? Barındırdığı riskler nelerdir? Yüksek eğitim almış ve işsiz bu insanlardan oluşan ve öbek öbek büyüyen memnuniyetsiz, öfkeli bir kitle var. Bunun ne türden sonuçlara gebe olduğu ise üzerinde konuşmayı, düşünmeyi ve tedbir almayı gerektiriyor. Yukarıda bahse konu olan söyleşide Bauman Ortadoğu’da patlak veren isyanlarda eğitim almış, işsiz ve acı çeken insanların tetikleyici etkisinden bahsediyor. 

Var olan eşitsizlikleri yumuşatan sınıf atlama vizyonu ile sınıf atlama imkânını işler durumda tutan eğitim vizyonu sahneyi aynı anda terk ediyor. Argüman parçalandı ve incir yaprağı düştü. Bu eğitim için olduğu kadar toplumsal açıdan da büyük bir soruna işaret ediyor. Dünya bu sorunu eş zamanlı yaşıyor. Küresel bir sorun ülkeleri kat ede ede ilerliyor. Bizdeki yansımalarının ne ölçüde farkındayız yahut farkında olması gerekenler ne düzeyde konuyla ilgililer bilmiyorum. 

*

Son yirmi yıl içerisinde yüksek öğretim kurumlarının ve dolayısıyla o kurumlardan mezun olanların sayısında muazzam bir artış oldu. Bununla birlikte mezunların alanında istihdamı yükselen bir sayısal veri vermiyor bize. Çok sayıda üniversite mezunu kendi alanında iş bulamayıp kuryelik, tezgahtarlık, garsonluk gibi pek vasıf istemeyen işlere girmekte. +90 isimli You Tube kanalında yayınlanan ‘Alanında İş Bulamayanlar’ başlıklı belgesel çalışma sayısız örnekten bazılarına yer vermiş.    

Artaç Tuncer İnşaat Mühendisi diplomasıyla mezun olmuş. Sayısız iş başvurusunda bulunmuş ama sonuç alamamış. Artaç, mezun olduğu bölümün dört yıl içinde otuz bin mezun daha vereceğini şu an piyasada bulunan inşaat mühendisi sayısının yüz bin olduğunu söylüyor. Artaç tesadüfen iş bulmuş. “Garson arıyorlarmış girdim. Şu an ruh sağlığınızı  koruyorsanız o bile başarı.”, diyor ve “Bunca sene boşuna zaman harcamışız” diye de ekliyor. 

Mehmet Rasim Yazıcı. Mehmet, Fen Lisesi mezunu, üniversiteye giriş sınavında 12.500 civarı bir sıralamayla, Hacettepe Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği bölümüne girmiş. Bölüm mezunlarının ya çok iyi yerlerde çalıştıklarını ya da işsiz olduklarını savunuyor. Başvurularının sonuçsuz kaldığına yakınan Mehmet, “Günde belki yetmiş yere başvurduğum oluyor” diyor. 

Kader Doğan. Kader, “24 yaşındayım, Kamu Yönetimi Mezunuyum ve çiçekçilik yapıyorum şu an” diyor. Kader asıl zorluğun üniversiteye girmeden değil, üniversiteden mezun olduktan sonra başladığını düşünüyor. 

*

Örnekler çok ve çoğaltılabilir. Fakat manzara değişmiyor. Öte yandan kamuda iş bulma ümidiyle kurumların sınav ve mülakatlarına giren gençler için umut kırıcı ve adalet duygusunu zedeleyici  başka bir durum var. Gençlerle yaptığım söyleşilerde sıklıkla karşıma çıkan bir yakınma bu. Gençler, kamuda bir tanıdıkları olmadığı müddetçe iş bulamayacaklarına inanıyor. Bu bambaşka bir felaket bizim için. “Bu devirde kim olduğunun, ehliyet ve liyakatin  bir önemi yok, kimi tanıdığın önemli”. Bu cümleyi o kadar sık duyuyorum ki! Bourdieu olsa bizdeki mülakat düzeneğine bakıp; “Benim dediğime geldiniz, sosyal sermaye eşitsizliği besliyor” derdi muhtemelen.  

Mevcut eğitim sistemi tüm dünyada, mutlak cevapların değil; çoğunlukla soru işaretleri ve ünlemlerin olduğu bir alan. Soru işaretleriniz ve ünlemleriniz yoksa bu alan ile ilgili her türlü ezberin kolay ikna edilen tüketicisi haline gelebilirsiniz. Eğitimin daha kolay erişilebilir olduğu ne var ki bununla birlikte işlevsizliğinin daha çok arttığı günümüzde, diplomaya erişim kolaylaşırken diploma ile bir şey yapabilmek sıfırlanıyor. Bu durumun kendisi bile başlı başına bir kriz hali. Tüm diğer alanlarda olduğu gibi burada da hazır cevaplardan çok soru ve ünlemler bize yol gösterecek. Genç işsizliği, bir ünlem olarak hepimizin önünde duruyor şimdi.