Trump, İsrail´in 1967´deki Altı Gün Savaşı´ndan beri, 52 yıldır işgal altında tuttuğu, 1981´de fiilen ilhak ettiği Suriye toprağı olan Golan Tepeleri´nde İsrail´in egemenliğini tam olarak resmen tanınacağını açıklayıp ilgili kararnameyi imzaladı.
Trump, Golan Tepeleri´nin gasbını öngören kararnameyi BM´nin onca kararına, Uluslararası hukuka ve insan/ulus haklarına karşı imzalamıştır.
Önce şu tespiti yapalım: Sorun Trump´la ilişkili ama Trump´tan ibaret değildir.
ABD ve Kurt Kanunu!
Denizde büyük balığın küçüğü yuttuğu, Ormanda güçlü hayvanın zayıfı parçaladığı, uluslar arasında güçlü olan ülkenin güçsüzün hakkını gasp ettiği bir düzenle dünya var olduğu günden bugüne karşı karşıyadır.
Doğal hayatta Orman Kanunu olarak da bilinen meşhur bir Kurt Kanunu retoriği vardır.
Kurtlukta düşeni yemek kanundur.
Güçten düşenin tek bir hakkı vardır o da yem olma hakkı!
Bu kanun uluslar arası ilişkilerde de şu veya bu stratejinin arka planında aynen geçerlidir.
"Hak güçlünün değil haklı olanındır" söylemi retorikten ibarettir.
Bir kez daha vurgulayalım, bugün uluslararası ilişkiler tamamıyla güç ilişkileridir.
Filistinli´nin ya da Suriye´nin ya da bütünüyle İslam Dünyası´nın haklı olup olmadığı değil güçlü olup olmadığı uluslar arası ilişkilerde belirleyicidir.
Sahte ve sanal demokrasi havarilerine ya da insan hakları satan güçlü ülkelerin diplomatlarının söylediklerine aldanmamak gerekir. Çünkü onlar gerçekte demokrasiyi değil güçlerinin gölgesini pazarlarlar.
Amerikalı ya da siyonist kozmokratlar gücün dışında herhangi bir değere saygı duymamaktadır. ABD´nin eski dışişleri bakanı Shultz "Eğer kudretin gölgesi pazarlık masasına düşmemişse, müzakereler teslim olmanın nazikçe adlandırlmasından başka bir şey değildir" derdi.
BakınGeorge Soros açıkca söylüyor: "Uluslararası ilişkiler hukukun değil, gücün ilişkisidir; güç hükmeder ve hukuk hükmedeni meşru kılar."
Bu ABD´nin demokrasiye ve uluslararası ilişkilere yüklediği anlamdır.
Devamında da Soros "Amerika´nın diğer ülkelerin iç işlerine karışmadan edemeyeceği" gerçeğine vurgu yapmıştır.
O lütfedip ABD´nin ülkelerin iç işlerine karışırken "bu işi sadece meşru temeller üzerinden" yapması gerektiğine dikkati çekmiştir. Soros bu görüşleri ABD´nin uygulamalarından çıkardığı açık bir gerçektir.
ABD başkanları bir zamanlar ´özgürlüğün galip geleceğini´ sık sık dile getirmekteydi. Aslında onlar özgürlüğün değil bu sözleriyle ´Amerika´nın galip geleceğini´ kast etmektedirler.
İslam ülkelerinin rutin itirazı!
İslam ülkelerinden beklendiği gibi "Golan Tepelerinin İsrail´in olmasına izin vermeyiz...veremeyiz" sesleri yükseldi. Bu seslerin ve tepkilerin sonuç alma yeteneği yoktur. Çünkü İslam ülkeleri hem zaten yetersiz olan güçlerini birbirlerine karşı kullanmaktadır hem bölünmüş durumdadırlar.
İslam ülkeleri Batı ülkelerinin sahip olduğu anlamda bir güç oluşturmaktan da mahrumdurlar.
Buna karşın İslam ülkelerinin önemli bir kısmı ABD/İsrail´le işbirliği içine girmişlerdir.
Trump, Kudüs´e ilişkin kararını açıklamadan önce yaptığı gibi, Golan Tepeleri´ne ilişkin kararını açıklamadan önce de, Suudi Arabistan ve Mısır başta olmak üzere, güçlü ilişkilere sahip olduğu Arap liderleriyle konuyu bir biçimde görüşmesidir.
Trump, doğrudan ya da dolaylı olarak Suud, Mısır, BAE, Kuveyt vb. Arap ülkelerini Golan konusunda zayıf tepkiler vermeye ikna ederek bu adımı attığı anlaşılıyor.
ABD´nin on binlerce TIR silahı Suriye´ye niye taşıdığı sanırım anlaşılmıştır!
Suriye´yi PYD/PKK´yla kuzeyden kıskaca alarak İsrail´in Golan´ı rahatça iltihakını sağlamak ABD´nin temel stratejisiydi.
Böylece yalnızlaşan, güçsüzleşen ve çaresizleşen Suriye´nin Golan´da yaratılan emrivakiye karşı ortaya koyacağı bir tavır kalmamış oluyor.
ABD´nin gerek Kudüs ve gerekse Golan kararında gücün tarihte temel belirleyici olduğunu bir kez daha kanıtlamış olmaktadır.
İslam ülkeleri için güçsüzlük ontolojik bir sorundur!