Tarih: 30.01.2020 07:57

Gökhan Özcan; Aynaya göz kırpmak

Facebook Twitter Linked-in

 

Birbirimizi her vesileyle, hatta vesile yoksa üreterek yormaya, kırmaya, incitmeye, yaralamaya fırsat kolluyoruz. Her insanı, fikri, tarafı, inancı ne olursa olsun bir araya getirmesi gereken insanî ortak zemin ayağımızın altından her geçen gün biraz daha kayıyor. Hayatın hepimizi birbirimize karşı yumuşatması beklenen asgari müşterekler birer birer siliniyor. Herkes kendi içinde biriken öfkeye, nefrete, kötülüğe bir başkasını, başkalarını, ötekileri sebep kılarak meşruiyet kazandırma uğraşında... Öfkeyle yaşamak, her güne nefretle uyanmak, içinde durmadan kötülük biriktirmek, herkesten önce kişinin kendi insanlığını çürütüyor, kendi hayatını herkesten önce kendisi için günden güne ağırlaşan bir yüke dönüştürüyor oysa. Böyle yaşayamayacağımızı göremiyor muyuz? Böyle yaşamanın bir yolunu bulsak bile bunun yaşamak olamayacağını idrak edemiyor muyuz? Öfkelerimizin ateşli topları önce içimizde patlıyor. Nefretlerimizin zehirli okları başkalarına ulaşmadan önce bizi zehirliyor. Kötülükler, dışa vurduğumuzdan çok daha fazla içimizde kökleşiyor. Kendi bindiğimiz dalı kestiğimizi fark edemiyor muyuz? İçimizde kök salmasına izin verdiğimiz bütün bu kötülüklerle hayatı yavaş yavaş yok ediyoruz. Her gün bir sürek avına çıkıyoruz; yalancıları, sahtekarları, dolandırıcıları, ahlaksızları, yozları yobazları, menfaatçileri, ikiyüzlüleri ve günün ihtiyacı olan bütün kötüleri bulup yakalıyor, yargılayıp teşhir ediyor, aşağılıyor, lanetliyor, linç ediyoruz. Bunu her gün saatler boyunca yapıyoruz. Bu sürek avının herhangi bir anında yanılıyor, haksızlık ediyor, bir iftirayı büyütüyor olabileceğimiz ihtimalini hiç aklımıza getirmeden... Üstlenmekte olduğumuz vebali hiç aklımıza getirmeden... Velev ki haklı olalım; teşhis ettiğimiz bütün yalancılar yalancı, sahtekarlar sahtekar, menfaatçiler menfaatçi olsun. Ne kazandırabilir ki bu bize? Bir kötüyü bir iyiye çevirmek için bir şey yapmıyoruz ki! Bütün bu sürek avının neticelerine bakılırsa, kapkaranlık bir toplumuz. Üstelik herkesin kötüsü bir başkası... Herkesin bütün mesaisini bir başkasının kötülüğünü yakalamaya harcadığı bir toplumsal hayatta iyiliği, güzelliği, inceliği yaymaya, yaşatmaya, güçlendirmeye, canlı tutmaya vakit kalır mı? Bir kabusla yaşamayı bu kadar ihtirasla istiyorken, bir gün o kabustan uyanmayı nasıl bekleyebiliriz? Yapmamız gereken, belli ki yaptığımızın tam tersi... Bu zamanın kirini, karasını, zehrini hepimiz üstümüze başımıza bulaştırdık. Her geçen gün biraz daha kirleniyor, kararıyor, zehirleniyoruz. Kimse aynada kendine göz kırpmasın, hepimiz bu işin içindeyiz. Uyanıp kendimize gelmeliyiz. Kötülüğün yakıcı adımlarla içimizde ilerlediğini, duygularımızda mesafeler aldığını, fikirlerimizi kararttığını, sinsice damarlarımızda dolaşmaya başladığını fark etmeliyiz. Yoksa asıl tahripkâr olan şey olacak, asıl büyük felaket yaşanacak ve insanlığımız fay hattı boydan boya kırılacak. Hayat diye kurguladığımız şeye bir adım geriye çekilip bakarsak, aslında bir enkaz inşa etmekte olduğumuzu göreceğiz. Herkesin bir ucundan çekiştirdiği insanlık korkuluğu büyük çatırtıyla parçalanmak üzere... Hepimizin elinde hiçbir işimize yaramayacak insanlık parçaları kalacak bu olursa. Tepe tepe kullanırız artık.

İnsan, paha biçilemez bir nimet olarak kendisine lütfedilen hayatın kıymetini bilmelidir. Hayat, sadece biz son nefesimizi verdiğinde sona erer sanıyor ve yanılıyoruz. Böyle kötülükle iç içe yaşamaya devam edersek, Allah korusun, yaşarken hayatı acımasızca öldürdüğümüz günleri göreceğiz. İyiliği, güzelliği, inceliği kaybediyoruz büyük bir hızla. Belki de kulak vermeliyiz; asıl feryatlar belki de felaketlerin henüz yakıp yıkmadığı şehirlerden geliyor.

Bir yıkım sonrası içinden iyiliği bulup çıkaran, tereddütsüzce ‘insan’ın yaralarını sarmaya koşan, yürekleriyle ayazı ısıtan insanların enkaz kaldırma çabası işte bu yüzden çok kıymetli... En yalın halimizle kim olduğumuzu hatırlatıyorlar bize.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —