Ustam dediği Cahit Zarifoğlu gibi şiirin tanımında susmayı tercih eden Şakir Kurtulmuş “Gökte Asılı Şarkılar” kitabında şiir okuyucusunun gözleri önüne geniş bir ufuk çiziyor. Her bir hecesiyle göğe bakan dizelerde fantastik bir tabiat manzarası insanın başını döndürüyor. Gök sofrasında serçeler, sevda yüklü kelebekler, kuşlar ki şairin yüreğiyle gezerler, yıldızların gölgesinde… Gök kıyısından gelen haberler, aşk gömleğini giymiş serçeleri besleyen güneş… Hepsi şairin gönlüne eş. “Kendime en yakın yer” dediği yıldızların sessizliğinde şairin göğe astığı emelleri vardır.
Şiirin tanımında susan şair, aşkı “şiir yağmuru” olarak tanımlamıştır. Yusuf’un Kuyusu adlı eserinde ise dünyanın eteklerine dizilen eşsiz bir sabır ve aşk anıtıdır şiir. Kuyunun derinliklerinden göğün enginine, kelebeğin damarlarına kadar Fuzulî gibi “Aşk imiş her ne var âlemde” diyenlerdendir Şakir Kurtulmuş. Ona göre rüzgâr da şiir gibidir. Şiir ise hepsinden önce vardır:
“dağlara, ırmaklara ve kuyulara
suya yazılmış havadan önce şiir”
“Gökte Asılı Şarkılar” baştan sonra aşk hastasının sayıklamasıdır. Şiirler şekilde serbesttir ama özde aşka tutulmuştur:
“çölde rüzgâr çiçeklerine
adanmış bir
serüven işçisi
bir uzun yolcu aşka
içinde saklı duran
nesneye tutkun sevda yüklü kelebeğe
yalnız aşkta
göğe tutkun yapraklarda
ve yalnız aynalardayım”
Göç yollarının mimarı sevda yüklü kelebek ilk duyulduğunda bir masal kahramanı izlenimi bıraksa da aslında kalbimiz aşinadır ona.
“Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı”
Kaf dağını yüklenmiş bu kelebeği tanıyoruz biz: Necip Fazıl Kısakürek… Dev sancılarının kaynağını kelebek metaforuyla açıklayan Necip Fazıl’ın izinden gider Şakir Kurtulmuş. Onun “Gökte Asılı Şarkılar” kitabına başlarken “aynalardayım” demesi de manalıdır. Nitekim fikir çilesiyle yoğurduğu şiirlerinde “ayna” en çok kullandığı imgeler arasındadır Necip Fazıl’ın. Çokluğundan öte “ayna”ya yeni anlamlar yüklemiştir üstad. Mesela “Aynalar Yolumu Kesti” şiirinde -tasavvufi geleneğin yanı sıra- farklı bir bakış açısıyla ele almıştır aynayı. Ona göre “ulvi bir mahkemedir” ayna, bir iç muhasebesi, “ben” ile yüzleşmedir. Şiir boyunca vicdan muhasebesi yapan şair dünya hayatının “heves”ten ibaret olduğunu idrak eder ve dünya hayatına dönmek istemez. Vicdanı gösteren aynalar da ben’in yolunu kesmiştir ayrıca.
“Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti.”
“Aynaların yolumuzu kesmesi” ümidiyle olsa gerek Şakir Kurtulmuş da “ağlayan bir aynada” sözün kapısını açar. Önce ve “yalnız aynalardayım” der aynaya bakmaya yüzü olan her insan gibi…
Gökte Asılı Şarkılar kitabı; “Kar Güneşi” ve “Yüz Yüze” adı verilen iki bölümden oluşur. Yüz Yüze’de sevgiliye hitap ettiği şiirlerinde onunla “ru be ru” yahut modernizme ironik bir göndermeyle “face to face” konuşur şair. Mavera ekolünün son dönem temsilcilerinden biri olan Şakir Kurtulmuş; öz itibariyle gelenekten beslenir. Yusuf’un kuyusu ve gömleği, Hızır, Leyla gibi alışılageldik mazmunları şiirinin içine kondurur. Geleneğin kalıplarını kıran modern şiirin şekil anlayışıyla “iç ben”inin ve yüreğinin götürdüğü yolda yürür.
“göğe çizilmiş bir resimde ay
züleyhanın boynunda aşk
suya yazılan bir şiir
kanatlarında yoğun bulutlar
kalbimin köşesinde memnun”
Göğe şarkılar astığı kitabında “Hangi kapıdan açılır şiir” diyen Şakir Kurtulmuş’un şiire açtığı kapıdan girenler kapalı bir anlatım göreceklerdir. Bu kapalılık; şiirin kalbe açılan kapısından; adına “vicdan” denilen yere, kalbin en derinliklerine şairin sesini götürür. “Aşk şiiri yazmanın hor görüldüğü çağlar” gördüğünden yakınan bir şairin sesini bu çağların insanlarından çok uzak olan “vicdan”a duyurmak istemesi gayet tabiidir. Bunu da bilinçaltına seslenen kavram ve imgelerle başarır.