Tarih: 23.05.2022 22:49

Göçmenler ve Faşizm ya da Çuvaldız İğne Meselesi

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye toplumu, çok azı dışında, bir göçmenler topluluğudur. Sadece son iki yüz yılda Balkanlardan, Kırımdan, Kafkaslardan ve Ortadoğu’dan gelen göçmenler şu anki Türkiye nüfusunun oluşmasında birinci dereceden etkendirler. Ve genel nüfus içerisinde neredeyse üçte ikilik bir orandırlar. Peki bu kadar göçmenin oluşturduğu bir toplulukta faşizm nasıl bu denli boy gösterir, bu da ayrıca tahlile muhtaç bir konudur. İşin en ilginç yanı şu an faşist söylem ve uygulamaların neredeyse hepsini bu topraklara sonradan gelen topluluklar dillendirir ve yapar. Kemalizm bu toprakların ve toplulukların üzerinden öyle geçmiş ki zehir hepimizin damarlarındadır. Ve çoğumuz da bu zehrin farkında dahi değiliz. Son olarak Profesör Ümit Özdağ’ın Suriye ve Afgan göçmenlerle ilgili söylediği faşizm ürünü olan sözleriyle göçmenler yeniden gündem oldu Türkiye’ de. Kendisi de bir Dağıstan göçmeni olan Ümit Özdağ göçmenlerin Türkiye’nin demografik yapısını tehdit ettiğini söyleyerek bunların hiç vakit kaybettirmeden sınır dışı edilmeleri gerektiğini söyleyerek faşizm örneği sergiledi. Göçmenlerle ilgili söylediği bir çok söz medeni dünyanın hukuk düzeninde suç teşkil eder ve cezai müeyyidesi vardır. Aslında sözleri Türk Ceza Hukuku’na göre de suç teşkil eder. Ama maalesef ki Türk yargısı ve yargı erki faşizm ve türevleri konusunda hiç bir duyarlılığa sahip olmadığı için her hangi bir soruşturmaya dahi gidilmedi(en azından takip ettiğim kadarıyla ben böyle bir şey duymadım, görmedim). Türk yargı erki yüz yıldır hep faşist söylemlerin koruyucu ve kollayıcısı olduğu için Ümit Özdağ’ın iktidarı ve sarayı hedef alan söylemlerine dahi duyarsız kaldı. Bu durum yargının bağımsızlığını değil, faşizm konusunda nasıl bir yerde olduğunun ve duruşunun ne olduğunun göstergesi olarak karşımızda durmaktadır.
 

Türkiye’ de bildiğimiz ve çok kişinin dillendirdiği bir gerçek var; Türk ırkçılığı yapan ve faşist söylemleri dillendirenler genelde köken olarak Türk olmayanlardır. Türkiye’de faşizmin motor gücünü genelde Balkan ve Kafkasya ve de Türk olmayan bazı yerli halklar oluşturur. Dediğimiz gibi bu bilinen bir durumdur. Gerek ittihat terakki ve gerekse cumhuriyet dönemi faşizmin teorisyen ve öncülerinin hemen hemen hiçbiri köken olarak Türk değil. Buraya kadar her şey normaldir aslında. Çünkü genel yapı içinde yeniden bir göçe ve travmaya uğramamak için hakim güçten yana tavır alırlar ve bu şekilde var olanın sahibi konumunda olmaya çalışırlar. Bu tarihsel sosyoloji açısında anlaşılabilecek bir durumdur. Lakin Türkiye toplumunun asıl meselesi bundan çok daha vahim bir durumdur.

Türkiye toplumunda Kemalizm’in faşist tornasından geçmemiş, ondan nasibini alıp etkilenmemiş hemen hemen hiç bir gurup ve zihin dünyası yoktur. Faşizmin zehri her gurup ve düşünce dünyasının içine sinmiş durumda. Herkes birbirine karşı faşisttir. Öyle ki “kahrolsun faşizm” diyenlerin de damarlarında ve zihinlerinde faşist tortular boy gösteriyor.

“Kahrolsun faşizm” diye slogan atan bir Kürdün koluna aynı sloganı atan bir çingene girdiğinde Kürt hemen bir adım yana kayar ve daha kötüsü zihinsel zehirlenmenin bir yansıması olarak ceplerini kontrol eder. Kürt kolay kolay bir çingeneyi evine almaz, kız vermez hatta aynı sofrada yemek yemez.
Çingene kürdü “bölücü, terörist” diye suçlar. (Yıllar önce Konya’da bunu kendim çingene olan bir arkadaştan duydum.)

Araplar Kürde karşı, Kürt Ermeni’ye karşı, Lazlar Rumlara karşı aynı duygulara sahiptirler. Müslümanlar Hıristiyanlara, Sünniler Alevilere, hatta hatta aynı dinin farklı ekollerine karşı bile faşizmin tortuları rahatlıkla görülebiliyor. Toplumun hepsinde birbirini dışlayan ayrımcı, ötekileştirici yaklaşımlar hakim.
Türkiye’de ilköğretimden akademiye kadar tüm eğitim kademeleri faşizmin ilkeleri doğrultusunda şekillenmiş birer faşist ruhlu bireyler yetiştirme makineleri görevi görür. Aynı şekilde Türk medyası da bunu görev olarak üzerine almıştır. İdeolojik ve dünya görüşü farklı tüm gurupların ortak özelliğidir bu. Bu durum sanıldığının aksine sadece türk ırkçılığı yapan bireyler çıkarmıyor ortaya. Faşizan akıl yürütmeyle hareket eden, böyle donatılan bir toplum oluşturuyor. Bu eğitim sisteminin ve yönlendirmenin sonucu olarak tez antitez mantığıyla karşıt faşistler oluşturuyor. Faşizm toplumumuzun bir akıl yürütme yöntemi olup çıkmış durumda. Herkes her şeyden önce kendine birilerini karşıt olarak görüyor ve kendini karşıtlarına göre konumlandırıyor. Hemen hemen hiçbir düşünsel ekol kendini olduğu gibi, olduğu yerde ve doğal haliyle konumlandırma içinde bulunmuyor. Ya da ilk önce kendini karşıtıyla tanımlıyor. Oysa hayat ve eşya bizatihi kendi özü ile ve özünün ürünü olan özellikleriyle vardır. Mesela taş’ı tanımlarken taş serttir diyoruz. Taşı tahtaya göre tanımlamıyoruz. Taş tahtadan daha serttir demiyoruz. “Taş serttir” ve “taş tahtaya göre daha serttir” söylemleri eşyaya yaklaşımın iki farklı yöntemidir. Biri bizatihi vardır, diğeri karşıtıyla vardır. İşte bizim eğitim yöntemimiz ikinci yöntem olduğundan biz kendimizi tanımlarken karşıtımızla olan yakınlık ve uzaklığımıza göre tanımlıyoruz. Bu da toplumu karşıtlara bölüyor ve faşizmin tohumlarını ekiyor. Türkiye toplumunun her şeyden önce bu zihinsel yaklaşımdan sıyrılması lazım.

Hayatın doğası gereği bir şeyden en çok zarar görenlerin o şeyden en çok uzak durmaları ve onunla kendileri arasına yıkılmaz kalın duvarlar örmeleri gerekir. Lakin biz o kadar acayip ve ucube bir toplumuz ki hemen hemen her kesimimizin imkanı yakalayınca ilk yaptığımız şey zarar gördüğümüze benzemek oluyor. Türkiye düşünsel ekollerine serüvenini kabaca da olsa göz atan herkesin hayretle göreceği bir realitedir bu durum.

Türkiye’de her çeşit dışlanmaya maruz kalmış, girdiği hiç bir yerde tutunamamış ve bir şekilde şansını Avrupa topraklarında denemeye gelmiş bir çok Kürt’ten duyduğum bir sözler var: “Pis zenciler, pis Araplar, pis gavurlar”. Bu dahi faşizmin ruhlarımıza ne kadar sirayet ettiğinin kanıtı. Gariplerim bunu o kadar rahat ve doğal söylüyorlar ki aynı cümle içinde Türklerin faşistliğinden dem vuruyorlar. Oysa bu dedikleri Avrupa hukuk düzeninde suçtur ve cezai müeyyidesi vardır. Bizim toplumumuzun bu durumunu en iyi izah eden tahlil Frantz Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri”nde dediği sömürge toplumlarında mücadele eşitlik mücadelesi değil; sonuncuların birinci olma mücadelesidir. Siz Avrupa’da gerçekten neo nazilerin dışında “pis falankesler” diye bir laf duyamazsınız. Normal liberal, demokrat, solcu, komünist ya da dindar veya dinsiz bir Avrupalıdan kendi gurup veya düşünce dünyası dışındaki her hangi bir guruba “pis” dediğini kolay kolay duyamazsınız. (Avrupa’daki islamofobia çok farklı bir durumdur. Daha ziyade terör uygulamaları olan bazı grupların ve bunu tepe taklak kullanan basın ve medyanın ürünü bir durumdur. Ki buna rağmen ben bir yıldır Fransa’dayım. Hiç bir şekilde hiç bir yerde dini bir ayrımcılığa ve rencideye muhatap olmadım. Olan yok mudur, elbette olmuş olabilir. Zaten dediğim bu değil. Avrupa toplumunda bu durum istisnai bir durumdur. Bizde ise genel kaidedir. Bizde istisnasız her yapı ve ırk yek diğerine karşı faşist duygularla yüklüyüz.)

Bu çerçeve içerisinde Suriye ve Afgan göçmenlere karşı Türkiye’de yükselen ırkçı faşizan söylemleri kabullenmek mümkün değil. Hele hele bunu faşizmin illetini iliklerine değin hissetmiş bir Kürdün sahiplenip söylemesi aklın sınırlarını zorlayan bir durumdur. Faşizm kötüyse sizin faşizminiz de kötüdür. Size yapılan ayrımcılığı başkasına yapman abesle iştigalden öte ruhsal bir vakıadır. Hele hele Avrupa’ya göç etmek zorunda kalmış bir kürdün “Suriyeliler ülkelerine dönsün. Ülkemizden gitsinler” söylemi (ki bunu defalarca duydum) tam manasıyla bir hastalıktır.

Faşizm bir hastalıktır. Türkiye toplumunun her şeyden önce bu hastalığını tedaviye ihtiyacı var. Ve birilerini faşizmle suçlamadan önce dönüp kendine bakmalı ve çuvaldızı kendisine batırmalı.

Faşizm kötüdür ama en kötü faşizm, faşizmin sillesini yiyenlerin faşistliğidir.

 

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —