Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Gittik, geldik, gidiyoruz ve yine geleceğiz 1

Dr. Bekir Tank, eğitim kurumları dahil kamusal alanda Kürtçe konuşmanın “külliyen” yasak olduğu katı Kemalist dönemlerden bugüne nasıl gelindiğine dair bir seyir çizgisi takip ediyor.

Gittik, geldik, gidiyoruz ve yine geleceğiz 1

“Anne yumurta var mı?”

Bu, annem ile konuştuğum ilk ve son Türkçe cümle idi…

1970’li yıllardı, köyümüzün ilkokuluna gidiyorduk. Alfabeden önce Türkçe’yi bilmemenin ve Kürtçe konuşmanın suç olduğunu öğrettiler bize.

Türkçe’yi bilmediğimiz için dövüyorlardı. Türkçe’yi öğretirken dövüyorlardı ve Kürtçe’yi konuştuğumuzu görür veya duyarlarsa, dövüyorlardı.

Kürtçe konuşmamız yasaktı ve bu yasak okul dışında da geçerli idi. Bununla birlikte öğretmenler her öğrenciyi, Kürtçe konuşanları ihbar etmekle görevlendirmişti.

Öğretmen deyip geçmeyiniz… Öğretmenlerle askerler arasındaki fark, kıyafet ve mavzerdi. Askerlerin dipçik ve mavzerleri büyüklerimiz için ne idiyse, öğretmenlerin sopaları da biz öğrenciler için o idi. Gerek askerler ve gerekse öğretmenler arasında mutlaka insanlıktan çıkmamış olanları da vardı, ama çoğu zalim mi zalim idiler. 

Annem ile Türkçe konuşmak zorunda kalmam, bir olaya binaen olmuştu. Şöyle ki: Öğretmen bir öğrenciye para vermiş ve “git, köylüden yumurta alıp gel” demişti. O da sora sora bize kadar gelmişti. Aslında beni kapıda görmeseydi, anneme, “yumurta var mı?” diye sormaz, bunun yerine “Xaltiyê, hêk ê we hene?” diye soracaktı. Ama beni görünce, ertesi gün kendisini öğretmene ihbar edeceğimden korktu ve soruyu anneme değil, bana yöneltti: “Bekir, sizde yumurta var mı, öğretmen istiyor.” Artık iş başa düşmüştü. Anneme Kürtçe sorduğum takdirde ertesi gün dayak yiyeceğimden, mecburen, “anne, yumurta var mı?” diye sordum. 1923 doğumlu olan babam, 4 yıl askerlik yaptığı esnada Türkçeyi biraz öğrenmişti. Annem de müptela olduğu bir hastalık nedeniyle birkaç kez gittiği hastanelerde birkaç kelime öğrenmişti. Bazen birbirine karıştırsa da, “evet”, “hayır”, “var”, “yok”, “gel” ve “git” gibi kelimeleri biliyordu.

Kâhta İmam-Hatip yıllarımız 12 Eylül Darbesinin öncesi ve sonrası idi. Kürtçe konuştuğumuz için döven olmadı, ama Kürtçe müzik bulundurmak ve dinlemenin bedeli duruma göre dövmek, işkence ve hapis olduğu için, gizli dinlerdik. Tabii ki, gizliliğe büyük bir önem veriyorduk. Örneğin, Şivanperwer’in kasetlerinin üzerine Müslüm Gürses, Zeki Müren vs. yazardık.

Atatürk’ün başlattığı Kürtçe’yi konuşma yasağını ve Kürtçe konuşanları cezalandırma uygulamasını kaldırmak ve bu insanlık suçuna son vermek, Turgut Özal’a nasip olacaktı…

1984-88, üniversiteli yıllarımızdır.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğrencisi idik ve Cevizlibağ’daki Atatürk Öğrenci Sitesi’nde (AÖS) ve dördüncü blokun dördüncü katında kalıyorduk. Gelen telefonlar önce santrala gelir ve oradan ilgili bloka bağlanırdı. Ve bloktan bir anons: “Bekir Tank, telefonunuz var.” Dördüncü kattan soluk soluğa aşağıya indim ve camın arkasındaki memurun uzattığı ahizeyi aldım. Arayan annemdi. Kürtçe hoşbeş faslı bitmemişti ki, memur, elini ankesöre götürüp, kaba ve buyurgan bir sesle, “Türkçe konuş, yoksa kapatırım” dedi. İlk uyarısını duymazdan gelerek devam ettim. İkinci kez sesini daha bir yükselterek, “Türkçe konuş, yoksa kapatıyorum” dedi. Bunun üzerine ahizeyi ağzımdan uzaklaştırıp kendisine, “annem Türkçe bilmez” dedim. Memur daha da kükreyip, “bugüne kadar Türkçe konuşsaydın, öğrenirdi” demesin mi?

Çaresizlik içinde, “anne”, dedim. “Burası kalabalık. Sırada bekleyen başka arkadaşlar da var. Şimdi kapatalım, dışarı çıkınca ararım.”

Ahizeyi uzatırken memura, “burada değişik ülkelerden öğrenciler var ve kimisi İngilizce, Farsça, kimisi Arapça vs. konuştuklarını, ama neden sadece bizim konuşmamıza engel olduklarını” sorduğumda, verdiği cevap hala kulaklarımda çınlar: “Herkes konuşur, ama siz konuşamazsınız!”

O an ahizeyi suratına çarpmak, aramızdaki camı başına kırmak ve daha birçok şey aklımızdan geçmedi değil. Ama sabrettik. Biz sabrettik, lakin sabretmeyenlerimiz de oldu. Ve vurdular kendilerini dağlara.

Hocalarımızdan birine gidip, “derslerimin ortalamanın üzerinde olduğunu, İngilizcenin yanı sıra Arapça ve Farsça da bildiğimi ve dolayısıyla hayatımı üniversitede kalıp bir akademisyen olarak devam ettirmek istediğimi” arz ettim.

O hocamızın verdiği cevapla devam edeceğiz…



Anahtar Kelimeler: Gittik geldik gidiyoruz geleceğiz

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER