TUNCAY KARDAŞ(*)
Trump´ın 19 Aralık´ta Amerikan askerlerini Suriye´den çekme kararı, karar momentini aşacak önemli bazı sonuçlar doğurdu. Bu sonuçlardan biri ABD dış politika yapımında generaller sonrası yeni bir döneme girilmiş olmasıdır. Beyaz Saray Genel Sekreteri General John Kelly, Suriye´den çekilme kararına tepki göstererek istifa eden Savunma Bakanı General James Mattis ve en son da ABD´nin bölgedeki en üst düzey bürokratı Brett McGurk´ün yönetimden ayrılması dış politikada yeni bir döneme işaret ediyor. Peki, bundan sonra yeni ABD dış politikası nasıl şekillenecek? Sahada yansımaları ne olacak? Bu yeni süreçte Türkiye´yi bekleyen zorluklar neler? ABD dış politikasında son yıllarda bitmek bilmeyen çelişkili tercihler nasıl izah edebilir?
Yeni ABD dış politikası
İzahı şöyle dursun, anlaşılması dahi zor olan Trump dönemi ABD dış politikasını şekillendiren faktörleri konuşurken ezberlerden uzak durmak ve konuyu iyi etüt etmek gerekiyor. Sıklıkla yapılan hatalardan biri ABD dış politikasının her daim belirli bir jeopolitik mantık ve stratejik hesapla şekillendiği ve karar vericilerin de rasyonel davrandığı varsayımı. Bu önemli bir sorun zira dış politika tercihlerini belirli davranış kalıplarının (büyük strateji, dengeleme, caydırma vb.) içinde değerlendirme refleksi, aktörleri siyasal alanın dışında konumlama yanlışına itebiliyor. Oysa aktörler politik varlıklar ve siyaset üstü/dışı davranma imkânları oldukça sınırlı, çünkü milli çıkar uzun, siyaset kısa vade odaklı bir uğraşı.
Bir örnekle açmak gerekirse, Suriye´de rejim değişikliği adına asker bulundurmak başından beri zaten ABD çıkarlarına uygun gerçekçi ve rasyonel bir seçenek değildi. ABD´yi daha fazla kaygılandırması ve meşgul etmesi gereken başka konular var. ABD hegemonya siyaseti miadını doldurmak üzere. Kendi müttefiklerine bile güven vermiyor. Önünde Çin´in çevrelenmesinden Rusya´nın dizginlenmesine, Çin ile Rusya´nın küresel ittifakına mani olmaya kadar bekleyen bir dizi sorunlar seti var. Üstelik Çin ve Rusya, Venezuela´dan Zimbabve´ye birçok ülkede alternatif küresel müdahale araçları geliştirmiş durumda. Zimbabve´de askeri darbeye zemin hazırlamak, Venezuela´ya ekonomik yatırımlarla yön vermek ABD rakibi iki küresel büyük güç için artık olağan müdahale biçimleri. Geçen yılın aralık ayında Rusya, tartışmaların odağındaki Venezuela´ya uzun menzilli ve nükleer bomba kapasiteli Tu-160 savaş uçaklarını gönderirken, Çin de 17 milyar dolarlık ekonomik yatırımla Venezuela´da küresel rekabeti kızıştırmayı bilmişti. Bu müdahalelere cevaben ABD´li generallerin kontrolündeki Beyaz Saray yönetimi de Rusya ve Çin´i küresel ?haksız rekabetle´ itham etti, ticaret savaşları ve ambargolarla bu iki ülkeyi hedef tahtası haline getirdi. Peki, o halde generallerin ayrılması ABD´nin büyük güçler arası klasik jeopolitik rekabeti bıraktığı anlamına mı geliyor? Generaller sonrası dönemde Trump yönetimi, hangi şekil ve saiklerle dış politika kararlarını alacak?
Generallerden önce, generallerden Sonra
Trump´ın başkanlığının ilk iki yılı içinde metazori istihdam ettiği ve ABD dış politikasına perde arkasından yön veren kesimlerin başında askeri bürokrasi gelmekteydi. Bu dönemde Trump´ın üst düzey askeri ve sivil bürokrasiye siyasi alan açması onlara gerçekten güvenmesinden değil, bugün bile süregelen kendi insan kaynakları probleminden veya idari kadrosunun yetersizliğinden kaynaklanıyordu. Trump, ?Washington bataklığı´ diye tasvir ettiği mevcut güvenlik ve dış politika elitlerine savaş açmanın lojistiğini iyi düşünememişti. Sonuçta hedeflerine tezat oluşturacak şekilde komutanlara ve askeri yöneticilere sahada taktikleri uygulama hatta strateji belirlemede fazlasıyla serbestiyet tanımak zorunda kalmıştı. Bu dönemde gelişen temel izlek, Trump´in aykırı söylem ve twitleriyle önce dış politikanın gündemini değiştirmesi, bu aykırı söylemler statükocu elitlerin direnciyle karşılaştığında ise geri adım atmak şeklindeydi. Dolayısıyla bu dönem önceki ABD liberal-hegemonya siyasetinden pek farklı gelişmedi.
Generallerin gitmesi, ABD´de küresel-liberal statükocu dış politika çevrelerinin inanmamızı istediği ?artık Trump´ı dizginleyecek akil adamlar da yok´ feryadından daha önemli anlamlar taşıyor. Generaller sonrası yeni dönemde başka isimler ön plana çıkmış görünüyor. Özellikle Savunma Bakanı General Mattis´in gitmesiyle eski Kansas vekili Pompeo ve avukat Bolton´un önü daha da açılmış durumda. Trump´ın yönetme ihtirasını ve aykırı gündemini uygulamaya seleflerinden (Mattis, McMaster, Kelly, Tillerson vb.) çok daha fazla özen gösteren isimler (Pompeo, Bolton, Ludlow vb.) kendi özel ajandalarını bırakma pahasına Trump´ın etrafını sarmış bulunuyor. Yeni döneminde (azledilmese en az iki yıl daha) ABD´de hüküm sürmesi beklenen siyaset artık Trump´ın dış politikası.
Bu dönemde Trump´ın yeni güvenlik bürokrasisi marifetiyle nispeten daha bütüncül ve kendi içinde daha az kavgalı bir dış politika yapımı bekleyebiliriz. Başkanla çalışmaya devam etmeleri durumunda Pompeo´nun dini (evanjelik) Bolton´un da ideolojik (milliyetçi) temelli iki sert dış politika dalgası yeni dönemde ön planda olacak. Elbette bu yeni ekip arasında Trump dönemi tipik Beyaz Saray içi taktik kavga ve hamleler devam edebilir. Daha da önemlisi Trump´ın son sözü söyleme iştah ve ısrarı gerek Pompeo gerekse de Bolton üzerinde Demokles´in kılıcı gibi durmaya devam edecektir. Nitekim Pompeo´nun 2020 seçimlerinde Kansas senatörlük yarışına adaylığını koymak istemesi, Trump yönetimiyle arasındaki potansiyel kopuşun varlığını göstermesi açısından da dikkate değer.
Bu şerhle birlikte, askerlerin Beyaz Saray karar mekanizmalarının dışında kalmasıyla ile dış politika yapımında kurumsal-bürokratik sınıfın bıraktığı boşluğu Cumhuriyetçi Parti içi ve dışı (aşırı) sağ yönelimlerin dolduracağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Generallerin Beyaz Saray´dan ayrılması sadece dış politikada görece vaki rasyonel hesap ve davranış biçimlerinin devreden çıkması anlamına gelmiyor. Bu aynı zamanda ?Önce Amerika´da ifadesini bulan siyasi/ekonomik milliyetçiliğin dış politikada sahaya inmesi anlamına geliyor.
Yeni dış politika sahada: Venezuela tecrübesi
Venezuela´da yaşanan son gelişmeleri bahsedilen yeni dış politika çerçevesinde değerlendirmek mümkün. Kasım 2018´de Venezuela´yı Latin Amerika´nın ?3 tiranlığından´ biri olarak mimleyen Bolton ve Pompeo´nun şahin dış politika tercihleri genelde General Mattis ve silah arkadaşlarının engellemelerine takılmaktaydı. Ancak Mattis´in istifasını müteakip ABD´nin Venezuela´da rejimi değiştirmek için açıktan müdahaleye girişmesi, dış politikanın yeni izleğini göstermesi açısından öğretici.
Venezuela, Trump´ın en başından beri hedef tahtasına koyduğu 3 ülkeden biriydi (diğerleri Kuzey Kore ve İran). Trump, başkanlık koltuğuna oturduğu günden hemen bir gün sonra Venezuela ile ilgili brifing talep etmiş, zengin petrol rezervlerinden övgüyle bahsetmişti. Bolton´un ve Pompeo´nun da bu yılın başında Brezilya ve Kolombiya ile birlikte altyapısını itinayla hazırladığı Venezuela´daki malum başkaldırı çağrısı gibi oldukça cüretkâr bu girişimin yönetimdeki generallerin gidişini beklediğinin altını çizmek gerekiyor. Ayrıca, Pompeo şok bir kararla İran-contra skandalının baş aktörlerinden ve El Salvador´da büyük Mozote katliamı sorumlularından biri olduğuna hemen herkesin inandığı Elliot Abrams gibi tehlikeli bir ismi Venezuela´da rejim değişikliğini gerçekleştirmek üzere bizzat görevlendirdi. Bu görevlendirme, generaller sonrası yeni ABD dış politikasının sahada kimler tarafından uygulanacağını göstermesi açısından önemli. Abrams´in dış politika icra heyetine dâhil oluşu, Trump´in etrafını Bolton´un gelişiyle beraber sarmaya başlayan şahin neocon isimlerin etkinliğinin artacağını da gösteriyor. Özetle, Venezuela tecrübesi yeni aykırı dış politikanın koordineli, planlı ve iddialı bir şekilde uygulanacağını gösteriyor ve önümüzdeki dönemde dünya siyasetinde neler yaşanabileceğine dair önemli ipuçları veriyor.
Yeni dönemde Türkiye´yi bekleyen zorluklar
Son dönem Türk-Amerikan ilişkilerini özetleyecek belki de en iyi ifade Henry Kissinger´ın Avrupa ile ilgili sorduğu şu ünlü soruda gizli: "Avrupa´yı aramak istediğimde kimi arayacağım?." Kissinger, küçümsediği Avrupa ortaklığı fikrini zayıflatmak ve Avrupa´nın tek sesle değil çok başlı karar verme potansiyelini eleştirmek için bu soruyu sormuştu. Benzer şekilde Türkiye, izlenen ABD politikaları hakkında kiminle konuşması gerektiği konusunda aynı soruyu sorabilir: "Türkiye derdini kime anlatmalı? Sizde telefon numarası varsa sorun yok, denilen Trump´ın damadına?, Pentagon´a?, Trump ile yıldızı bir türlü barışmayan kariyer diplomatlara?, Trump yönetiminin seçtiği pek çok diplomatı hala atamayan ABD Kongresine?"
Türkiye-ABD ilişkilerinin karşılaştığı bu zorluktan başka bir zorluk da özelde Suriye, genelde Ortadoğu´da ABD´nin hem siyasi hem de kurumsal-bürokratik aktörleriyle aynı anda uğraşmak zorunda kalmasıydı. Generaller sonrası dönemde ise Pentagon´un karar mekanizmalarından görece uzaklaşmasıyla bu ikili kurumsal ve siyasal kıskaçtan biri devre dışı kalmış ve dış politikada belirsizlik nispeten ortadan kalkmış görünüyor. Bunun önemli bir sebebi, ABD yönetiminde yukarda adı geçen grubun ve dini-milliyetçi doktrinin daha fazla alan bulmasıdır. Generaller sonrası dönemde artık Türkiye´nin varoluşsal kaygılarını anlamak istemeyen Pentagon ve dışişleri elitleri Trump nezdinde eskisi kadar belirleyici olmayacaktır.
Ancak bunları ikame edecek yeni ekibin iyi etüt edilmesi şarttır. Türkiye´de bunların sosyolojik tabanlarına vakıf olmak bir yana, politik görüşlerinin bile bilinmemesi önemli bir ihmaldir. Bu grubun Türkiye ile ilgili ideolojik ve dinsel önyargılarının had safhada olduğunu not etmek gerekir. ABD içinde parti siyaseti veya dışında ortaya çıkan yeni etkili aktörlerin kimliği ve pozisyonlarını her zaman hesaba katmak gerekir. Örneğin, son zamanlarda ABD´nin iç siyasi gündemini domine eden ve Trump´ın azlini getirebilecek hukuki süreci iyi takip etmek gerekir. Henüz zayıf bir ihtimal de olsa Trump´ın azledilmesi durumunda sorunlar daha da çetrefilli hale gelebilir. Amerikan Anayasasında 25. Yasa Değişikliğinin 1. Bölümüne göre azil durumunda Başkan Trump´ın yerine Başkan Yardımcısı Pence´in geleceğini öngörmek gerekir. Pence, geçtiğimiz günlerde Venezuela muhalefet lideri Juan Guaido´yu sisteme başkaldırdığı günden önceki gece yarısı arayıp ne yapması gerektiği konusunda talimat veren kişidir. Aynı zamanda evanjelik dini kesimlerin siyasi temsilciliğini iftiharla yürüten Pence´in, Trump´tan daha radikal bir ajanda takip ettiğini hatırda tutmak gerekir. Rahip Brunson´un en büyük destekçisi Pence´in muhtemel başkanlığının Türkiye için ne anlama geleceği tecrübeyle sabittir.
(*)Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Ortadoğu Enstitüsü´nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Tuncay Kardaş, eleştirel güvenlik çalışmaları, savaş sosyolojisi, uluslararası ilişkiler teorisi ve medya semiyotiği alanlarında çalışmaktadır.