İnsanoğlu, en çok yanılan yaratık olduğu kadar, yerine göre en uzağı gören yaratıktır da… Akıl, içgüdünün direkt doğrultusunu dolambaçlara çevirdiğinden, kimi zaman yanılgıların kaynağı olur. Kimi zaman da iç içe girmiş düğümleri, kördüğümleri çözecek kadar hesaplı ve hünerlidir.
Günümüzde liderler, içgüdünün sınırını aşma, aklın takıldığı noktalardan kurtulma, arzuların ve ihtirasların göz bağlayıcı etkilerinden sıyrılma, eşya, olaylar ve çağ handikap ve şoklarını savma yetisini kazanabilmeleri için, ancak kişiliklerinin, üstün bir ideal ve hakikat çilesinde pişirmekle mümkün olabilir.
Tarih ve doğa, yinelenme bakımından birbirine çok benzerler. Ancak doğadaki yinelenme, daha düzenli ve göze batıcı olduğundan, ona karşı insanlar, önlemlerini almakta daha dikkatli ve daha tedbirlidirler.
Tarihteki tekerrür, yeni deyimiyle “yinelenme” ise, daha gizli kapaklı gelir, daha komplike ve yeni öğelerle yüklü olarak, kimi zaman da aniden bastırır. Bunun yanında tarihi olayları, özellikle vakti gelmeden anlamak sıradan bir iş değildir. Hayat içinde tarihle yoğrulmuş olmak, tarih bilgi ve sezgisine sahip olarak toplumun geleceğiyle ta yürekten ilgilenmek, gerçekleri göz ardı etmemek gibi üstün nitelikler isteyen bir kadronun, özellikle liderin olayları sağlıklı bir şekilde yorumlama ve amaçlama dehâ ve ön görüsüne sahip olması gerekir.
Cumhuriyetten günümüze dek ne yazık ki, ne böyle bir kadro ve ne de öngörüsü güçlü olan bir lider geldi. İktidara gelenler, ilk yıllarında ülkeyi biraz düzlüğe çıkarma gibi bir görünüm verseler de hiçbir zaman sürekli olamadılar. Halkın loş çehresinde dolaşıp duran ölüm gölgesini kaldırmayı beceremediler ve geçmişin tozlarını silip süpürüp altında kalan değerleri ortaya çıkaramadılar.
İdeal bir gençlik için kısmen de olsa bir siyasi parti, yüzeysel bilgi ve sloganlarla körü körüne rejime inanan peşin yargılı bir kitleyi harekete geçirmeyi başardı. Konuyla ilgili olarak günümüzün yaşayan değeri Sezai Karakoç’un 1959 yılında yaşanan ve zamanımıza ışık tutan bir anısını, ders çıkarılacak nitelikte oluşu nedeniyle gündeme taşıyarak paylaşmak istiyorum.
Karakoç diyor ki: “Bir gece, Laleli Kahvesi’nde otururken, genç Demokrat Parti milletvekillerinden ve eski Diyanet İşleri Başkanı Hasan Hüsnü Erdem’in oğlu Sadık Erdem geldi. Konuşma arasında Menderes’in kendisini gençlik işlerine bakmakla görevlendirdiğini, tanıdığımız ve tavsiye edebileceğimiz öğrenciler varsa onlara burs sağlayabileceğini söyledi.
Ben, memur olmama rağmen, (Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü Kontrolörü) genç olmanın verdiği ateşlilik ile sert konuşup, geç kaldıklarını, üniversite gençliklerini kaybettiklerini, üniversite gençliğinin çoğunluğunu Cumhuriyet Halk Partisi hesabına Milli Türk Talebe Federasyonunun yönlendirdiğini, oysa devlet, federasyona külliyetli yardımda bulunduğunu, federasyonun karşısında olan talebe teşekküllü Milli Türk Talebe Birliğine yapılan yardımınsa çok az olduğunu, birkaç burs vermek ile bir yere varılamayacağını, atı alan Üsküdar’ı geçtiğini zaten CHP gençliğinin karşısında bulunan gençlerin idealist gençler olup bir menfaat beklemediklerini, manen desteklemelerinin bile yeterli olacakken bundan bile yoksun bırakıldıklarını acı bir dille ifade ettim…
Sadık Bey üzüldü, bu görevi bile nice kişilerin engellemesi ile ancak bu zamana kaldığını belirtti. Parti için mücadeleler, gerekli kişilerin zamanında devreye girmesine engel olmuştur.
Ne yazık ki, o gece dediklerim sonradan bir bir çıktı, hatta ihtilalde (1960 Askeri Darbesi) Sadık Bey de tutuklanıp müebbet hapse mahkûm oldu. Hapishanede evlenmesi, Hürriyet tarafından “Sevginin Gücü” gibi ifade değiştirilip uzun boylu bahis konusu yapıldı.”