Gençlere Sordular: Neden Yabancı Âlimleri Dinlemeyi Tercih Ediyorsunuz?

Bizim âlimler konuşurken dini sorgulattırıyor, onlar ise daha çok insana kendini sorgulattırıyor. Bu açıdan hitap tarzları gençlere daha uygun.

Gençlere Sordular: Neden Yabancı Âlimleri Dinlemeyi Tercih Ediyorsunuz?

Türkiye’de hızlıca yaygınlaşan bir fenomen mevcut: Batı ülkelerinde yetişen âlim/vaizler, özellikle lise-üniversite çağındaki Müslümanlar tarafından büyük bir dikkatle izlenip takip ediliyor.

Dünya Bizim'den Mehmet Erken, bu fenomeni daha iyi anlamak maksadıyla bir soruşturma yaptı.

Türkiye’de hızlıca yaygınlaşan bir fenomen mevcut: Batı ülkelerinde yetişen âlim/vaizler, özellikle lise-üniversite çağındaki Müslümanlar tarafından büyük bir dikkatle izlenip takip ediliyor.

Biz de bu fenomeni daha iyi anlamak maksadıyla bir soruşturma yaptık. Soruşturmamıza katılanlar, şu sorulara cevap verdiler:

1- Neden Türkiye'den bir âlimi canlı kanlı dinlemek ve izlemek imkânı var iken, internetten videolar izlemeyi tercih ediyorsunuz?

2- Türkiye dışından âlimler, nasıl bir ihtiyacınızı karşılıyor? Türkiye'de cevabını bulamadığınız hangi sorularınıza cevap oluyor? 

3- Türk âlimlerde nasıl eksiklikler görüyorsunuz? 

4-  [bir üst soru ile bağlantılı olarak] Sizce neden özellikle genç nesil, tercüme sohbetleri dinlemeyi tercih ediyor? 

Gelen cevaplar için buyrunuz.

Sadullah Yıldız:

1- Çünkü uzakta olan egzotik geliyor ve egzotik olan da cezbediyor. İletişim imkânlarını ve dünyanın küçük bir köy olduğu söylemini "gayet yerinde" kullandığını ispatlamanın iyi bir yolu bu, elbette insanoğlunun içindeki başka duyguları ispatlamanın da...

2- Bunun tek yeterli cevabı popüler dilin dışardaki -sadece Batı- isimler tarafından yakalanabilmiş olmasıdır. İçerik konusunda bu soruya kâfi gelecek bir eleştiri içeridekilere yöneltilemez. Türkiye'de çok kıymetli isimlere yurt dışından akın akın ziyaretçi ve ilim meraklısı gelirken, ülkemizde bu isimlerin pek dar bir çevre tarafından bilinmesinin açıklaması zordur.

3- Ulemamızda gençlerin dilini yakalamama problemi var. Hatta bu bir problematiktir çünkü başka birçok etkenle birlikte bu tavır bir yakalayamama değil, yakalamama durumudur. Himmet eksikliği ilk olarak zikredilebilir; bunun da âl-i himmet olan kudemaya ittibanın zayıflık ve kopukluğuyla direkt bağlantısı var.

Bütün sorunları toparlayıp giderecek mekanizmanın olmaması -varsa da yokluğuna rahmet okutması- belki de ele alınması elzem olandır.

Ramazan Oduncu:

İnsanlar günümüzde ilimden ziyade; izledikleri zaman kendilerinden bir şeyler buldukları, "aaaa evet ya" dedikleri videoları izlemeyi seviyorlar. Mesela bir zamanlar da Khalid Yasin'in videoları çok popüler olmuştu, şimdi de Nouman Ali Khan'ın. Bu iki hoca efendi de hayatlarını insanları hayra çağırarak geçirmeye adamalarına rağmen, kendi deyişleriyle "âlim değiller." Nouman hocamız kendisinin sadece bir arapça hocası olduğunu her fırsatta beyan etmektedir. Ya da üstad Zakir Naik'i ele alalım. İnsanlar kendisini ilmi için değil, karşıdakine nasıl cevap verdiğini görmek için izliyorlar. Özetle demek istediğim insanlar ilmin peşinde değil.

Hamza Yusuf gibi İslami ilimleri hakkıyla tahsil ettikten sonra talebe yetiştirmekle uğraşan hocalarımızın videolarının bu derece tutulmamasının sebebi ise şu: Bu tür hocalar kendi uzmanlık alanlarıyla alakalı ya da sorulan sorulara binaen konuşmayı tercih ediyorlar. E böyle olunca da sadece bir grup zümreye hitap ediyorlar.

Son olarak da kanaatimce, Nouman üstad gibi insanlar sempatiklikten kazanıyorlar. Yani bir nevi "ilmi talk show" yapıyorlar. Eğer üstadı izliyorsam biliyorum ki bir yerde kesinlikle espri yapacaktır.

Meryem Yazıcı:

1. Sosyal medyayı aktif kullanıyorlar.

2. Bizim âlimler konuşurken dini sorgulattırıyor, onlar ise daha çok insana kendini sorgulattırıyor. Bu açıdan hitap tarzları gençlere daha uygun.

3. Bizde benciller; herkes kendi cemaatini, kendi topluluğunu savunup onlara hitap ediyor. Bu sebepten de rekabet oluşuyor.

4. Türkiye'de müslümanlar artık kıyafetleriyle bile hangi taraftan olduklarını belli eder oldular. Âlimlerin artık kendi kesimlerine değil de tüm müslümanlara seslenmeleri gerekiyor.

Hüseyin Kahraman:

Bu konu, bizim ilahiyatçılarımızın ve özellikle de ilahiyat fakültelerinin ciddi vizyon eksikliğinden kaynaklanıyor. Biz ilahiyatlarda Arapça'nın öncelikle önemli olduğunu düşünüyoruz. Neredeyse yüzyıldan fazla bir zamandır bilim dilinin İngilizce olduğunu bildiğimiz halde, bunu dikkate almadık. İlahiyatçılar hiç dikkate almadı. Yani biz, dünya ile ilgilenmeyi -ihtidaların devam ettiğini gördüğümüz halde- bir kenara bıraktık, uzaktan izlemeyi ve hatta eleştirmeyi tercih ettik. Bu yüzden Avrupa ve Amerika Müslümanlarıyla, Pakistanlılar, Suudi Arabistanlılar muhatap oldu. Özellikle ihtida edenler, bu ülkelerin kültür ve anlayışını benimsemiş oldular. Yusuf İslam'ı düşünün, ilk ihtida ettiği günlerde Suudilerin kıyafetlerine bürünmüştü. Malcolm X bile Pakistanlıların kalpağını tercih etti. Avrupa ve Amerika’da yerleşmiş olan -İngilizce bilen- Müslüman âlimler, bu yüzden meşhur oldular. Reytingleri yükselince de bugün sosyal medyada aranan kişiler oldular.

 

Özge Sena Bigeç Çav:

Hüsn-i kastın ve şahsi tahkikatın azaldığı demlerde, rastgele yaşamların önüne atılmış video ve resimlerin kişiye -yine de- kendini hatırlatma çabasıdır belki de. Makinelerle baş başa kalan insana uzanan Rahmani teşebbüs. Susuz (zaaf-ı iman) gırtlağın, 'karşısına çıkarılan' sebil karşısındaki dayanılmaz iştiyakı.

İki adım ötede bekleyen Hacı Amca ve Aziz Anne'yi de her dem keşfedebilmek niyazıyla...

Kamil Büyüker:

Kültürü, ilmi, baskın bir şekilde söz ile ve sohbetlerle aktaran bir medeniyetiz. Kalın çizgilerimiz var ve bunları kimi zaman edep freni ile frenlemişiz. Bizde âlim portresi oturaklı, söyleyeceğini eğip bükmeden söyleyen simalardan oluşmuştur. Bugün teknolojik vasıtaların bu derecek yaygınlık kazanması hiç kimsenin tahayyülünde olabilecek bir şey değildi. Eski diyebileceğimiz belli bir yaşın üzerinde olan âlimler de bu sürece çok hızlı adapte olamadılar. Onlar için sıradışı gelen bu mecralar, gelip geçici bir gençlik hevesi gibi görüldü belki. Batının dışa dönük zihinleri, bu sürece adapte olmakta zorluk çekmedi. Hatta hareketli, dinamik tebliğ ve irşad metodları ile bilindik aktarım usullerini de altüst ettiler. Gençlerin bu noktada zihin, enerji birikimlerini aktaracakları sağlam bir liman olarak bu zinde "new” âlimler müşteri bulmuş oldu.

Bizdeki handikap alimlerin hep savunmada kalmalarıdır. Hep yenik, hep ezilmiş bir topluluk gibi "ama sıkı sarılın, yoksa kaybedersiniz"vari üslup çok rağbet görmüyor. Temel meselelerle uğraşmak ve hedef çizmek yerine geleneği muhafazada katı ya da geleneği yıkma konusunda mahir iki ayrı kutubun varlığı da gençleri bir taraf olmaya zorlamıştır ve zorlamaya devam etmektedir. Bu hengamede bir dönem İran merkezli çeviri hareketi nasıl rağbet görüp yankı buldu ise, şimdilerde yüzümüzü Batıya dönüp "acaba aradığımız burada mı" diyebileceğimiz hiç aklımıza gelir miydi? Yine de biz pergelin bir ayağı bu topraklarda sabit olmak üzere "ol mâhiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler" fehvasından şaşmayalım derim.

Abdurrahman Açıkgöz:

Kanaat-i acizaneme göre bu teveccühün sebeplerinden bazıları şunlar olsa gerek:

1. Dil meselesi: Batıda yetişmiş ulema, modern tornalardan geçmiş Türk gençliğinin diline ve sembol dünyasına çok daha mutabık bir dil kullanıyor. Ayrıca beslendiğimiz dijital içerikler gözönüne alındığında İngilizce, Arapçadan daha cazip ve tanıdık geliyor bize maalesef.

2. Gündem meselesi: Nureddin Yıldız hocamızın evlilik meselesine değinmesi gibi vakalar bizim memlekette istisna teşkil ediyor. Âlimlerin /vaizlerin çoğu gençlerin gündeminde olmayan meselelerle ilgili konuşuyor. Bunun gerekçeleri ayrı bir tartışmanın konusu. Buna karşılık Batıdaki âlimlerin hedef kitlesi olan gençlerin gündemindeki meseleler, sadece bizim günlük gerilimlerimizin daha girift formları. Nouman Ali Khan okullardaki kız- erkek ilişkilerini sıkça gündemine alırken, Hamza Yusuf pornografiden aile içi şiddete, finans sisteminden fastfood kültürüne kadar hayata temas eden birçok meseleye eğiliyor. Açık yaralara sahip gençler bu merheme teveccüh ediyor.

3. Kapasite meselesi: Gençlerin gündemindeki bu meseleleri ele alabilmek için İslami ilimler haricinde belli bir entelektüel birikime ihtiyaç var. Neo-liberal ekonomik düzeni "siyonistlerin oyunu" ya da karşılaştırmalı teoloji tartışmalarını "hak yol İslam" diye haykırarak çözemeyeceklerini bildikleri için, Batıdaki âlimler, içinde bulundukları felsefi/ dini/ politik/ ekonomik vs. ortamdaki kaynaklardan beslenmek zorundalar. Bu da onları dinleyenler için bir zenginlik demek.

4. Zihin açıklığı meselesi: Bahsi geçen Batılı âlimlerin çoğu mühtedi. Her ne kadar Nouman Ali Khan Müslüman bir aileden gelse de üniversitede tekrar buluşuncaya kadar İslam’dan epey kopmuş. Velhasıl, bu insanların zihinleri, içinde bulundukları bilgi kirliliği ve kara propagandaya rağmen, içindeki hakikati görünce İslam’ı kabul edebilecek kadar açık ve mütevazı. Yerli hocalarımızın her biri kıymetli olsa da, bu doğrudanlık ve açıklık kondisyonu bizim gibi "mirasyedi" memleketlerde daha zayıf. Zihin konforlarını tamamen terk eden ve gerçeğin peşinde birçok fedakârlık yapan bu insanların sözlerinde gençler samimiyet buluyor, Allah da onların tesirine bereket koyuyor zannediyorum.

Ekrem Sakar:

Bu tespite, âlim ve ilim çerçevesini genişleterek din üst başlığı altında katılmak da mümkün. Gençler dediğimiz zümre, İslâm’ı ithal eden bir zihniyetin meyveleri. Bununla ne demek istiyorum? 1000 yıllık tarihî tecrübemizi, sosyolojik ve kültürel anlamda bir Türk Müslümanlığı gerçeğini görmeyip, -sanki dini bizden daha iyi yaşıyorlarmış gibi- Arap ve Fars müelliflerinden, âlimlerinden, düşünürlerinden öğrenmeye çalışıyorduk. Peki, bu gençler Seyyid Kutub'u, Ali Şeriati'yi bilmesin mi? Bilsin. Fakat Gönenli Mehmed Efendi'yi de bilsin.

Son zamanlarda Batı'daki hatiplere (âlim kelimesini kolay kolay kullanmak istemiyorum) ilginin artmasının, bahsettiğim "din ithalatı" dışında çeşitli sebepleri olabilir: Ahlâken yozlaşmaya yüz tutmuş Batı'daki Müslümanların ne düşündüğünü öğrenmek, Batı kültüründe yetişmiş birinin olaylara nasıl bakacağına dair bir merak veya bir Batı dili konuşmalarının uyandırdığı hayranlık. Sebebin ne olduğu çok da mühim değil, önemli olan netice. İnsan dinini iyi yaşasın da nereden beslendiği mühim değil. Ancak sürekli dışarından beslenmek, mezhebine ve meşrebine uymayan bir din anlayışı yüzünden hazımsızlığa sebebiyet verebilir.

Türk âlimlerin eksikliklerini görmek haddimiz değil. Adı üstünde ya, âlim. Âlim görünümlü hatip, hoca ve vaizlerin en büyük kabahati (âlim geçinmeleri başlı başına bir kusur gerçi) meşgul olmaları gereken şeylerle meşgul olmamaları. Kimisi siyasete göz kırpıyor, kimisi ahalinin manevî değerlerine saldırıyor, kimisi lüzumsuz meselelere fetva yağdırıyor, kimisi en doğru bizim yol propagandası yapıyor. Galiba bizim memleketin kronik bir problemi bu; aklımızın ermediği ya da bizi ilgilendirmeyen şeylere vakit harcamak.

Seda Şennik Ateş:

Ülkemizde bir cemaate yakın ya da kendi cemaati olan hocalar arasında birinin ak dediğine diğerinin kara demesi, sürekli çatışma ve tartışma içerisinde olmaları aslında aynı seyleri söylemekte olan yabancı âlim ve hocalara güvenmeyi sağlıyor zannımca...

Bir de kültürel farklılıklarımızdan kaynaklanan az sonra gelip kulağını çekecek cami hocası tarzı ile anlatan hocalar yerine ses tonları, ben dili yerine biz dili kullanan tarzlarıyla daha samimi geliyorlar. Bu tavırları ile dini hayatın bir parçası haline getirebildikleri ve karşıdaki insanın kafasına tokmakla vurmak yerine birlikte anlamaya çalıştıkları hissi veriyorlar. Örneğin Yasir Qadhi genelde bir soruya cevap verirken “sana ve kendime hatırlatmış olayım” diyerek başlıyor ki bu nüans benim için önemli...

Hüseyin Kaya:

1. Internetten ulaşım oldukça kolay olduğu için bu yönteme başvurulduğunu düşünüyorum. Ayrıca insanların aklına gelebilecek herhangi bir sorunun hemen video sitelerinde veya arama motorlarından bakılarak cevabına ulaşılabilir olması, soruyu not alıp daha sonra âlimin yanına gidip soruyu sormaktan daha kolay geliyor. Ayrıca bir âlime ulaşmak için bir vakfa gidip sohbet günlerini öğrenmek ve o hocaya ulaşmak daha zor bir iş. Kaldı ki bu ortam sağlanmış olsa da insan, aklındaki soruyu rahat bir şekilde çekinmeden sormakta tereddüt ediyor.

2. Dünyada hayat şartları belirli bir seviyenin üzerinde olan bütün Müslüman gençlerin sorunlarının ortak olduğunu düşünüyorum. Bu sorunlar insanın fıtratı gereği geçmişte de vardı, gelecekte de var olacak. Türkiye de âlimler eminim ki bu sorunlara benden daha iyi hâkimler ama cevabını doğru yerde aradıklarını düşünmüyorum. Benim yaşamakta olduğum nefis mücadelemin ne İsrail ile bir alakası var ne de herhangi bir muhalif partiyle. Geçmişte bazı sebeplerden dolayı aldığım eğitimde, öğrenmiş olduğum dilde farklılıklar olmuş olabilir ya da başka olaylar ama bundan sonra geçmişte boğulmak bana bir şey katmayacak. Sorunlara takılmak, sebepler aramak, bahaneler bulmaktan çok yoruldum. Artık hayat tarzımızda değişiklikler yapmak zorundayız ve bu değişikliklerde bize önder olacak, yol gösterecek insanlara ihtiyacımız var. Bu insanlar yalnızca yapmamız gerekeni söylemeyecek, yaptıkları ile bize ilham kaynağı olacak. Ayrıca bu âlimler bizim yasadığımız hayat tarzının farkına varıp, bizim yaşadığımız sorunları daha iyi şekilde görmeliler ve bu sorunlar ile ilgili bize çözüm sunmalılar. Bu çözümler de basit ifadelerle “yapmamalısın”,  “günahtır”, “haramdır” gibi değil, daha rasyonel şeylerle doldurulmalıdır.

3. Türkiye’deki âlimlere tam anlamıyla güvenemiyorum. Özellikle son dönemde yaşanan siyasi olaylardan da göründüğü gibi daha düne kadar âlim olarak gösterilen bir insan bir anda vatan haini ilan ediliyor. Bu şartlar altında nasıl bir âlime güvenilip sözünün dinlenmesi bekleniyor? Ayrıca Türkiye’de birçok hocanın yoğun gündemini siyaset oluşturuyor. Özellikle âlimler arasında bir çekişmenin olduğu gözlemleniyor, kendi düşüncesine sahip olmayan insanlara çok kolay bir şekilde kâfir, münafık gibi sözlerle ağır ithamlarda bulunmanın İslam’da yer eden bir davranış olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’de hocaların kendisi gibi düşünmeyen insanlara saygı göstermemeleri, onlara âlim gözüyle bakmama engel oluyor. Amerika’da bir âlimi dinlediğim zaman siyasetle ilgili hiç bir şey duymazken Türkiye’de lanse edilen dinin siyasi temeller üzerinde olması, daha sonra yaşanan haksızlıklardan dolayı İslam’a olan bakış açımı zedeliyor ve bu hocalarımızın yazılarında, sohbetlerinde her zaman bir nefret ve kin kokusu yayılıyor, Yurt dışındaki âlimlerde ise peygamberlerimizin yaşadıklarından, İslam’ın bize yansıtmaya çalıştığı hayat tarzını öğrendikçe kendimi daha çok eleştirme ve dışardan gözlemleme imkanı buluyorum. Bu eleştiriler sayesinde kendimdeki eksiklikleri daha iyi görüyorum ve İslam’ın ne kadar güzel bir din olduğunu daha çok öğreniyorum. Ayrıca İslam dinine yakışmak için daha çok şey yapmaya teşvik edilirken, bu duyguların hiç birini Türkiye’deki âlimleri dinlerken hissetmiyorum.

4. İslam dininin evrensel bir din olduğundan bahsediyoruz her zaman ama bunu görme fırsatımız çok fazla olmuyor. İnternette yabancı bir hocanın videosunu dinlerken beni en çok etkileyen şeylerden biri de bu. Hayatım boyunca görme imkânımın olmadığı farklı kültürden, farklı renkteki insanların İslam ile dertlenmesi gerçekten İslam’ın bütün yasayan insanlar için ortak bir değer olduğuna inancımı pekiştiriyor. İslam’ın yalnızca bizim topraklarımızda bizim yaptıklarımızda, bizim kafamızda sınırlı bir din olmadığına daha çok inanıyorum. Bu insanlar hiç bir çıkar beklemeden benim sorunlarımla ilgileniyorsa gerçekten bugünkü dünya da bu inanılmaz bir şey. Allah rızası kavramını bugün hiç bir derste hiç bir kavramla açıklayamadığımız şu günlerde Allah rızası için kimseden bir beklenti içinde olmadan bu insanları görmek gerçekten inanılmaz bir duygu. Bu duyguya nasıl bu kadar güçlü şekilde hâkim oluyorsun derseniz, Türkiye’ de gittiğiniz herhangi bir dernekte siyasi ilişki içinde olmayan, hocalardan belirli bir güce sahip olmayan yalnızca konuşup ayrılan hocaları henüz görmeyince bu diğer insanlar size daha samimi geliyor. Ayrıca Türkiye’de hiç bir gücü ve etkisi olmayan bu insanların, hiç bir beklenti içinde olmayıp benim dertlerimle ilgilenmesi beni daha çok etkiliyor

2. sebebin İngilizce olduğunu düşünüyorum, en azından benim için öyle. İngilizcemi geliştirmek için yabancı diziler izlemektense bu tarz sohbetleri dinlemenin hem bu dünya için hem ahiret için iyi bir yatırım olduğunu düşünüyorum.

İbrahim Kibar:

- Neden Türkiye'den bir âlimi canlı kanlı dinlemek ve izlemek imkânı var iken, internetten videolar izlemeyi tercih ediyorsunuz?

(Aslında yabancı bir âlimi takip etmesem de empati kuruyorum:) Bu tercih aslında biraz Y jenerasyonuna özgü bir durum olsa gerek. Her türlü problemin çözümünü internetten bulan bir neslin üyesi olarak konuşuyorum ki bu tür manevi meselelerin çözümünü de ansiklopedi taramaktan ya da bir âlimin dizine gidip dinlemekten ziyade tabi ki tıklamayı tercih ediyorum. Bu gerçerklikle birlikte yabancı memleketlerde, özellikle Batı'daki insanların interneti etkili biçimde kullandıkları da gözönüne konulursa Numan Ali Khan gibi insanların çok tutması şaşırtıcı değil.

- Türkiye dışından âlimler nasıl bir ihtiyacınızı karşılıyor? Türkiye'de cevabını bulamadığınız hangi sorularınıza cevap oluyor? 

Aslında bence bu derin bir soru. Zira Türkiye'de Kemalist olmayarak ya da başka bir cenaha mensup olmayarak Müslüman kimliği oluşturmak da bu toprakların acı bir gerçeği. Yani tabi ki bu durum da Türkiye'deki âlimlerin ister istemez ruhu doyuran öz meselelere eğilmesinden ziyade daha politik bir biçimde dini ele almasına sebep oluyor. Oysaki Hamza Tzortsiz öyle miydi? O samimi çıkışı Türkiye'de yakalamak bence mümkün değil :)

- Türk alimlerde nasıl eksiklikler görüyorsunuz? 

Bu belki de eksik görmekten ziyade bir yandaş/yoldaş toplama isteğinin sonucu da olabilir. Öyle ya da böyle Müslümanlık gençlik dönemlerinde ya saklanılarak yaşanan, saklamayarak yaşayanların da saklamadıklarını göze sokarak yaşadıkları bir kimlik durumunda bu topraklarda. Bu açıdan bakılınca dinin güncel meselelerine değinen, İngilizceyi güzel aksanla konuşan bir adamdan birşeyler duymak ister istemez bir eksik güven duygusunu besliyordur. Belki bu sorunun cevabi böyle eksik olsa da ilk aklıma gelen bu oldu.

- [bir üst soru ile bağlantılı olarak] Sizce neden özellikle genç nesil, tercüme sohbetleri dinlemeyi tercih ediyor? 

Bu sorunun cevabını aslında 1. ve 3. soruda verdim gibi. İhtiyaçlarını, eksiklerini internetten gidermeyi ahlak edinen yeni genç neslin bu tarz manevi ihtiyaçları da internetten gidermeye çalısması tesadüf değil. Bunun üzerine YouTube kanalları gibi araçları etkin kullanan gevuristandaki "Müslim society"lerden dikkat çeken abilerimizi izlemek elbette Ülke TV’nin kötü YouTube videolarını izlemekten evladır. Hem de güzel aksanlı İngilizce yanında Türkçe altyazılı. 

Dilara Yabul:

1. Türkiye'deki âlimleri makamlarında ziyaret edip sohbetlerine katılmak ancak gün ve saatleri benim halihazırda yoğun olan programıma uygunsa mümkün. Önceden doğrudan İslami eğitim almak için katıldığım yoğun programdan da bana göre yeterli seviyede olmaması sebebiyle ayrılmıştım. İnternetten video izlemek zaman-mekân sınırlamasını ortadan kaldırıp, istediğin zaman istediğin yerde videoya, dolayısıyla bilgiye erişim olanağı sağlıyor. İnternetin bu yönünün farkına varan bazı Türk âlimler de online dersler vermeye başladı, Ebubekir Sifil Hocaefendi gibi. Bunun etkili olduğunu düşünüyorum.

2. Türkiye'de cevap bulamadığım sorulardan ziyade üslubun daha önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle Numan Ali Han'ın konuşma tarzı herhangi bir gençten farksız. Yani genelde Türk âlimlerde rastlanan vaaz üslubunda konuşmuyor. Bu kadar izlenmesinin sebebi sadece üslup değil tabii, işlediği konuların çoğunlukla gençlere yönelik olması da etkili ancak ilmi daha fazla olsa da İhsan Şenocak ya da Muhammed Emin Yıldırım Hocaefendiler gibi konuşma üslubu olan bir âlim yerine, konuşmanın anafikrine daha çabuk gelen ve anlatacağını uzata uzata anlatmak yerine daha ivedi bir şekilde anlatan âlimleri dinlemeyi tercih ederim. Elbette bu tamamen kişisel bir tercih çünkü genel olarak yavaşlık karakterimle bağdaşmıyor.

3.-4. Türk âlimlerin eksikliği bence günlük hayattaki dilden farklı olarak İslami bir jargonla konuşmaları. Dinleyenler için bu sorun teşkil etmiyor büyük ihtimalle ancak yurtdışıyla sıkı irtibatı olan ve günlük hayatta pek çok gayrimüslimle temasa geçen kişilerin hayatına dokunan bir üslup olmadığını düşünüyorum. Aynı zamanda İslami ilimler üzerine çok yoğunlaştıkları için dünyevi ilimleri çok doğal olarak ihmal ettiklerini ve bilhassa Batı'yla gerek şahsi hayatlarında gerek okul münasebetiyle sık sık karşılaşan kişiler için tatmin edici olmadıklarını, bu sebeple gençlerin yabancı âlimlerin videolarına yöneldiklerini düşünüyorum. Bunlara ek olarak, yabancı, özellikle de Amerikan âlimlerin videolarını izlemenin gençlerin özgüvenini yükselttiğini de düşünmekteyim. Hristiyan bir coğrafyada yaşamalarına rağmen kendilerini İslami ilimlerde geliştirmiş bu âlimlerin gençlere Doğu-Batı sentezini bünyesinde gerçekleştirmiş -gibi- olmakla örnek teşkil ettiklerini, gençlerin bu sebeple tercüme videolar izlemeyi tercih ettiğini düşünüyorum.

Hatice Ebrar Akbulut:

Düşünce, düşünce üretme, yaşadığı çağın sorunlarıyla baş edebilme, birikimi kullanabilme, gerekirse bunları güncelleyebilme, farklı düşüncelerle yüz yüze gelebilme cesareti gösterme, eleştiride nobran bir şekilde değil, yapıcı ve problemi işaretleyici bir şekilde yaklaşabilme… Türkiye’deki ilahiyat eksenli ya da âlim eksenli profile baktığımızda ne yazık ki saydığımız –bunların sayısını artırabiliriz- türden meselelere yönelik net bir tavır göremiyoruz. İmam hatipli ya da ilahiyatçı gençlerin gündeminde olanlar, Türkiye’deki âlimlerin düşünce grafiğini çizmemize yetiyor. Çok küçük bir azınlığın çabasıyla bir şeyler yapılmaya ve yapılandırılmaya çalışıyor elbette. Ama genel tabloya baktığımızda umulanın, beklenilenin olmadığını görüyoruz.

Yalnızca imam hatipler ve ilahiyatlar çerçevesinden bakmamak lazım, İslâmî konulara ilgili olan çevrelerin, üzerinde durdukları konuların çok dar ve sığ olduğunu görüyoruz. Zaman değişti, enstrümanlar değişti, ortam değişti, diyoruz; ama kafa yapısının değişmediğini, hâlâ asırlar öncesinin sorunlarının ısıtıldığını görüyoruz. Bu şekildeki yaklaşımlar, bugünün gencine bir şeyler söylemiyor, bugünün gencinin ihtiyaçlarını karşılamıyor. İslâmî manada aktif, girişken, atılgan bir yapımızın olmadığını düşünüyorum. Hocalarımızın birçoğu, düşündürmeye yönelik tebliğde bulunmuyor. Konuşulan meseleler üzerine hüküm vererek konuşmak ön plânda. Öncelik düşündürücü, farklı üslup ve anlatımlarla insanları etkileyici şekilde olmalı diye düşünüyorum. Edebiyattan, ekonomiden, fizikten, coğrafyadan, sosyolojiden, psikolojiden anlamalı, bu alanlardan beslenilmeli. Dil ve üslup sorununu çözmek, iyileştirmek gerekiyor evvela.

Konuşulan meselelerin içeriği de bir başka boyut. İçerik bir düğümleme hâline gelmiş gibi. Düğümleri açmaya, kavratmaya yönelik atılımlar yapmaya cesaret edilmeli. Yalnızca lafızlara dönük, kuru bir anlatımla yetinilmemeli. Nasıl ki bugün gençler, eski bir kitabın metnini anlamakta güçlük çekiyorsa, kendilerine bugünün dili ve meseleleriyle konuşmayan hocaları da anlayamıyorlar. Bu bakımdan ben, yetişen nesilleri çok masum görüyorum. Çünkü onlar, kendilerine ne verilse, ne söylense dinliyor, bir tarafından kulak kabartıyorlar. Onların fikre, ilme, sevgiye, ilgiye aç yönlerini gidermek asıl hedef olmalı.

Bir de cedelleşme tarafı var işin. Birbirlerini yaftalayan, birbirlerine laf yetiştiren, birbirlerinin ortaya attığı fikirleri zenginleştirmek yerine çürütmek için uğraşlar veren hocalar var. Bu da kafa karışıklığı yaratıyor. Gençlerin aklına âlim deyince en iyi ihtimalle “bilgin” yorumu dışında, etrafında birilerini toplamak, birilerini kendi ortamlarına müntesip kılmak geliyor. Âlim algısı da bir hışma uğradı diye düşünüyorum.

Bu ve bu gibi sebeplerden, gençler daha dinamik, akıcı, buyurgan olmayan, sempatik hocaları dinlemek istiyorlar. Batı’da yetişen, Batı kökenli olan âlimlerde/hocalarda bu özellikler biraz daha göze çarpıyor. Batı’da yetişen hocalar, işin yakalama kısmını iyi kavramış olmalılar ki, tam on ikiden vuruyorlar konuştuklarında. Gençler onları dinlerken hakikaten havaya giriyorlar. Burada dengeyi kurmak gerektiğine inanıyorum. Hem tavır insanı olunmalı hem de mesele can evinden yakalanılmalı, sempatik olmayı, yakın bir profil çizmeyi becerebilmeli. Bizler Müslüman bir toprakta doğduk, büyüdük. Batılı hocalar, İslâm’ın kapı dışarı edildiği bir ortamda, yerinde bir tabirse tırnaklarıyla kazıyarak İslâm’ı buldular ve Müslümanlığı seçtiler. Dışardan bakan bizlere, bu çok cazip ve hayret verici geliyor. Bundan olsa gerek, Batılı hocaların konuşmalarında garip bir tesir oluyor. Batılı hocalar, büyük ölçüde gençleri hedef kitle olarak seçiyorlar. Türkiye’de hocalarımızın katıldığı programların birçoğuna baktığımızda, gençlerin azınlıkta olduğunu görürken, belirli bir yaş seviyesinin üzerinde dinleyicilerin olduğunu görüyoruz katılımcıların. Hocalarımız da dinleyicilerin kapasitesini hesaba katarak konuşacaklarını ona göre konuşuyorlar.

Üzerinde durduğumuz şu konu öyle girift ve çetin ki… Gayretle, insanları hakikate çağıran, bu toplumun fertlerini gözeten, bugünün insanına seslenen, insanın aklını kısırlaştırmayan, kalbine yorgunluk vermeyen, malumatlar zincirinin bir halkası olmayan hocalara selam olsun.

Deniz Baran:

1. Bunun aslında çok da özel bir sebebi yok; basit: İstediğim zaman ve mekânda ve koşulda dinleyebilmek. Türkiyeli âlimlerin de çoğunu öyle dinliyorum.

2. Türkiye'de -en azından benim erişebildiğim alanı göz önünde tutarsam- kafamdaki soruları soran, bunları irdeleyen ve cevap getirmeye çabalayan çok âlime rastlayamıyorum. Modern çağın (yahut ahir zaman mı desek, kim bilir) bin bir türlü ikilemi ve tezatı benim jenerasyonum için oldukça büyük bir iç gerilim sebebi. Kimi zaman arkadaşlarımızla cemaat olarak namaz kılarken secdeye eğildiğimizde birimizin telefonunun "Losing My Religion" şarkısı ile çalması o kadar da basit bir olay değil aslında. Sorularımız doğru veya yanlış, ama en nihayetinde bizim sorularımız ve aradığımız cevaplar var. Verilmesi kolay olmayan cevaplar... Üzerine düşünülmesi gereken cevaplar... Ancak ve ancak bizlerin içinden geçenleri kavrayan fakat öte yandan da "âlim" diyebileceğimiz kadar İslami altyapıya sahip zihinlerden damıtılabilecek cevaplar... İşte o yabancı âlimler dediğimiz kimselerin bir kısmı tam da bu hassasiyetle, bu dertle yaklaşıyor günümüz meselelerine. Belki de "modernizm ve seküler/pozitivist dünya" ile daha iç içe yaşamak durumunda oldukları için cevap vermek üzere yöneldikleri meseleler ve hatta aktiviteleri benim gibilere, bu jenerasyona daha çok hitap ediyor. İçinde yüzdüğümüz ikilemler var ve her insan gibi bu yolda bize rehberlik edecek, hiç yoktan dostluk edecek akıllar arıyoruz. 

Hangi sorulara cevap oluyor? Çok soru var, cevap olamasa da cevap olmaya çalıştığı... Ama basit bir örnek vereyim mesela: Müziğin neyi, ne kadar haram sorusu öyle bir köşede duran bir meseledir bizler için, çünkü nereden tutsak elimizde kalacak bir sorudur. Böylesine mevcut zihin dünyamıza ters ama dinde yeri varsa da kenara haşa atamayacağımız bir konu başlığına, klişe açıklamaların ötesine geçip adeta bizim karmaşamızı hissederek yaklaşan bir bakış açısı sunabilmek, sunmaya çalışmak benim nezdimde önemli. 

3. Eksiklik demeye haddim yok, ama aradığını bulamama dersek yukarıda açıkladım aslında. Benim kafamdan geçenleri görsün, çıkmazlarımı kavrasın, bizim sorularımızı yaşasın istiyoruz bazen büyüklerimiz. Her ne kadar kadar bize pek klasik gelen tarzları oldukça nezih ve değerli olsa da âlimlerimiz ile aramızda bir bariyer hissediyor gibiyiz. Ben öyleyim en azından. Hepsi için demeyeyim ama genelde öyle sanki. Öyle olmayanı bulduğumda da zaten gidip yapışıyorum desem yeridir.

4. Nükleer santralin patlamasını modernizm ile bağdaştırırsak reaktördeki her patlama radyasyonu daha fazla yayıyor ve dışarıdakiler gitgide daha fazla mücadele etmek durumunda kalıyor. Radyasyonun artık her yere yayılıp da iklim haline geldiği vakit de postmodernizm oluyor bu durumda. Ve artık yeni iklime adapte olmak ve hayatta kalmak için yeni yöntemlere ihtiyaç duyuluyor. İşte en gencimiz en çok bu durumda olanımız. Bu yüzden.