Maddi, dünyevi araçların, imkanların amaç haline geldiği, İslami-ahlaki amaç ve imkanların basit araçlara dönüştüğü-dönüştürüldüğü, özgürlüğün daha çok kazanç, daha çok sahip olma özgürlüğü anlamına geldiği, kültürün sayısallaştığı, nicelleştiği, insan sonrası bir çağdan söz edilebildiği, yapay zekanın, doğal zekanın yerine geçmesi, insani yeteneklerin teknoloji aracılığıyla kontrol edilmesi, geliştirilmesi gerektiğinin tartışıldığı, tartışılabildiği, büyük altüst oluşlarla karşı karşıya bulunduğumuz ancak bütün bu altüst oluşların mahiyetini farkedemediğimiz, rasyonel bir hiççilik dünyasında yaşıyoruz. Niteliklerin çöküşü ile birlikte, bütün toplumlarda halklar, yararlarını ve çıkarlarını güvence altına almaya çalışıyor. Çıkar ve yarar mülahazaları-rekabetleri, toplumsal hayatı-ilişkileri zehirliyor.
İçerisinde bulunduğumuz tarihsel dönemde tanık olduğumuz gelişmeler, seküler-rasyonel-pozitivist dünya görüşünün büyük bir hiççiliğe doğru sürüklendiğini gösteriyor. İnsanlığın dünyası, bütün toplumlar ve halklar, bir yanda rasyonalizmin zihinsel vesayeti altında yaşarken, bir diğer yanda da kimi halklar-kültürler gelenekçiliğin zihinsel vesayeti altında yaşıyor. Bir yanda halkların zihin-ruh dünyaları ideolojik yöntemlerle homojenleştirilirken, bir diğer yanda halkların zihin-ruh dünyaları nostalji nesnesi geçmişin şiirselleştirilmesi yoluyla kuşatılıyor.
İslami düşünce hayatı, ilahiyat hayatı, entelektüel anlamda bir teyakkuz durumuna sahip olmadığı için, bir yanda geleneksel-konformist referans sisteminin vesayetiyle, bir diğer yanda da modernist-seküler referans sisteminin vesayetiyle bütünleştiği için, mevcut olanı sorgulayamıyor, yeni bir ufuk açamıyor, gerçeğin dili ve bilinci olmaya cesaret edemiyor. Vesayet altında bulunan bir zihin ve ruh dünyası stratejik bir yetersizlik ve ufuksuzlukla malûl bulunduğu için, kendilerini İslama nisbet eden Müslümanlar milliyetçiliklerle bütünleşebiliyor, seküler-liberal-kapitalist bir sisteme-düzene sadakatla hizmetten İslami karşılıklar ve dereceler bekleyebiliyor.
Toplumlarımızda din´i etkinlikler daha çok duygusal-folklorik manipülasyonlar temelinde yürütüldüğü için, maalesef kamusal farkındalık oluşmuyor. Zihinsel vesayet altında bulunan bir düşünce ve kültür dünyası, sömürgeci bilgi´nin, dilin, kültürün, siyasetin maskesini düşürmeyi başaramıyor. İslam dünyası toplumları, zihinsel vesayetin baskısı sebebiyle, Batı ile Doğu arasında halen sürdürülmekte olan aşağılayıcı/rencide edici bir hiyerarşiye katlanıyor.
Toplumlarımız, sayılara-rakamlara indirgenmesi mümkün olmayan değerlere, fikirlere, bilgeliklere yabancılaşıyor. İkiyüzlü bir ahlak, ikiyüzlü bir adaleta anlayışı sıradanlaşırken, bunlar sorgulama konusu yapılamıyor. Gerçek dünya-hayat ile hamasetin dünyası arasında her geçen gün büyüyen uçurumu görmüyoruz. Konfor alanlarıyla, hamaset alanlarıyla büyülendiğimiz için, resmi ve rahat hayatlar yaşadığımız için, olması gerekenleri, mevcut olanın dışında yapılması gerekenleri hiç tartışmıyoruz.
Alışılmış düzenin dışında bir başka ufka sahip olmayan toplumlar ve kültürler, yeryüzü-insanlık bilincine ulaşamazlar. Alışılmış bir düzenin içerisinde sorunsuz bir biçimde yaşamya devam etmek, düşünmeyi, merak etmeyi, araştırmayı, sorgulamayı, üretmeyi bırakmak anlamına gelir. Hem modern hem de geleneksel düşüncenin vesayeti altında bulunan toplumlarımızda, bugün, İslamın tarihsel serüvenine bütünüyle hakim olan bir fikir tarihçisine neden sahip olmadığımızı konuşabilmeliyiz.
Vesayet altında bulunan toplumlarda, insani tercihlerin-ilişkilerin-konumların propaganda-manipülasyon yoluyla belirlendiği toplumlarda, halklar neyi konuşacaklarına , neyi konuşmayacaklarına kendileri karar veremezler. Bu tür toplumlarda gerçeğe-hakikate ulaşmak, gerçeği-hakikati dile getirmek riskli sayıldığı için, belirsiz bir vakte kadar susmanın daha hayırlı olacağına inanılır. Zihinsel vesayet altında bulunan toplumların geleneksel yanılsamaların baskından özgürleşmeleri beklenemez. Geleneksel yanılsamaların baskısından özgürleşmek için temel yapılara nüfuz etme yeteneğine, ileri derecede derin ve yoğun bir İslami dikkate, eleştirel ve seçici bir dikkate, keskin bir dikkate sahip olmamız gerekir.
Zihinsel vesayet altında yaşayan toplumlar için, nihai-bağımsız-özgün bir ufuk yoktur, olamaz.
Vesayet altında bulunan toplumlarda-kültürler romantik coşku ile kendilerinden geçtikleri için, gerçekliklerin dünyası ile yüzleşmek istemezler. Bağımsız bir siyasal dil, kültür ve siyaset felsefesi inşa etmeksizin, siyasal romantizme yaslanmak tutarsızlıktır. Hakkaniyete dayalı eleştirinin bulunmadığı bir toplumda ve kültürde, hiçbir alanda, hiçbir yenilenme mümkün olamaz. Zihinsel vesayet altında bulunan zihinlerle-ruhlarla hiçbir zaman, hiçbir bağımsızlık mücadelesi verilemez, yeni fikirler oluşturulamaz.
İslami bilincin ufukları ancak, her tür vesayetten özgürleştiğimizde açılabilir.
Dönüştürücü bir değişim de çok ama çok büyük çabalarla ancak İslami bilincin ufukları açıldığında başlatılabilir. Modern ya da geleneksel anlamda zihinsle vesayet altında yaşamaya devam etmek, gelecekten vazgeçmek anlamı taşır. Zihinsel vesayet altında bulunan toplumlar ve kültürler İslami anlamda bağımsız stratejik bir düşünce ve bilinç oluşturamazlar. Bu tür toplumlar yapısal/hayati sorunları görmezden gelerek gündelik sorunlar etrafında yoğunlaşırlar. Bu nedenle de kalıcı-dönüştürücü etkiler-fikirler üretemezler, güncel mücadeleleri romantikleştirmeye çalışırlar, romantik iyimserliklerle, radikal kötümserlikler arasında gider gelirler. Zihinsel vesayet altında bulunmak, bağımsız düşünme/algılama/tercihte bulunma, karar verme bilincini ve iradesini dumura uğratır.