Son günlerde iktidarda ya birdenbire ya da var olan ama dışa vurulmayan AB sevdası depreşti. Önce toplumun büyük bir bölümünün varlığından haberi bile olmayan AB Reform Eylem Grubu toplandı. Toplantının ardından dört bakan ortak bir basın toplantısı yaptılar. Ülkemizin AB üyeliğine verdiği önemi sırladılar. Daha sonra Dışişleri Bakanımız ile Hollanda Dışişleri Bakanı bir araya gelerek görüşmenin ardından iki ülkenin karşılıklı olarak yeniden büyükelçilik açma kararı aldıklarını belirttiler. Büyükelçimizi hangi olayın/olayların ardından çektiğimizi unutanlara hatırlatmak isterim. Bir bakanımız Türklerce düzenlenen bir toplantıya katılmak için gittiği Hollanda´dan ülkeye izinsiz girdiği iddiası ile polis nezaretinde sınır dışı edildi. Ardından Türklerin olayları protesto etmek için düzenledikleri toplantıda üzerlerine polis köpekleri saldırtıldı. Hatta bir Türk yerde yatarken köpeğin saldırısına maruz kaldı ve bu olayı Hollanda polisi seyretti. Seyrederken sadistçe bir zevk alıp almadığını bilmek mümkün değil.
Şimdi yeniden ilişkilerin düzeltilmekte olduğunu insan anlamakta güçlük çekiyor. Bunca olayın ardından Hollanda tarafından ülkemizden özür dilenip dilenmediğini merak ediyoruz. Sıkça dile getirdiğim gibi dış ilişkilerde ebedi dostluklar ve düşmanlıklar olmayabilir. Ancak bakanımızın sınır dışı edilmesi ve ardından gelişmeleri protesto eden vatandaşlarımıza karşı Hollanda polisinin sergilediği düşmanca tavır dolayısıyla Türkiye´den özür dilenmiş ise bunun insanımızla paylaşılması gerekmez miydi? Dilenmemiş ise ilişkilerin birdenbire nasıl düzeldiğinin bir izahı olması gerekmez mi?
AB ile ilişkilerimizin hiçbir zaman dostça olmadığını söylemeye bile gerek yok. Çünkü AB ülkeleri ile yaşananlar her gün medyada yer alıyor. Biz de her fırsatta köşemizde dile getiriyoruz. Tüm bu gerçekler ortada iken Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu´nun bir gazeteye yaptığı açıklamada, Türkiye´nin Avrupa Birliği´ne (AB) katılımını stratejik hedef olarak seçtiğini belirterek, ?Geleceğimizi AB´de görüyoruz? demiş. Ülkemizin 60 yıldır AB kapısında bekletiliyor olmasına ve birkaç örneğini yukarıda hatırlattığımız olaylara rağmen Türkiye´nin geleceğini hâlâ AB´de görüyor olmasının makul bir sebebini birilerinin insanımıza anlatması gerekmez mi? Ya da ülkemiz açısından mademki AB geleceğimizi orada görecek kadar önemli ise bu birliğe katılmak konusunda kararı siyasi iktidarın değil, insanımızın vermesi, bunun için de öncelikli olarak AB üyeliğinin halk oyuna sunulması gerekmez mi?
Kaldı ki, 16 yıldan beri bu ülkeyi tek başlarına yönetenlerin AB´ne ve AB üyesi ülkelere yönelik yaptıkları eleştirileri toplayıp bir araya getirsek sanıyorum ciltler dolusu malzeme çıkar. Yani ülkemizden AB´ne yönelik haklı eleştirilerin ortadan kalktığına dair de elde hiçbir bilgi ve belge yoktur. İnsanımızın gönlünü alacak bir gelişmeden bahsetmek de mümkün değil. Kısacası insanımız rencide edilmiş/edilmektedir. Buna rağmen sorumlu mevkilerde bulunan bakanın hâlâ AB´ni stratejik hedef olarak seçtiğimizi ve geleceğimizi AB´de gördüğümüze dair değerlendirmesinin önce altının doldurulması gerekir. Bu yapılmadan hâlâ geleceğimizi AB´de görüyor olmamızın arkasındaki sebebin toplum ile paylaşılması, insanımızın ikna edilmesi gerekiyor. Ayrıca eğer ilişkilerimiz çok iyi ise o zaman bizim gördüklerimizin bir hayal olup olmadığı izah edilmelidir. Aslında hayal filan görüldüğü yok. Çünkü AB bizi kabul etmiyor, etmesi de mümkün değil. Sadece geçmişten bugüne içimizdeki birtakım AB âşıkları uğradığımız tüm haksızlıklara rağmen AB kapısını terk etmeye niyetli görünmüyorlar, olay bundan ibaret.