İndependent Türkçe’den Abdülhakim Günaydın, konu ile ilgili olarak işin uzmanlarının görüşlerine başvurdu.
"Şuna kesinlikle inanıyorum. Bu ülkeye demokrasi gelecekse, herkes kimliği ve inancından ötürü ötekileştirilmeyecekse bunun yolu Diyarbakır'dan geçer.
Bu sözler Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na ait.
Diyarbakır'a bir ziyaret gerçekleştireceği ifade eden Kılıçdaroğlu, bu sözleri dün Demokrasi ve Atılım Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ile düzenlediği basın toplantısında söyledi.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, "Kürt realitesini tanıyoruz" demişti.
Eski Başbakan Mesut Yılmaz, "Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" ifadelerini kullanmıştı.
AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da "Kürt sorunu benim sorunumdur. Her sorunun çözümünün adresi biziz" cümlelerini kurmuştu.
Kılıçdaroğlu'nun kullandığı ifadeler Demirel, Yılmaz ve Erdoğan'ın sözleri gibi tarihe not düşülecek mi bilinmez ancak Millet İttifakı ortağından tepki gecikmedi.
Sosyal medya hesabında "Demokrasi ülkeye Diyarbakır'dan gelecektir diyenlerin ve bize çözüm sürecini, devamında da 1212 şehidimiz ile acıyı yaşatanların yaptıkları ortadadır!" paylaşımında bulunan İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu, tepkisini şu sözlerle dile getirdi:
"TBMM'den geçmeyen ve her ferdini ayırmadan kucaklayamayan vizyonsuzluğun, memleketi 20 senede nereye getirdiği aşikârken Sayın Erdoğan gibi Diyarbakır vurgusu ile siyasi alan açmaya kalkmak, hatada ve aynı macerada ısrar etmektir. Demokrasi ve hukukun yegâne adresi Ankara'dır!"
Adres Ankara mı yoksa Diyarbakır mı bilinmez ancak meselenin ülkenin en büyük sorunlarından biri olduğu ortada.
Demokrasi ya da Avrupa Birliği'nin yolu gerçekten Diyarbakır'dan mı geçer?
Madem Diyarbakır bu konuda kritik öneme sahip, neden gereken yapılmıyor ve uzlaşma sağlanmıyor?
Konu hakkında Independent Türkçe'ye değerlendirmede bulunan sosyolog, siyasetçi ve STK temsilcileri farklı görüşte.
"Meselenin hem siyasal hem de sosyolojik boyutu var"
Eski Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörü ve sosyolog yazar Prof. Dr. Mazhar Bağlı, meselenin hem siyasal hem de sosyolojik boyutuna dikkat çekti.
Türkiye'de Kürt meselesinin iki yönlü olduğunu kaydeden Prof. Dr. Bağlı, "Birincisi siyasal, ikincisi de vatandaşlık boyutudur" dedi.
Mazhar Bağlı / Fotoğraf: AA
Siyasal boyutunun büyük oranda AK Parti döneminde çözüldüğüne ilişkin değerlendirmelerin bir kısmına kendisinin de katıldığını aktaran Bağlı, "Ret, inkar ve asimilasyon politikalarını sistematik olarak devlet tarafından yürütülmesine son verilmesi, işin büyük oranda çözüldüğünü gösterir. Bu belki işin zor olan kısmıydı ama kolay olan kısmını Türkiye henüz halletmedi" diye konuştu.
Bölgedeki vatandaşların kendisini birinci sınıf bir vatandaş olarak hissetmelerini sağlayacak bir duygusal ortaklık aidiyeti kuramadığına değinen Bağlı, "Henüz bu aidiyet kurulmuş değil. Türkiye'de hükümetler ve siyasiler 'biz en iyisini yaptık' desinler ama oradaki vatandaşlar bunu böyle hissetmiyorlar. Buradakilerin bakışından hareketle bu konuyu anlamamız gerekmiyor, doğru olmaz. Oradakilerin dedikleri ve hissiyatları üzerinden okuduğumuzda eksiklik oluyor. Neden hissetmiyorlar? Sorusunu onlara soracağımıza bence buradakiler kendilerine sormalılar" yorumunda bulundu.
"Sahtekarca bir oy avcılığıdır"
Erdoğan'ın bölge ziyaretlerinde kendisinin de demokrasi ve ülkedeki sorunların çözümünün Diyarbakır'dan geçtiğine ilişkin yazılar yazdığını anımsatan Bağlı, Diyarbakır'ın sadece bir il olmadığını bir anlamı ve aynı zamanda sorunun nasıl olduğunun da merkezi olarak okunması gerektiğini belirterek, devamında şunları kaydetti:
"Bu konularda CHP'den umutlu değilim. Geçmişte yaptıkları ortada. Geçen CHP'li bir aktör ile bir TV programında 'Kürt sorunu vardır ve Türkiye bunu çözmeli' dediğimde neredeyse beni programdan kovacaktı. Belki Sayın Kılıçdaroğlu böyle düşünüyor ama CHP fikriyat ve ideolojisi bu meselenin oluşmasının asıl temelidir. Yani Kürt meselesinin kaynağı ulusalcı Kemalist ideolojidir ve CHP bu ideolojiden vazgeçtiğini deklare etmediği sürece bir genel başkanın veya herhangi bir yöneticilerinin 'biz bu meseleyi çözeriz' demesi sadece sahtekarca bir oy avcılığıdır, başka hiçbir anlamı yok."
"Ortada bir mesele var ve buna sırt çevirmek mümkün değil"
Eski Anavatan Partisi Genel Başkanı ve 57. hükümet kabinesinin Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu, "Demokrasinin yolu Diyarbakır'dan geçer" ifadelerinin popülist ifadeler olduğu görüşünde.
Erkan Mumcu / Fotoğraf: Independent Türkçe
Siyasilerin kendilerini bu tür ifadeler kullanmaya mecbur hissettiğini kaydeden Mumcu, "Zira ortada bir mesele var ve meseleye sırt çevirmek mümkün değil. Belki ifade ve beyanlarınıza almayarak bir süre yok sayabilirsiniz ama eninde sonunda var olan mesele muhtelif sonuçlarıyla kendisini size dayatıyor ve ona dair bir şeyler söylemek zorunda bırakıyor" ifadelerini kullandı.
Geçmişten bugüne kullanılan ifadelerin hazım edilmiş ve çözümünün düşünülmüş olduğunu zannetmediğini ifade eden Mumcu, "Bir kere eğer konuya 'hem ulusal birlik hem de demokratik rejim" meselesi olarak bakılıyorsa buna özel olarak Diyarbakır, Ankara ya da Edirne veya Şırnak gibi bir adres göstermenin sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Bu daha çok Kürtlere söylenmesi gereken sözün, açık bir şekilde değil de dolaylı yoldan ima ile söylemesi gibi geliyor bana" değerlendirmesinde bulundu.
"İfadeler günlük siyasetin dili içerisinde olagelen şeyler"Meseleyi ima yolu beyanlarla bir tür çözüm vaadinde bulunmayı samimi ve yeterli bulmadığını kaydeden Mumcu, "Bu bakımdan kullanılan ifadelerle mesele tartışılmış, açıkça konuşulmuş ya da bir tanıma kavuşturulmuş olmuyor. Ne bu, posta treni mi ki Diyarbakır'a uğruyor. Bence bunlar doğru yaklaşımlar değil" dedi ve ekledi:
"Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler meteorolojik haritalar gibi bölgeden bölgeye yayılan şeyler değil. Mevsim gibi tüm etkileri bütün coğrafyaya yayılıyor. Meseleye etnik ya da kültürel kimlikler parantezinden bakmadan önce bütün bu parantezleri içine alan geniş bir cümle içerisinde bakmak zorunluluğu vardır ve oradan bakılmadıkça bu konular çözülemez. Nedir bu; temel insan hakları ve hürriyetleridir. Bu konularda her bireyin siyasal erk karşısında hak ve ödevleri ve yine bireyin bir sosyal varlık olarak hem kültürel hem de siyasal hakları çerçevesi net ve geniş bir biçimde ortaya konulmadıkça böyle diskur çatışmaların içine hapis oluruz. Dolayısıyla benzer ifadeler günlük siyasetin dili içerisinde olagelen şeyler. Bunları kınamak da istemem, alkışlamak için de bir sebep göremiyorum. Çünkü bir çözüm önermiyor ve arka planında hem sağduyulu hem de samimi bir çözüm yaklaşımı olduğuna dair güven vermiyor." |
"Sorun hep rafa kaldırıldı"
Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Kurucu Genel Başkanı ve eski Devlet Bakanı Ziya Halis ise "Demokrasinin yolu Diyarbakır'dan geçer" demekle Kürt sorununun çözümünün yolunun demokratik yöntemlerden geçtiği anlamı taşıdığını söyledi.
Birçok siyasi liderin benzer ifadeler kullandığını anımsatan Halis, "O günleri iyi hatırlıyorum, benimde parlamenter olduğum dönemlerde Erdal İnönü ve Süleyman Demirel Diyarbakır'a gittiklerinde 'Kürt realitesini tanıyoruz' ifadelerini kullanmıştı" dedi.
Sorunun demokrasi ile çözülmesini isteyen siyasiler olarak o dönem parlamentoda çok yoğun bir mesai harcadıklarını dile getiren Halis, "Hatta bir genel af ilan edilmesi konusunda bir çaba da vardı. Konu tam tartışılmaya başlandığında gene birtakım sorunlar ve engeller yaşandı. Ve bu sorun bir şekilde çözülemeden rafa kaldırıldı" şeklinde konuştu.
Ziya Halis / Fotoğraf: Independent Türkçe
"Sorun çözülmedikçe toplum rahata da refaha da eremez"
Türkiye'de Kürt sorunun çözülmesini istemeyen birtakım güç odaklarının olduğunu düşünmenin yanlış olmayacağını belirten Halis, "Devletin içinde ve dışında birtakım güç odaklarının Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesini arzu etmedikleri anlaşılıyor. Demirel'den başlayarak Kılıçdaroğlu'na kadar 30 yıldan fazladır birçok siyasetçi benzer ifadeler kullandı. 30 yıldır bu hep söyleniyor ama bir arpa boyu yol gidilemiyor. Bir adım ileri iki adım geri gidiliyor" dedi ve sözlerini şöyle tamamladı:
"Şu an bulunduğumuz nokta Kürt sorunun demokratik yolardan çözümü açısından 1990'ların, hatta çözüm sürecinin başladığı 2010'ların da gerisinde bir noktada. Üzücü bir durum. Kılıçdaroğlu doğruyu söylemiş, bu sorun çözülmedikçe bana göre bu toplum rahata da refaha da eremez. Maalesef bunun gereği yapılmıyor. Gereği yapılmasının birkaç nedeni var. Birincisi bunu söyleyenlerin samimiyetinden kuşku duymak lazım. İkincisi de bu sorunun çözülmesini istemeyen siyasi liderlerden daha güçlü yapıların varlığından bahsetmek lazım. Elimizde çok somut bir delil ya da gerekçe yok ama benim kanaatim bu doğrultuda."