Gençlik yıllarımda sık sık bir araya geldiğimiz yakın dostluğumuzun olduğu Mardinli Süleyman Gönüler isimli bir kardeşim vardı. Allah rahmet etsin güzel de sigara içerdi. Hatta tütün sarardı. Sardığı tütünü yaktıktan sonra da derin bir nefesin ardından ; “Tütünü yaratan Allah’a hamdolsun.” Demeyi ihmal etmezdi.
DTCF Tarih bölümünde de öğrenciydi. Aynı zamanda Salih Özcan’ın Beyrut’da ikamet ettiği zaman diliminde Ankara’daki Hilal Neşriyat’ın sorumluluğunu da üstlenmişti. Sofimeşreb birisi olmasına rağmen zaman zaman dudaklarından hikmetli sözler dökülürdü. Yine bir akşam oturduğu apartmanın bodrum katındaki daracık öğrenci evinde muhabbet ediyoruz. Konu İslam, İslami gençlik, İslam dünyasının geleceği gibi boyumuzdan büyük konulara geldi. Süleyman ; biraz da kızgın, kırgın bir eda ile ve adeta bizi tahfif ederek, “ Azizim! Müslüman odur ki rüzgarın önünde saman çöpü gibi savrulan değil, selin önündeki kütük gibi senin mecranı değiştiren adam olsun.” Eyvallah dedik. Fakat Süleyman pes etmedi , devamla ; “ Sizin gece namazınız var mı ? İhtiyacınızın fazlasını infak ediyor musunuz ? Unutkanlık hastalığınızı tedavi için bir tedbiriniz var mı ? “ gibi daha nice soruları ardı ardınca sıraladı. Fakat beni en çok unutkanlığınızı tedavi için bir tedbiriniz var mı sorusu ilgilendirdi . Sordum unutkanlığın tedavisi nasıl olur diye. Cevap verdi, Kuran‘la münasebetinizi kesmeyeceksiniz, harama bakmayacaksınız .. Ve devamın da size bir şey daha tavsiye edeceğim ; “Azizim! Müslüman odur ki kulağında cömert ola dilinde cimri.” dedi.
Aradan uzun yıllar geçti. Zaman zaman o dönemin gençleri şimdilerin ihtiyarları olan bizim kuşak bir araya geldiğimizde o günleri yadederiz. Tabi ki Süleyman Gönüler’in yeri bu sohbetlerimizde hep ayrı olur. Dedim ya Süleyman iyi bir sigara tiryakisi idi, işte o Süleyman akciğer kanserinden vefat etti. Allah rahmet etsin, aynı yaş grubundan olmamıza rağmen bizlerde önemli etkiler bıraktı. Seyyid Kutup, Mevdudi, Ebu Zehra, Malik Bin Nebi gibi İslam öncülerini evelallah sonra Süleyman Gönüler, Zekeriya İyilik vasıtasıyla tanıdık. Özellikle Zekeriya Ağabey bana, Eflatun’a , Bayram Kalaycı’ya ve daha bir çok arkadaşa ileri düzeyde ağabeylik yaptı. Allah ecirlerini versin. Onlar, bizlere bu dünya hayatında misafir olduğumuzu hatırlatmışlardı. Onlardan uzaklaşınca kendimizi kiracı gibi görmeye başladık, şimdilerde ise en azından bazılarımız kendilerini ev sahibi gibi görmeye başladılar. Oysa daha 20’li yaşlarda yine bu bahsi geçen dostların tavsiyesi ile okuduğum Mahir İz Hoca’nın “Tasavvuf” isimli eserinde Bişr-i Hafi’nin (Merv/Horasan H.150-227) ifadesiyle halka yakın olmak uğruna, Hakka uzak kalmanın yani, bugünkü değimiyle popülizm uğruna gerçeklere sırt çevirmenin İslami kimliğimizi yok edeceğini öğrenmiştik. Yine aynı zatın ifadesiyle : “Seninle şehavet arasında demirden bir duvar olmadığı müddetce yaptığın ibadetlerin tadını bulamazsın.” Tembihini de öğrenmiştik.
Öğrenmek güzel bir şey lakin öğrendiklerimizin yaşadığımız hayatta bir karşılığının olması ya da hayatımızı yönlendirmesi daha güzel değil mi? Bugün biz Müslümanlar ilmimizden, bilgilerimizden, tecrübelerimizden, bilmeyenlerin haklarının da olduğunun farkında mıyız? Kuran ifadesiyle : “Sana neyi sarfedeceklerini sorarlar. De ki ‘Artanını’.” (2/219) Ayet-i Kerimesi’nin hayatımızda, servetimizde yeri ne? Lütfen imkan sahibi olanlarımız “artırma“ üzerine mi? Yoksa “artırmama” üzerine mi hayatlarını tanzim ediyor?
Bizler dilimizle kapitalizmi, dünyevileşmeyi reddettik, lakin yaşantımızla, eylemlerimizle kapitalizmi, dünyevileşmeyi adeta yaşar hale geldik. Sanki kazandıklarımız, dünyalıklarımız sadece şahsımıza aitmişcesine bol bol tüketmeye özen gösterdik. Yetimin, yoksulun, yolda kalmışın,borçlunun ve diğerlerinin servetimizde ,kazancımızda mukteseb haklarının olduğunu unuttuk. Dün aile hayatımızda, sosyal hayatımızda ‘mahremiyet’ diye bir kavram vardı. Bugün bunun yerinde yeller esiyor. Dün tesettür anlayışımız; kadın ve erkeğin kişiliklerini öne çıkaran, cinselliklerini örten bir libas şeklindeyken, bugün adeta kişiliklerini değil cinselliklerini öne çıkaran bir libasa dönüştü. Doğrusu söylenecek çok şey var, ama galiba yerim dar.
Evet dostlar! Dünün dostluklarından kısa bir bölüm paylaşmaya çalıştım. İslam anlayışımız, dünyaya bakışımız açısından kendimce bir şeyler ortaya koymaya çalıştım. Bizler, yani dünün gençleri İslam’ı bir kültür olsun için değil inanmak ve yaşamak için öğrenmiştik. Bugünün gençleri ise sanki İslam’ı bir kültür olması için öğreniyorlar. Tabi ki hedefim günümüz gençliğini dışlamak tahkir etmek değildir. Zira bu gençliğinde önünde önemli mazeretleri vardır. Mesela bu gençliğin ebeveynlerinin bu oluşumda katkıları yok mu? Bizlerin ebeveynleri deist, ateist, narsist değillerdi. Onlar bu dünya hayatında kendilerini misafir olarak görenlerdi. Kanaat sahibiydiler. Asgari ücretle 5 çocuk büyütürken ‘nasılsınız, geçinebiliyor musunuz’ diye sorduğunuzda ‘Allah’a şükürler olsun geçiniyoruz, hamdediyoruz’ anlayış ve tevekkülü halinde buluyordunuz. Onların masa, kasa, nisa dertleri yoktu.
Elbette bu anlatımımda İslami aidiyetinde hassas olan ebeveynleri tenzih ederim. Ama şu gerçek ki her yaşta, her grupta, her meşrep ve mezhebte olan mükellef çağdaki Müslümanların dünden bugüne Kuran aynasında, Resul’un sünneti doğrultusunda muhasebelerini yapmaları gerekir. İnandıkları ve yaşadıkları hayatı kontrol etmeleri gerekir. Ve en önemlisi bugün inançlarının amellerine hükmedip etmediğine bakmaları gerekir.
Hepimiz hiçbir şefaatcinin şefaat edemeyeceği ve şefaatin yalnızca Allah’a ait olduğu (2/48-123) bir günün hazırlığında olmalıyız.