ABD-Rusya-Çin arasındaki gerilimler tırmanıyor. Tablonun hiç de hayra alâmet olmadığını söyleyebiliriz. Sürece, kuvvetlerin iç kırılganlıkları eşlik ediyor. ABD’de ekonomik hayat, ortaya hiç de iç açıcı bir manzara koymuyor. Aşırı borçluluk, sınırsız para basımı, ekonomik durgunluk, işsizlik ve nihâyet kamuoyunun pek alışık olmadığı enflasyon oranları, hem iç, hem de dış siyâsette çeşitli tutarsızlıklara, savrulmalara sebebiyet veriyor.
Rusya açısından da tablo farklı değil. Reel sosyalizm sonrası üretici güçlerini bir türlü harekete geçiremeyen Rusya, enerji ve silâh üretimine dayalı ihracatıyla boy gösteriyor. Bu sahalarda yaşayacağı bir aksaklık veyâ tıkanmanın, Rusya’daki kurulu düzenin sonunu getirebileceği endişesinin Rus elitler arasında giderek daha fazla hâkim olmaya başladığını takip edebiliyoruz. Eğer projeleri yavaş yavaş belli olmaya başlayan yeni medeniyet hayâta geçecek ve küresel bir tutunum sağlayacak olursa Rusya’nın âkıbetinin, en azından ilk aşamalarda hiç de müspet olmayacağı ortada. Yine de yeni medeniyete uyum sağlamada Rusya’nın o kadar da tâlihsiz olmadığını düşünüyorum. Karbon salınımlı olmayan ve yeni medeniyetin hammaddelerini sağlayacak mâdenlerin zenginliği açısından, Rusya’nın sâhip olduğu o uçsuz bucaksız coğrafyadaki kaynakların envanterini bilemiyoruz. Bu açıdan Sibirya’nın çok mühim olduğu ortada. Rusya’nın diğer bir avantajı ise, zırâî alt yapısının gücüyle alâkalı. Yeni medeniyetin odağındaki meselenin gıda ile alâkalı olduğunu düşünürsek Rusya’nın potansiyellerinin yabana atılamayacak kadar mühim olduğunu kaydedebiliriz. İklimdeki değişmenin Sibirya’yı son derecede verimli bir coğrafyaya dönüştüreceği öngörülüyor. Bu da, Sibirya’nın, yakın bir gelecekte bir paylaşım kavgasına sahne olacağına işâret ediyor. Yeni medeniyet, eğer hayâta geçerse, mevcut hâliyle Rusya’ya ağır bir darbe vuracak, riskler doğuracak görünüyor. Lâkin risk aynı zamanda fırsat da doğurabiliyor. Ama geleceğin Rusya’sının bugünkü Rusya olarak, güvenlik çemberi içinde tek parça kalıp kalmayacağı, başlı başına bir mesele. Geçişin Rusya’daki müesses nizâma mâliyetinin neler olacağı bugün bir bek’a meselesi olarak Rus siyâsal elitlerinin temel meselesi olarak tezâhür ediyor.
Çin ise ekonomik bir dev olarak büyümesinin sorunlarını yaşıyor. Son Evergrande krizi bu büyümenin tümörleştiği aşamayı işâret ediyor. Çin, büyümesini yavaşlatan; stok ve rezevlerini en yüksek seviyeye taşıyarak kendisini içe kapatan bir süreci yaşıyor. Gerilimlerin ABD-Rusya arasında tırmanması Çin’in işine geliyor. Bir taraftan Angloamerikan bloku zora sokacak şekilde Rusya’ya destek veriyor. Bunun üzerinden Tayvan konusunda dişlerini gösteriyor. Diğer taraftan bu iki gücün birbirini tüketeceği ortamların tırmanmasından bir rahatlık elde ediyor. Onun gözünün de, nihâi tahlilde Sibirya’da olduğunu düşünüyorum.
Her hâl ve şartta, bu geçiş sürecinin Fransa ve Almanya’yı ve daha genel mânâda AB’yi son derecede zorladığı âşikâr. İngiltere’nin AB içindeki varlığı Angloamerikan dünyâ ile Kıt’a Avrupa’sının bağına işâret ediyordu. Brexit, lâlettayin bir kopuş değil. Târihsel bir kopuş bu. Batı blokunun derin kırığını düşündürüyor. Angloamerikan Batı ile Kıt’a Avrupası artık iki ayrı sistem olarak işliyor. Bu da AB’yi kendi içine kapatıyor ve Angloamerikan blok ile Rusya arasında sıkıştırıyor; ne yapacağını bilemez hâle getiriyor. Katar ve Âzerbaycan’ın pivot olduğu yeni oluşum, Almanya ve Fransa’ya oksijen sağlayacak yeni bir dolaşım hattını kuruyor. Bu hat üzerinden Angloamerikan blok Kıt’a Avrupası’nın kâderini teslim alıyor ve onu kendisine bağımlı hâle getiriyor.
Yaşananlar, yeni medeniyete geçiş süreci içinde yaşanan alt süreçler olarak değerlendirilebilir. Bu süreç çok çetin ve çileli geçiyor. Medeniyet kabuk değiştirmiyor; tam aksine özünü değiştiriyor. Bir tarafta, ister finansal ister enerji-hammadde temelinde olsun, konvansiyonel ihtiyaçların belirlediği bir gerilim hattı uzanıyor; diğer tarafta ise yeni oluşumlara uyumluluk sağlamayı gerektiren derin dönüşümlerin zorunluluğundan beslenen başka bir gerilim hattı çalışıyor. Bu çerçeveden baktığımızda, geçiş dönemi siyâsetlerinin başarısını belirleyecek ölçütler de şekilleniyor. Bunlar, Türkiye gibi orta boy güçlerin mutlak sûrette dikkâte alması gereken ölçütler. Bir defâ mümkün mertebe belâdan uzak kalmak gerekiyor. Üzerinde fillerin tepiştiği yerde çimen olmamak en doğrusu. Yeni medeniyeti kuracak olan iki fil sütununun dijitalleşme ve ziraat olacağı anlaşılıyor. Ulusları ve devletleri ayakta tutacak olan da bu süreçleri benimseme ve işleme kapasitesi. Kaba bir pozitivist zihniyet örüntüsünün kurduğu kısır mühendislik-müteahhitlik-bürokratik yapılar ve onların kısır çarklarını çeviren konvansiyonel ihtiyaçların baskısından bir an evvel kurtulmak gerekiyor. Bir an evvel tekmil kurumları, dijital ve zirâi yeniden yapılanmalara uyumlulaştıracak radikâl kararları almak gerekiyor. Bu da yetmez; bu dönüşümleri insânîleştirecek olan yeni bir zihniyet ikimini tesis edecek daha ileri bir adımın da atılması çok daha daha mühim görünüyor.. Değilse gelenin gideni özleteceği âşikâr.. Toprağa küsen, tüketim ideolojisinin teslim aldığı demografik yığılmaların konvansiyonel taleplerine dayalı siyâset üretmenin ulusları ve devletleri ayakta tutmayacağı muhakkak….