2017 Anayasa değişiklikleri, partili Cumhurbaşkanını mümkün kılmakla birlikte onu zorunlu hale getirmemiştir. Dolayısıyla muhalefetin adayı, ya adaylığının kesinleştiği ya da seçilmesinin açıklandığı tarihte, partisinden istifa etmelidir. Aksi takdirde partili Cumhurbaşkanı sistemine ağır eleştiriler yöneltmiş olan Altılı Masa partilerinin demokratik bir sisteme dönüş hususundaki samimiyetleri hakkında ciddi kuşkular doğabilir.
Önümüzdeki günlerde Altılı Masa partilerinin başlıca uğraşının, geçiş süreci yol haritası üzerinde bir anlaşmaya varmak olacağı anlaşılmaktadır. Altı partinin bu konuda bazı ön-çalışmalarının olduğu görülmekle birlikte, bu konuda doğrudan bilgi sahibi olmadığımdan, bu yazıda sadece kendi kişisel görüş ve tercihlerimi ifade etmekle yetineceğim.
Önümüzdeki seçimler mantıken beş farklı sonuca yol açabilir. Bunlardan birincisi, Cumhur İttifakı’nın hem Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması, hem TBMM’de çoğunluğu elde etmesidir ki, bu durumda demokrasinin ruhuna Fatiha okumaktan başka yapılabilecek bir şey yoktur. İkinci ihtimal, Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması, fakat Cumhur İttifakı’nın TBMM’de çoğunluğu elde etmesidir. Senaryolar arasında gerçekleşmesi ihtimali en az, hatta sıfıra yakın olanı budur. Basına yansıyan yorumlara göre, AKP de bu ihtimali gerçek-dışı görmekte ve çabasını Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinde yoğunlaştırmayı planlamaktadır. Üçüncü senaryo, ikincinin tersi, yani Altılı Masa’nın TBMM çoğunluğunu elde etmesi, fakat Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesidir. Sayın Erdoğan’ın popülaritesi her zaman Cumhur İttifakı’nın popüler desteğinden yüksek olduğu için bu senaryonun gerçekleşmesi ihtimali, ikinci senaryoya oranla daha güçlüdür. Özellikle Altılı Masa aday seçiminde ve kampanya sürecinde ciddi hatalar yaptığı ve kendi içinde uzlaşmaz bir görünüm verdiği takdirde bu ihtimal daha güçlenecektir. Birçok objektif yorumcu, bu nedenlerle, Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanlığı seçimini çantada keklik olarak görmemesi gerektiğini ileri sürmektedir. Dördüncü ihtimal, muhalefetin hem Cumhurbaşkanlığı hem parlamento seçimlerini kazanması, ancak Anayasa’nın değiştirilmesi için gerekli çoğunluğa ancak HDP’nin desteği ile ulaşabilmesidir. Belki gerçekleşme ihtimali en yüksek olan bu senaryoyu başka bir yazımda ele alacağım. Ancak şimdilik şu kadarını belirteyim ki, HDP ile “aynı masaya oturma” korkusu, bu senaryonun en önemli handikabını oluşturmaktadır. Nihayet Altılı Masa partilerinin halen üzerinde çalışmakta oldukları beşinci senaryo, kendilerinin hem Cumhurbaşkanlığını, hem Anayasa’yı değiştirebilecek Meclis çoğunluğunu elde etmeleridir.
Medyaya yansıyan bilgilere göre, Altılı Masa partileri bu ön-çalışmalarında çabalarını en çok, parlamenter rejime geçiş sağlanana kadar, Cumhurbaşkanının yetkilerini nasıl kullanması gerektiği konusuna yoğunlaştırmaktadırlar. Elbette bu Anayasa değişikliği gerçekleşene kadar, Cumhurbaşkanını tek gerçek yetkili kılan bugünkü hükümler, hukuken geçerliliklerini korumaktadır. Bir Bakanlar Kurulu da hukuken mevcut değildir. Ancak uygulamada bu kurallardan sapılması ve sanki parlamenter rejim yürürlükte (imiş gibi) hareket edilmesinin önünde hukukî engel yoktur.
Partisiz Cumhurbaşkanı
Her şeyden önce, 2017 Anayasa değişiklikleri, partili Cumhurbaşkanını mümkün kılmakla birlikte onu zorunlu hale getirmemiştir. Dolayısıyla muhalefetin adayı, ya adaylığının kesinleştiği ya da seçilmesinin açıklandığı tarihte, partisinden istifa etmelidir. Aksi takdirde partili Cumhurbaşkanı sistemine ağır eleştiriler yöneltmiş olan Altılı Masa partilerinin demokratik bir sisteme dönüş hususundaki samimiyetleri hakkında ciddi kuşkular doğabilir.
Partisiz Cumhurbaşkanı, geçiş sürecinde yetkilerini nasıl kullanacaktır? Hukuken bu yetkiler hemen hemen sınırsız gibi görünse de uygulamada buna çeşitli sınırlamalar getirilmesinin önünde hukuken engel yoktur. Mesela Cumhurbaşkanı dilediği sayıda Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabileceğine göre, Altılı Masa liderlerinin hepsini Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atayabilir. Aynı şekilde yürütme kuvveti içinde Cumhurbaşkanı ile Bakanlar Kurulu (bugünkü adıyla Cumhurbaşkanlığı Kabinesi) arasında yetki bölüşümü, 2017 Anayasa değişikliğinden önce yürürlükte olan kurallara göre düzenlenebilir. Buna göre, o dönemde Bakanlar Kurulu kararnamesiyle yapılan işlemler, kabine üyelerinin oybirliğiyle; üçlü kararname ile yapılan işlemler de Cumhurbaşkanı ve ilgili bakanın mutabakatıyla yapılabilir. Kabinede bütün ittifak partileri temsil edileceğine göre, her iki durumda da uzlaşmacı zihniyet ve yöntem esas olacaktır. Özellikle hükümetin genel siyaseti, altı partinin tam bir mutabakatına dayanmalıdır.
Bilindiği gibi 1982 Anayasası, 2017 değişikliğinden önce, neler olduklarını tasrih etmeksizin, bir kısım işlemlerin Cumhurbaşkanı tarafından tek başına yapılacağını belirtmiştir. Bu işlemlerin bir kısmı kendisine tarafsız devlet başkanı sıfatıyla tanınmış sembolik yetkiler olduğundan, bunların geçiş döneminde de Cumhurbaşkanı tarafından tek başına kullanılmasında sakınca yoktur. Ancak bir kısmı genel siyaseti yakından ilgilendirdiğinden, bunların Cumhurbaşkanlığı Kabinesinin mutabakatı ile kullanılması zorunludur. Bunlar arasında, milletlerarası andlaşmaların onaylanması, seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi, Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Başsavcıvekilinin atanması, Genelkurmay Başkanının, Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanının atanmaları gibi hususlar sayılabilir. Keza Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisi, mutlaka Cumhurbaşkanlığı Kabinesinin mutabakatı ile kullanılmalı, mümkün olduğu ölçüde düzenlemelerin bu yöntemle değil, kanunla yapılması tercih edilmelidir.
Görülüyor ki, Cumhurbaşkanının geçiş sürecindeki rolü, ne kadar sınırlandırılmaya çalışılırsa çalışılsın, inkâr edilemeyecek kadar önemlidir. Somut bir örnek vermek gerekirse, görev süreleri Cumhurbaşkanınınkine bağlı olan 711[1] yüksek kamu görevlisinin yerine derhal yenilerinin atanması gerekecektir. Benzer şekilde yeni Cumhurbaşkanı, Saray’daki danışmanlar ordusunun ve danışma kurullarının görevlerine herhalde derhal son vermek isteyecektir. Bütün bunlar, seçilecek Cumhurbaşkanının, demokratikleşme idealine yürekten bağlılığı konusunda kuşku olmayan, müzakere ve uzlaşma yöntemlerini ön plana çıkaran, yeterli siyaset ve devlet tecrübelerine ve hitabet yeteneğine sahip bir kişi olmasını zorunlu kılmaktadır. Elbette onun “kazanabilecek” bir aday olmasında da zaruret vardır. Ancak bu son şartı, bütün diğer niteliklerin üzerine çıkarıp adeta tek kriter haline getirmek de büyük hata olur. O takdirde bu makam kazanılsa bile, gerçekte kazanılan şeyin ne olduğu sorusu sorulmaya devam edecektir.
[1] Deniz Zeyrek, “Tek Adam Sistemi”, Sözcü, 28 Eylül 2022, erişim tarihi: 3 Ekim 2022, https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/deniz-zeyrek/tek-adam-sistemi-7387012/
Kaynak: Farklı Bakış