Gazeteci Ahmet Hakan´ın, Ekrem İmamoğlu ile yaptığı ?tarafsız bölge? isimli programını izledim ve gazeteci olarak, bu yazıyı yazmak ihtiyacını hissettim.
Ahmet Hakan ?genç gazetecilere? kötü bir örnek ortaya koydu. Konuğunu aldattı. Konuğu kritik bir açıklama yaparken, sözünü kesti ve reklam sonrası anlatırsınız dedi. Ama reklamdan dönünce, programın bitmesine 30 dk. kalmasına rağmen, konuğu konuşturmayıp programı bitiriverdi.
Bir zamanlar Kanal 7´nin ?bir numarası?, muhafazakar kitledeki gençlerin ?gazeteci? diye dikkatle izledikleri biri. Zeki, hazır cevap, bilgili ve düzene muhalif, zayıfın yanında bir ?gazeteci? idi, Ahmet Hakan.
Sonra bu ?gazeteci?, muhafazakar medyayı terk etti ve ?Doğan medya?ya geçiş yaptı. Arkası geldi. Anlayacağınız, pozisyon değişimine bağlı olarak, fikirlerini de değiştirdi. Muhalif duruşu devam ediyordu, ?Erdoğan´a muhalifti?.
Hatırlar mısınız bilmem, o devir, ?derin devletin? Türkiye´nin yönetimini ?muhafazakarlara? bırakmama gayretlerinin zirve yaptığı yıllardı. Ahmet Hakan´ın duruşu da, derin devletin işini kolaylaştırır noktadaydı.
Daha sonra, Doğan medyada ve yeni sahibi Demirören medyada Ahmet Hakan, ?gücün-iktidarın?, yanında konumladı kendisini. Erdoğan ve politikalarının destekçisi oldu.
Burada bir küçük ayrıntıyı belirtmeliyim: ?Erdoğan da değişmiş ve yol arkadaşlarını değiştirmişti?.
Ahmet Hakan´ın Ekrem İmamoğlu ile yaptığı programı izledim, ona gazeteci denilemezdi. Sosyal medya; ?adaletsizliğe, güce-iktidara teslim olmuş veya teslim olmak zorunda kalmış ?sözde gazeteci?liğe, onun iktidara puan kazandırma çırpınışlarına, iktidar-güç adına, muhalif sesi bastırma gayretlerine? o kadar büyük tepki verdi ki, ?sesi kısılmış halk yığınlarının? ne kadar bastırılmış olduğuna, Ahmet Hakan da tanık oldu.
Olan oldu ve biz yeni yetişen gazeteciler, ?güce tutsak gazeteciliğin, toplum için ne kadar zararlı olabileceğini? böylece görmüş olduk.
Sevgili okuyucu, Ahmet Hakan sadece bir örnek, meselemiz de zaten Ahmet Hakan değil. Meselemiz ?gazeteci ve toplum?. Gazetecinin; ?kalemini iktidara teslim etmemesi?, ?güce muhalif olması? ve ?halkın menfaatleri? peşinde koşturması.
Kısaca kendimden bahsedeceğim, bağışlayın.
Radyo televizyon fakültesini bitirdikten sonra, 2009 yılında televizyonda habercilik yapmaya Kosova´da başladım. ?Patron? gazeteci ?muhalif olmalı? dediğinde, anlayamamış ve üzülmüştüm. Zira ben, iktidardaki Arnavut milliyetçisi bir partiyi, PDK´yı destekliyordum. Neden ?muhalif? olmalıydım ki? Hazır televizyonda bir programım vardı ve habercilik yapıyordum, inandığım ?partiye-iktidara-fikirlere? destek vermeliydim. En doğrusu buydu.
?Dar ve taraflı? düşünmemin sebebi, ?inancımı yönlendiren parametrelerin?, henüz sınırlı oluşu ile ilgiliydi. Çocuk yaşta yaşadığım savaşla da ilgiliydi. Her Arnavut ?nasyonalist olmalı? ve ?nasyonalist iktidarlar ölümüne desteklenmeliydi?, çünkü ?doğru? buydu. Hem aklım, hem vicdanım bunu söylüyordu.
Zamanla, düşünme ve analiz etme parametrelerim gelişti ve çeşitlendi. Balkanları-Türkiye´yi öğrenmeye başladım. Fehmi Koru Bey´in sayesinde, kenarından-köşesinden yazmaya başladım. Bu beni daha çok araştırmaya ve okumaya sevk etti. Artan bilgi ve tecrübeye dayalı olarak, analiz edebilme kapasitem gelişti.
Anlayacağınız bilgi, benim inancımı şekillendiren parametreleri değiştirmiş, düşünce matematiğimi farklılaştırmıştı. Vicdanım hala Sırp düşmanı idi.
Biliyorsunuz, biz Kosovalı Arnavutların, tıpkı Boşnaklar gibi, Sırplarla bir ?kan davası? vardır. Boşnaklar ve Arnavutlar, Sırpları kolay kolay affedemezler. İki toplum da bu karmaşa içinde, çözüme ulaşamadan, kendi güç merkezlerinin-iktidarlarının esiri olarak, ömürlerini harcarlar. Her iki kampın taraftar kadroları bu durumdan beslenirler. Kolay olan taraf olmak ve güce teslim olup, oradan nemalanmaktır. Zor olan ise çözüme katkı verebilmektir.
Her iki kampın, gazetecileri dahil olmak üzere, bütün unsurları, gücün-iktidarın işaret ettiği yere saldırır ve toplumlar bir türlü sorunlarını çözemez ve sağlıklı bir zemine ulaşamaz.
İşte ben bu hengame içinde; ?bizleri yönlendiren güce-iktidara muhalif olmamamın?, başta kendi toplumuma ve ayrıca diğer toplumlara ne kadar zarar verebileceğini yaşayarak anlamış oldum. İktidar-güç, menfaat algısına göre kurguladığı düzeni yaşatmak istiyor ve ?Sırplar gibi? keskin bir konuda ?muhalif? olamayan gazeteciler, güce hizmet etmekten başka çare bulamıyordu.
Güce-iktidara muhalif olmayan gazeteci, gücün cehennemine yakıt taşımaktan başka bir işe yaramıyordu. Toplumlar problemlerine çözüm bulamıyor, kısır döngü içinde on yıllar geçip gidiyordu.
Bu oyunu bozabilecek tek şey vardı. Gazetecilerin ?muhalif? olmaları.
Muhalif gazeteci, demokrasinin teminatıdır. Muhalif gazeteci, halkın nefes borusudur. Muhalif gazeteci, mazlumların sesidir. Muhalif gazeteci, halkının deniz feneridir.
Muhalif gazeteciler, kendi iktidar-güç merkezlerinin menfaat çarklarına değil, toplumun genel menfaatlerine hizmet edebilirler ve sorunun çözümüne katkı sunabilirler.
İşte Ahmet Hakan, İmamoğluna yaptığı muamele ile, gücün ülkede oluşturduğu ?cehennem ateşine? ilave odunlar taşıdı ve ?güce taraf? oldu.
Biz genç gazeteciler ondan, ?güce muhalif duruş? bekledik.
Halkın- ülkenin ihtiyacı da, menfaati de bu idi.