Amerika Birleşik Devletleri ( ABD) ile Türkiye arasındaki sorunlu başlıklarda tansiyon düşmediği gibi istikrarlı bir şekilde artmaya devam ediyor. Son olarak 100 sandalyeli Senato’dan, 54 senatör Başkan Joe Biden’a Türkiye ile ilgili bir mektup göndererek kendilerince sorun olarak gördükleri alanlarla ilgili harekete geçme çağrısında bulundular. Bu mektupta öne çıkan iki dış politika başlığı vardı. Bunlardan birincisi Türkiye’nin 2,5 milyar USD ödeyerek Rusya’dan satın aldığı S-400’ler konusu, diğeri ise YPG ile ABD’nin ilişkisinin hangi boyutlarda olduğunu gösteren ifadelerdi. Bilindiği gibi eski başkan Donald Trump’ın döneminde, Aralık 2020’de “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası” (CAATSA) kapsamında hem de NATO üyesi olan Türkiye’ye karşı yaptırım kararları alındı. Senatörlerin mektubu, diğer yetkililerin açıklamaları ABD’nin yaptırımlar konusunda geri adım atmak bir yana bunları daha da ileri taşıma niyetinde olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’de ise özellikle S-400’ler konusunda kafa karışıklığı ve bir çıkış arayışı olduğu gözlemleniyor. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın “Girit modeli” çıkışı da bu arayışlardan birisi olarak değerlendirilebilir. Bakan Akar Hürriyet gazetesinden Sedat Ergin’e verdiği röportajda bunu dile getirerek yeni bir tartışma açmış oldu. Peki, bu model, sorunun aşılmasını sağlayabilir mi? Bu çok da mümkün görünmüyor. Çünkü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) 1997 yılında Rusya’dan satın aldığı S-300’lerin Kıbrıs’a konuşlandırılmasına o dönemde Türkiye karşı çıkmıştı. Sonuç itibariyle Yunanistan da S-300’leri Girit Adası’nda depoya kaldırmış ve NATO’nun denetimine açarak soruna çözüm bulmuştu. NATO ise bu durumu fırsata çevirmiş ve S-300’leri çeşitli tatbikatlarda kullanmıştı. Bundan amaçları da sistemin zayıf yönleri, teknik üstünlükleri bilgisine sahip olmaktı. Yani Türkiye tam da bu modelle sorunu aşmayı planlıyorsa, S-400’leri alırken ileri sürdüğü güvenlik gerekçelerinden vazgeçmiş olduğunu kabul edecek demektir. Hadi NATO bu modeli kabul etti diyelim, Türkiye diğer sorunlarda mesafe alabilecek mi? O da çok mümkün değil. Bunu senatörlerin mektubunda net olarak görüyoruz.
Diğer taraftan mektuptaki YPG vurgusu şüpheye yer bırakmayacak ölçüde ABD-YPG arasındaki ortaklığı gösteriyor. ABD, Suriye’de tam anlamıyla kendisini YPG üzerinden tarif ediyor. Türkiye’nin PKK terör örgütü ile sürdürdüğü mücadeledeki kararlılığını gören ABD, YPG’nin PKK ile bağlantısı olmadığı gibi bir iddiayla kendince YPG’ye meşruiyet alanı oluşturmaya çalışıyor. Buradaki kilit ifade ise “DAEŞ ile mücadele” vurgusu. DAEŞ yoksa YPG’nin de bir anlamı olmayacağına göre, yakın zamanda DAEŞ yeniden eylemlerini artırırsa bu şaşırtıcı olmaz. Bu arada ABD sanki PKK’yı verip YPG’yi kurtarmayı planlıyor gibi davranıyor.
Bunun yanında Türk Silahlı Kuvvetleri PKK’nın Kuzey Irak’taki kamplarının bulunduğu Gara bölgesine yönelik Pençe-Kaplan 2 Operasyonu’nu başlattı. Son yıllarda hem Irak Merkezi Yönetimi, hem de Irak Bölgesel Kürdistan Yönetimi’nin PKK’dan duyduğu derin rahatsızlıklar biliniyordu. Hatta Peşmerge güçleri ile PKK’lılar arasında zaman zaman ölümle sonuçlanan çatışmalar yaşanıyordu. Bakan Hulusi Akar’ın son Erbil ziyaretinde muhtemeldir ki Kandil ve Sincar’dan sonra PKK’nın yerleşmeye çalıştığı Gara bölgesindeki hareketlilik gündeme gelmiş ve bu operasyon ile ilgili kararın oluşması sürecinde gerekli birliktelik sağlanmıştır.
Ayrıca ABD, Türkiye’nin S-400’ler için teklif ettiği “Girit modeli”ne evet dese dahi Suriye’de PYD/YPG üzerinden ulaşmayı hedeflediği sonuçtan vazgeçmeyecek. Libya’da bildiğini okuyacak ve Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY’ye olan desteğini artırarak devam ettirecek. Yani demem o ki bu minder ABD’nin minderi ve buradaki mücadelede Türkiye’nin sonuç alması oldukça zor. Bu tartışma alanından çıkılması ve Türkiye’nin ABD’yi kendi minderine çekmeyi başarması gerekiyor. Bu da dostların artırılmasından geçer. Yalnızlığa methiyeler düzmekten vazgeçmek şart. Bölgesel gelişmelerde kendi aralarında çıkar çatışması yaşayan ülkeleri hep birlikte karşısına almayı başaran(!) Türkiye, aynı hatayı ABD Senatosu’nda da göstermiş gibi görünüyor. Bunun nedeni de Trump hep başkan kalacakmış gibi o dönemde atılan yanlış adımlardır. Kişisel yakınlıklar üzerine kurulan ilişkiler mantığıdır. Kurumsal aklın kenara atıldığı hataların doğal sonuçlarını yaşıyoruz bugün. Yani bütün bu değerlendirmelerle birlikte ABD ile Türkiye arasındaki ilişkinin seyri büyük oranda Gara - Girit hattında belli olacak diyebiliriz.