Tunus’ta Nahda hareketinin ılımlı, makul ve müzakereci siyasetiyle temayüz etmiş olan 82 yaşındaki lideri Raşid el-Gannuşi’nin gözaltına alınması basitçe geçiştirilecek bir olay değil. Bu olayın İslam dünyasının bugünkü ahvalini, sorunlarını ve hastalıklarını teşhis etmek için bütün verileri bize sağladığını söyleyebiliriz.
Gannuşi Tunus’lu bir siyasetçi ama sadece Tunuslu değil ve sadece bir siyasetçi değil. O bütün İslam dünyası için, hatta kadri bilinirse bütün çağdaş dünya için çok önemli açılımlar sunabilen bir mütefekkir, bir entelektüel. İbn Haldun’un yetiştiği topraklardan düşünce ve tarih ufkunu beslemiş bir filozof, belki kelimenin tam anlamıyla bir bilge siyasetçi.
Kitaplarında, konuşmalarında kendini hemen hissettiren entelektüel derinliği, ufku, siyasi ve manevi kişiliği ve liderliği ile hayata koyduğu tarz-ı siyaseti ve bunun altını entelektüel ve fıkhi açıdan doldurma şekli İslam siyaset ilmi açısından kelimenin tam anlamıyla bir içtihat yolu oluşturur. Tabii bütün içtihatlar gibi isabet etme şansı da olan, hata yapma şansı da olan bir yol.
İslam dünyasında fikir, entelektüel seviye, derinlik veya ufuk arayanların ilk elde uğraması gereken bir kapıdır Gannuşi. Entelektüel dediysek, bir fildişi entelektüeli değil elbet. Sahada, elini taşın altına koyarak, insanlarla içiçe, çilesini çekerek, bedelini ödeyerek ve gerçeklerle sürekli yüzleşerek, ama iddialarından da vazgeçmeyerek yaşanan bir kültürdür onun için entelektüellik. O yüzden yolunu yalnız yürümedi, hep yol arkadaşları oldu. O yol arkadaşlarıyla, dostluğun da hakkını vererek, yardımlaşma ve dayanışma içinde, çilesini de beraber yaşayarak yürüdü.
Kolay değil, dostlarıyla birlikte maruz kaldığı zulüm sadece ona değil, bütün İslam dünyasına isabet eden bir baskı ve zulümdü. Sömürgeciliğin doğrudan biçiminden sonra dolaylı şeklinin bütün İslam dünyasına reva görülen en iki yüzlü, despotça, diktatör vekillerine karşı halkı adına gerçek bir sömürgeden kurtuluş mücadelesi verdi.
Bu mücadelede hiçbir zaman şiddete meyletmedi, demokrasi dedi, insan hakları dedi, özgürlük ve insan onuru dedi. Zindanlara atıldı. Partisi kapatıldı. Bütün arkadaşlarıyla ya zindanlarda veya sürgünde ömrünün uzun zamanlarını harcadı.
Arap halklarında doğrudan veya dolaylı sömürgeci diktatörlüğe karşı birikmiş yüzyıllık öfke patlaması olan Arap devrimleri Tunus’ta başlamıştı. Bu devrimin sonucunda Nahda hareketinin lideri olarak Tunus’a bütün arkadaşlarıyla birlikte geri döndü. Devrim sonrası sürecin en önemli aktörlerinden biri oldu ama bu esnada devrimin bir devri sabık oluşturarak rövanşist bir intikam cenderesine sapmasına karşı da ayrı bir duruş sergiledi.
Tunus bütün Tunuslular için dedi. Hiçbir unsuru dışlamadan, dindarıyla, seküleriyle, sosyalistiyle, şehirlisiyle, köylüsüyle, işçisiyle, çiftçisiyle bütün çeşitliliğiyle birlikte Tunus’u kuşatabilecek insan haklarına ve demokrasiye dayalı bir anayasanın hazırlanması için büyük çaba sarfetti. Bu esnada ortaya koyduğu siyasi performans rahatlıkla “müzakereci demokrasi” denilen tez için rahatlıkla kaydedilebilecek önemli bir tecrübe.
Gannuşi kendi içinde son derece sağlam, tutarlılığı olan bir söyleme sahip. Demokrasi derken asla köprüyü geçinceye kadar başvuracağı bir araçtan bahsetmedi. Bununla klasik anlamda İslami Şura uygulamasının anakronik bir uygulamasından da bahsetmedi.
Elbette Şura, her Müslümana olduğu gibi kendisine de bir değer ve ilke olarak yol verdi. Zaman içindeki uygulamalarının çok farklı olabildiğini herkes biliyor ancak Gannuşi, İslami kesimleri de şura idealinin demokrasi formu içinde pekala gerçekleşebileceğine ikna etmeye çalıştı.
Anayasa hazırlandıktan sonra yapılan ilk seçimlerde rahatlıkla Başbakan, hatta Cumhurbaşkanı seçilebileceği halde geri durdu, makamda gözü olmadığını, herşeyi daha iyi bir Tunus için istediğini gösterdi. Bu tavizkar tutumu Mısır’da aynı durumda aday çıkarmayı tercih eden İhvan’ın Hürriyet ve Adalet Partisi’nin siyasetine karşı olumlu bir örnek olarak gösterildi. Mısır’da da Mursi aday olmasaydı belki işlerin darbe raddesine gitmeyeceği Gannuşi örneğinden ispatlanmaya çalışıldı.
Doğrusu Gannuşi siyasi mücadelenin tabiatından beklenmeyecek kadar tavizkar davrandı, çünkü karşısında Fransız ve eski rejim kalıntısı güçlerin pompaladığı bir propaganda aygıtı çalışıyordu ve onu daha hiçbir makama gelmeden bile diktatörleşmekle suçlamaya başlamışlardı bile. Tıpkı daha seçilişinin daha ilk aylarından itibaren iktidarı paylaşmamakla ve diktatörlükle suçlanan Mursi gibi. Bu tür suçlamaların nasıl bir gerçek diktatörlük arzusunu gizlediği anlaşıldığında ne yazık ki çok geç kalınmış oluyor: Diktatörlük öyle değil böyle yapılır.
Nitekim Nahda, ihtiyacı olmadığı halde geniş bir koalisyon kurmayı tercih etmiş ve olabildiğince taviz vermişti. Nahda’nın bilge lideri Gannuşi, kendisi kolayca başkan olabileceği halde, bundan feragat ederek bizzat kendi desteğiyle bir insan hakları aktivisti olan Monsif Marzuki’nin cumhurbaşkanı seçilmesine destek verdi. Kendisi de hükümetten uzak kaldı, ancak bu uzaklığı hükümetin oluşumu ve icraatları üzerinde etkili olmasını engellemedi. Hiçbir resmi görev almadığı halde hükümetlerin kurulması veya dağılması, cumhurbaşkanı seçimi ve anayasanın hazırlanmasıyla ilgili bütün tartışmaların merkezinde Gannuşi belirleyici olmaya devam etti.
Arap Devrimlerinin yaşandığı diğer ülkelerde karşı-devrim ve darbeler yaşanırken Tunus ilk ve kötü örnek olarak tam bir rahatsızlık kaynağıydı. Bizzat bu ülkelerden desteklenen çok sayıda darbe teşebbüsü her seferinde bilgece tutumuna çarpıyordu. Onlara verdiği cevap dilden dile dolaşıyordu: “Size devrim ihraç ettik, sizden darbe ithal etmeye hiç niyetimiz yok.”
Ancak son zamanlarda darbe ne yazık ki demokrasinin geçtiği kapılardan sızıp demokrasinin ve devrimin Tunus kalesini de zapt etmeye başladı.
Bu son teşebbüsün Tunus devriminin sembol ismi Gannuşi’yi hedef alması normal, ama tabii ki bir ülkenin kendi küresel değerine bu muameleyi reva görmesi hiç de normal değil.
Gannuşi bir ülkenin yetiştirebileceği en büyük değerlerden biri. Fikirleri var, tartışılabilecek, tartışıldıkça bir ülkenin entelektüel, manevi, siyasi ve ahlaki seviyesini derinleştirecek, ufkunu genişletebilecek fikirler. İlhamını evrenselden alıp sahada denenmiş, gerçeklerle yüzleşmiş, insanlarla diyalog içinde yoğrulmuş fikirler.
Kendi bilgelerine bu muameleyi reva gören, reva görülmesine sessiz kalan bir ülke veya koca bir İslam dünyası daha büyü bir felaket beklemesin.
Sözümüz kendi bilge alimlerini zindanlarda tutan diğer İslam ülkelerine de gitsin tabii.