Tarih: 02.12.2017 12:26

Futbolun Gücü

Facebook Twitter Linked-in

Küresel Bir Güç Olarak Futbol

9. yüzyılda İngiltere´de ortaya çıkan, 19.yy.ın sonlarında Türkiye´de oynanmaya başlanan futbolun; yerel ve uluslararası kamuoyunu harekete geçirebilecek bir boyuta geleceğini tahmin etmek zordu. İlk olarak İzmir ve Selanik gibi şehirlerde oynanan futbol 1880´lerde İstanbul´da da yine yabancılar (gayri Müslimler) tarafından oynandı. İngiliz elçiliği personeli, İtalyan, Fransız ve Rum okullarının öğrencileri futbol oynamaktaydı. 1890´lı yılların sonuna doğru Türkler de futbol oynamaya başladılar. 1904´te İstanbul Futbol ligi kurulup maçlar yapılmaya başlandı. II. Abdülhamit güvenlik gerekçesiyle futbola mesafeli durduğu; hatta ?top oynayanların eşek sudan gelinceye kadar dövülüp dağıtılmasını? istediği belirtilmektedir.

Futbolun yalnızca oyun olmadığının ve kitleleri peşinden sürükleyen bir güç olduğunun farkına varılmasıyla birlikte; egemenlik peşinde koşan birey, kurum-kuruluş, istihbarat örgütleri ve devletler; direkt veya endirekt olarak futbolla hep iç içe olmuşlardır. Futbolun etkilemediği alan yok gibi; bireyden topluma, ekonomiden siyasete, savaştan barışa, medyadan inanç boyutuna kadar her şey; onun etki alanında.

Mabedi stadyum, azizleri futbolcular, ibadet karakterli söylemleri ve ritüelleri (ayin) olan Futbol; modern bir inanç sistemi olarak, diğer inanç sistemlerini de etkilemektedir. ?İngiltere´nin Milli takım kaptanlarından David Beckham´ın heykelinin Bangkok´ta bir Budist tapınağında kendine yer bulması?, şehir meydanlarına oyuncuların heykelinin dikilmesi, Camilere vaaz ve hutbe konusu, kilise ve sinagoglarda günün konusu olması; futbolun çarpıcı rolüne örnek olarak verilebilir. Stadyumlardan öte evlerinde veya toplumsal mekânlarda TV başında maçları izleyenlerin; heyecan ve iştiyak içerisinde, vecd halinde karşılaşmaları takip etmeleri futbolun aşkın boyutuna işaret etmektedir.

Milli/ulusal bilincin uyarılmasında kullanılan ciddi öğelerden birisidir futbol. Özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde futbol; toplum ve siyaset mühendisliğinin en önemli argümanlarından biridir. Latin Amerika ülkelerinden Arjantin, Honduras ve El Salvador; Avrupa´da İngiltere, İtalya ve İspanya; Asya´da Türkiye ve İran örnek olarak söylenebilir. Öyle ki İran´ın 1997 yılında elde ettiği dünya kupası elemelerinde elde ettiği başarıyı: siyasi bir zafer olarak nitelemesi; futbolun durduğu yeri göstermektedir.

Batı ve batılı değerlere savaş açtığı ve Batı tarafından ?Cihadist? olarak anılan Usame Bin Ladin´in 1994´te Londra´da bulunduğu sıralarda kısa bir süre içerisinde dört defa Arsenal takımını izlemeye gittiği; hatta Sudan´a dönerken kulüp mağazasından oğluna hediyeler aldığı söylenmektedir.  

Medya ve ekonomide ciddi göstergelere sahip olan Futbol; egemenler tarafından hiç de boş bırakılacak bir alan değil.  Uluslararası / Dünya kupası karşılaşmalarında bir ay süreyle 100 milyon yakın insanın yakından takip ettiği, TV yayın haklarının çok yüklü maliyet içerdiği bir ?oyun? alanının kendi haline bırakılması tabi ki mümkün değildir.

Müspet ve menfi anlamda kullanılmaya müsait olan; kısa zamanda organize olabilecek bir yapı taşıyan futbol oyunu; milli bilincin oluşmasına katkı sağlayacağı gibi; ülkelerin yumuşak karnı olma özelliğini de sürdürmektedir. Ciddi anlamda kontrol edilmediği takdirde; kargaşa, istikrarsızlık ve iç savaşa neden olabilmektedir. Gezi kalkışması sırasında futbol taraftarlarına bir rol verilmek istendiği gibi; Fenerbahçe Kulübü futbolcularına yönelik yapılan silahlı saldırı ile de bir kaos ortamı planlanmış olabilir.

Düne kadar İslami gazete sayfalarında yer bul(a)mayan futbol; futbolun üstlendiği toplumsal rol, yerel ve küresel güç olması konumuyla; Anın vacibi gereği Müslümanlar tarafından yeniden değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bireyi, aileyi ve toplumu; ekonomiyi, kültürü ve inanç gruplarını; sosyal refahı ve güvenliği yakından etkileyen futbola karşı; Müslümanlar ve dindar çevreler yeni bir bakış açısı geliştirmek zorundadırlar.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —