İlber Hoca “Bütün telefon şirketlerinin mahkum edilmesi gerektiğini düşünüyorum” demiş. O da kafamıza çakılmaya çalışılan “marketlerdeki gıda pahalılanmasının nedeninin sadece marketin kendisinde olduğu” fikrinin bir başka versiyonu ile konuşuyor.
Bir tüketici olarak, en önemli silahımız “farkındalık”tır. Yani aldığımız mal ya da hizmetin durumunu anlayabilmek. Mal ya da hizmet, olması gerektiği gibi mi? Ya da bize verilen kötü hizmeti “herhalde ancak bu kadar oluyor” zannedip, kabul ediyor muyuz?
Haberleşme için aynı kural geçerli. Gençler teknolojiyi daha çok kullandıkları için, onlar özellikle hız ve bulunabilirlik konusunda daha hassaslar ama normal günlük hayatımızda ses ya da internet için kullandığımız haberleşme hizmetlerinin fiyat/kalite performansını düşünmeden, “başka ne olabilir?” demeden kullanıyor olabiliriz.
Ancak gördüğünüz gibi, konu “yaşam” olduğunda kabul edilemez bir hale geliyor. Kahramanmaraş ve çevresindeki 11 ili etkileyen depremde “yaşamları tehdit eden” en büyük 3 sorun, bina kalitesi, yetersiz insan ve makina kaynağı ve haberleşme kalitesi oldu.
Depremde haberleşme sorununu ilk defa yaşamıyoruz. İstanbul’u 2019’da vuran 5,8 şiddetindeki depreminde aynı HABERLEŞEMEME sorunu oldu. 2021 İzmir depreminde benzer bir sorun daha küçük de olsa yaşandı ve 2023 Kahramanmaraş depreminde kabul edilebilir sınırın çok üstünde bir sıkıntı yaşadık.
Peki neden?
Çünkü sorunun kaynağına bakmıyoruz. Yani bu “HABERLEŞEMEME SORUNUN KÖK NEDENİ NEDİR?” diye ilgilenmiyoruz. O nedenle de, bu depremde, şu depremde, öbür depremde, daha öbür depremde aynı sorun bir daha, bir daha, bir daha yaşanıyor. Arada hükümet yetkilileri önce operatörlere bir kaç on milyon TL’lik cezalar ve halka da bazı sözler veriyor. Olay da tam onların istediği gibi yatışıyor. Yani “durun yahu, asıl sorun bu değil” diyen olmuyor (ben diyorum da, kaç kişi farkında?).
Asıl sorun mu?
Asıl sorun, telekom sektörünü yönetemeyen ya da yönetmek istemeyen BTK, onun üzerindeki Ulaştırma Bakanlığı ve onun üzerindeki hükümet.
Bu depremde de bunu konuşmazsak, beklenen 7+ İstanbul depreminde sıra bizlere ve sevdiklerimize geliyor. Bunun artık kök kaynağına inip, sorunun çözülmesini hiç olmazsa azalmasını sağlamak lazım.
Sorun haberleşme sektörü üzerindeki –moda deyimle– vesayet. Telekom sektöründe AKP tarafından yönetilmeyen diğer şirketler bunu yüksek sesle söylüyor, hükümetin haberleşmenin önünü kesmek istediğini düşünülüyor. Örneğin; yüzmilyon beşyüzbininci defa söyleyeyim; altyapı lisansı alan firmaların önü açılmıyor. Aksine engelleniyorlar.
Ana akım medyayı, hızla kontrol altına alan hükümet, interneti kontrol edemediği için, başka bir yol deniyor ve internetin/haberleşmenin büyümesini engelliyor. Telekom sektörünü düzenlemesi ve büyütmesi için kurulan BTK ise bizzat telekom sektörünün alternatif firmaları tarafından bir tıkaç olarak değerlendiriliyor.
Bunun bir örneğine aşağıdaki grafikten bakın; telekom sektörünün en büyük 2 firmasının değerlerinin nereye gittiğine bakın…
Nasıl çiftçinin gübre ve traktörünün mazotundan başlayarak ve en sonunda 3.köprüye mahkum edilen ulaşımın yol ve köprü geçiş ücretleri ile katmerlenmesi, $ kurlarının çoşması ile önü alınamaz hale gelen market pahalılığının sanki kabahati sadece marketlerdeymiş gibi algı yaratılmaya çalışılıyorsa, haberleşmede de tek kabahat operatörlerdeymiş deniliyor.
Buradaki sorun BTK’nın ta kendisi ama hiç öyle değilmiş gibi, 2019 depremindeki haberleşme kesintisi için ceza kesiyor. Oysa kendisine ceza kesmeli.
Alın işte size, 2019’daki 5,8’lik İstanbul depreminden bir yazı; Depremde Telefonların Çalışmamasının Esas Sorumluları BTK ve Ulaştırma Bakanlığı demişiz. Ne sormuşuz o yazıda? BTK 19 yılda ne yaptı (şimdi 23 oldu), Ulaştırma Bakanlığı 20 yılda ne yaptı (şimdi 24 oldu)?
Deprem için “Özel iletişim vergisi adıyla 2001’den beri, Evrensel Hizmet için 2006’dan bu yana topladığı milyarlarca TL. Bunlar neden haberleşmeye geri dönmedi?
Tüketici olarak bunları BTK’ya veya hükümete sormazsanız, operatöre soru sorarsanız elinize bir şey geçmez, bir sonraki depremde yine eliniz böğrünüzde kalır. Bugün telekom alanında çalışmayan ama “Telekom hukuku konusunda uzman bir avukat”, kendisine operatörlerle ilgili olarak ilettiğim bir şikayet listesi üzerine bakın ne diyor;
“GSM işletmecilerinin kendilerine mevzuatla verilen, tanımı yapılan bir görevi yerine getirmediği iddiasının ispatı zor. Sizin listenizdeki işlerle suçlanan GSM operatörlerinin bence ortak savunması, “… bizden talep edilen ve/veya yapılmadığı iddia edilen işler için yasal bir zorunluluğumuz bulunmuyor…” şeklinde olacaktır.
Bunun gibi (madde 2) Bölgede yedeklemesini yapmayan veya derhal harekete geçirmeyen, radyolink backhaul vs. yapmamış olan, deprem sonrası GSM sinyali raporlaması yapmayan ya da yapamayan, depreme maruz kalan nüfusun belli bir yüzdesi kadar mobil baz istasyonunu bölgeye gönderemeyen/yakıtı bittiği için veya bir başka sebeple çalıştıramayan GSM şirketlerinin savunması
“… tanımı yapılan bir suç mevzuatta yok. Kanunsuz suç olmaz. Bu işleri yapma konusunda yasal zorunluluğumuz yok…”
şeklinde olacaktır. Hâlbuki; BTK deprem öncesinde aşağıdaki gibi düzenlemeleri yapsaydı, denetleseydi ve yapmayanlara idari para cezası verseydi felaketin boyutları bu denli çok olmayacak, herkes ne yapmasını bilecek ve hazır olacaktı.
Avukatın yorumu daha uzun ve başka bir yazıda tekrarlayacağım
Artık hep birlikte; TÜKETİCİNİN ANAYASAL ve YAŞAMSAL HAKKI OLAN haberleşme konusunda farkındalığımızı, neyin ne olduğunu anlamayı arttıralım ve talepte bulunalım; HABERLEŞMEMİZ ÜZERİNDEKİ ENGELLERİ KALDIRIN !!!
Kaynak: Farklı Bakış