FRANSA VE G-7: KÜRESEL SORUMLULUK, BÖLGESEL ARABULUCULUK

Ortadoğu uzmanı Dr. Eyüp Ersoy “G7 zirvesi, Macron yönetimi için Sarı Yelekler Hareketi olarak isimlendirilen sokak gösterilerinin gölgesinden çıkmasını sağlayan önemli bir diplomatik toplantı oldu” diyor.

FRANSA  VE G-7: KÜRESEL SORUMLULUK, BÖLGESEL ARABULUCULUK

Bu yılki G7 zirvesi, 24-26 Ağustos tarihlerinde, Fransa’nın güney batısındaki Biarritz şehrinde Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ev sahipliğinde, Fransız dış politika bilincindeki küresel aktörlük iddialarını tasdik edici bir mahiyette gerçekleşti. Küresel meselelerin ortak idaresine dair bir irade eksikliğinin göze çarptığı uluslararası sistemde, bu boşluğu doldurmaya yönelik bir dış politika izleyen Fransız yönetimi açısından G7 zirvesi, oldukça başarılı bir zirve diplomasisinin sergilendiği bir forum oldu. Fransız medyasından Le Monde gazetesi, zirveyi tartışılmaz bir başarı örneği olarak niteledi. G7 zirveleri Fransa için diğer üyelerden ayrı bir anlam taşımakta zira G7 toplantıları Fransa’nın inisiyatifi ile hayata geçirilmiş ve ilk toplantı da 1975 yılında Fransa’da gerçekleştirilmişti. Bu yılki zirveye Fransa için önem kazandıran bir diğer etken ise, G7’nin diğer Avrupalı üyelerine kıyasla Fransa’nın ekonomik büyüme performasının daha başarılı olması. Bu durum, Fransız yönetimine küresel itibarını teyit edici bir dayanak sağlamakta. G7 üyesi ülkelerin liderlerine ek olarak zirveye, Avustralya, Hindistan, Güney Afrika ve Şili devlet ve hükümet başkanları da davet edildi. Ayrıca, Afrika kıtasından Burkina Faso, Senegal ve Ruanda ve kıtanın tamamını temsilen Afrika Birliği de zirvenin davetlileri arasındaydı. Bu davetli tercihleri, Fransa’nın küresel ortaklıklarını geliştirmek istediği bölgesel aktörlere dair bir fikir de sunmakta.  

Bu yılki zirvenin ana teması, ev sahibi Fransa tarafından eşitsizlik ile mücadele şeklinde belirlendi. Bu genel çerçevede ise, fırsat eşitliği, çevre, ticaret, barış ve güvenlik ile dijital teknoloji olmak üzere beş gündem maddesi, zirvenin müzakere başlıkları olarak tespit edildi. Bu başlıklar, G7 üyesi devletlerin ve özellikle Fransa’nın güncel dış politika önceliklerini göstermesi açısından aydınlatıcı. Macron idaresinde Fransız yönetimi, küresel siyasette sorumluluk sahibi öncü bir aktör kimliği inşa etmeyi amaçlamakta ve dış politikasında doğrudan veya dolaylı yollarla bu kimliği ön plana çıkarmakta. Zirvenin ana başlığının eşitsizlik ile mücade olarak seçilmesi ise, bu hedefe hizmet etmeye yönelik söylemsel bir tercih oldu.  

Zirve esnasında, Macron yönetimi, Fransa’nın küresel yönetimde sorumluluk sahibi bir ülke imajını destekleyecek şekilde, muhtelif konularda gündem yaratıcı, gerginlik azaltıcı ve sorun çözücü bir yaklaşım sergiledi. Bu konulardan birisi, hiç şüphesiz, küresel ekonomik durum ve özellikle küresel ticaret oldu. Fransa, dış politika söyleminde, uluslararası serbest ticaret rejiminde korumacı politikaların şiddetlenme ve yayılma eğilimine karşı önleyici tedbirler alınması gerektiğini dile getiren başlıca ülkelerden biri. Bununla birlikte, Fransız hükümetleri ulusal çıkar değerlendirmeleri doğrultusunda, zaman zaman korumacı ekonomik tedbirler almaktan da çekinmemekte. Bu tedbirlerden birisi, Temmuz ayında Fransa’da yasalaşan dijital hizmetler vergisi oldu. Buna karşılık, bu verginin Amerikan teknoloji şirketlerine orantısız bir mali yük oluşturacağını iddia eden Trump yönetimi, Fransa’yı Fransız mallarına ithalat kısıtlamaları getirmekle tehdit etti. G7 zirvesinde, iki ülke arasındaki sorun tam olarak giderilmese de, bir mutabakata varılması zirvedeki olumlu sonuçlardan birisi olarak kaydedildi. Ek olarak, Donald Trump’ın zirve esnasında ABD’nin Çin ve Japonya ile arasındaki ticari ihtilafların yumuşamasına dair açıklamaları da ev sahibi Fransa’nın başarıları arasında. 

Zirvenin sonuç bildirgesinde yapılan küresel ekonomik istikrar vurgusu, küresel ekonominin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan diğer üye ülkeler ile birlikte Fransa’nın da uluslararası ekonomik düzendeki belirsizlik ve değişkenliklere karşı hassasiyetini göstermekte. G7’nin bir forum olarak hayata geçtiği 1975 yılında üye ülkelerin küresel ekonomideki payının yüzde 70 civarında olduğu göz önüne alındığında, küresel ekonomik istikrarın önemi daha da belirgin hale gelmekte. Bildirgede özellikle vurgulanan nokta, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) yeniden yapılandırılması. G7 üyesi ülkeler, fikri mülkiyet haklarının daha etkin korunması, ihtilafların daha süratli çözümlenmesi ve haksız ticari uygulamaların bertaraf edilmesi noktasında DTÖ’nün yeniden yapılandırılmasını dilediklerini ifade ettiler. Ek olarak, küresel meselelerin idaresinde sorumluluk üstlendiğini izhar etme niyetindeki Macron yönetimi, zirvenin resmi gündemine Afrika kıtasının kalkınmasını da ekledi. G7 zirvesi, Afrika’daki stratejik varlığını tahkim etme çabasındaki Fransa için elverişli bir platform oluşturdu. Zirvede, Fransa’nın küresel yönetimde sorumluluk sahibi bir ülke imajını destekleyecek şekilde ön plana çıkarılan konulardan bir diğeri de çevre oldu. 2015 yılında Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı’nın Paris’te düzenlenmesi ve akabinde imzalanan Paris Antlaşması, başta iklim değişikliği olmak üzere küresel çevre sorunlarına çözüm arayışlarında Fransa’nın oynamak istediği öncü rolü gösteren güncel ve önemli bir örnek. Çevre ve çevresel konular, G7 zirvesinde de ana gündem konularından birisiydi. Örneğin, Macron, Şili Devlet Başkanı Sebastián Piñera ile yalnızca çevre konularını konuştukları ortak bir basın toplantısı düzenledi. Fransız yönetimine göre, iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin kaybı ve okyanus ve toprak kötüleşmesi, küresel barış, güvenlik, kalkınma ve istikrarı tehdit eden üç kilit sorunu teşkil etmekte. Zirvede iklim değişikliğinin ve çevresel meydan okumaların tabii ve beşeri tüm sistemler için varoluşsal riskler taşıdığı vurgulandı.  

Zirve esnasında Macron, Amazon ormanlarındaki tahripkar yangınları sık sık gündeme taşıdı. Yangınların uluslararası bir kriz oluşturduğunu ve yangınlar ile mücadelenin sadece Brezilya hükümetinin sorumluluğu olmadığını ifade eden Fransız devlet başkanı, bu mücadele için G7 üyesi ülkelerden 20 milyon dolarlık bir taahhüt almayı da başardı. Ne var ki, Macron’un bu inisiyatifi başta Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro olmak üzere, Brezilyalı yetkililerin zaman zaman diplomatik nezaket sınırlarını aşan tepkileri ile karşılaştı. Zirvede, küresel biyoçeşitliliğin korunması da Fransa’nın gündeme getirdiği çevre sorunlarından birisi oldu ve zirve sonunda biyoçeşitliliğe dair bir sözleşme üye ülkeler tarafından imzalandı. Zirvede Fransa’nın teşvikleriyle müzakere konusu olan bir başka çevre konusu da okyanuslardı. G7 zirvesi, Fransa’nın küresel sorumluluklarının yanında, bölgesel arabulucuk girişimlerinin de ön plana çıktığı bir diplomatik zemin oluşturdu. Macron yönetimi, Fransa’nın bölgesel etkinliğinin arabulucuk girişimleri ile güçlendirilebileceğine inanmış görünmekte. Örneğin, Ukrayna ve Rusya arasındaki barış görüşmelerini canlandırmaya matuf adımlar atmakta. Fransa bu girişimlerini, G7 zirvesinin sonuç bildirgesine de dahil etmeyi başardı. Bildirge, Fransa ve Almanya’nın önümüzdeki haftalarda Ukrayna konusunda bir zirve tertip edeceklerini haber vermekte. Aynı doğrultuda, bildirge Libya’daki iç savaşa da değinmekte ve bu çatışmaya taraf olan bölgesel aktörler dahil tüm tarafları bir araya getirecek uluslararası bir konferans çağrısı yapmakta. Fransa’nın G7 üyesi ülkeler arasında, Libya iç savaşına en fazla müdahil iki ülkeden biri olduğunu hatırlatmakta yarar var; diğer ülke ise İtalya. 

Bölgesel arabuluculuk konusunda, zirve esnasındaki en beklenmedik ve sıradışı gelişme ise 25 Ağustos’ta İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Macron’un daveti üzerine ikili görüşmeler için Biarritz’e gelmesi oldu. Macron yönetimi, nükleer krizin tarafları arasında uzun bir süredir devam eden bir diplomatik arabulucuk sergilemekte. Cevad Zarif’in Biarritz’e gelerek Macron ve Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian görüşmesi bu minvalde alışılmadık bir diplomatik emrivaki olarak kabul edilebilir. Zarif’in ziyaretinden bir gün sonra, Donald Trump’un şartlar uygun olduğu takdirde İran Cumhurbaşkanı Hassan Ruhani ile görüşebileceğini beyan etmesi, Fransız diplomasisi adına kayda değer bir başarıydı. Diğer taraftan, zirvenin sonuç bildirgesi daha ziyade ABD’nin tutumunu yansıtmakta. Bildirgeye göre, G7 üyesi ülkeler İran konusunda iki hedefi paylaşmaktalar. Birincisi, İran’ın nükleer silahlara asla sahip olmaması, ikinci ise, zımnen İran’ı itham eder şekilde, bölgedeki barış ve istikrarın geliştirilmesi. 

G7 zirvesi, Macron yönetimi için 2018 yılının sonunda başlayan ve Sarı Yelekler Hareketi olarak isimlendirilen sokak gösterilerinin gölgesinden çıkmasını sağlayan önemli bir diplomatik toplantı oldu. Fransız yönetimi, G7 zirvesi gibi uluslararası diplomatik platform ve girişimler vasıtasıyla küresel sorumluluk ve bölgesel arabuluculuk rollerini pekiştirme arayışında. Fransa’nın bu çabalarını kolaylaştırıcı etkenler de bulunmakta. Bu etkenlerin en başta geleni Avrupa’daki liderlik boşluğu. Bu boşluktan yararlanan Macron yönetimi, yakın zaman önce, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası gibi önemli AB kurumlarına Fransa dostu isimlerin seçilmesini sağlayabildi. Uluslararası düzlemde ise Fransa, mevcut küresel düzenin ve çok taraflılık siyasetinin temsilciliğini dış politikasında öne çıkarmakta ve bir ölçüde başarılı bir diplomasi yürütmekte. Bu nedenle, Fransa’nın takip ettiği bölgesel ve küresel politikaları yakından izlemek gerekiyor.