Dr. Can Kasapoglu(*)
Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen ve Fransa Savunma Bakanı Florence Parly geçtiğimiz günlerde Avrupa´nın muhtemelen en iddialı ortak savunma projesini duyurdular. İki ülke 6. nesil bir savaş uçağı geliştirecek. Fransız Devlet Başkanı Emmanuel Macron ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel, ortaklaşa bir yeni nesil savaş uçağı üretme fikrini ilk kez 2017 yılında dile getirmişlerdi.
Henüz bir konsept aşamasında olan 6. nesil uçak anlayışı ve bu sıçramanın gerçekleşebilmesi için gereken teknolojik ilerlemeler, bahse konu sistemlerin gerçekten de 21. yüzyılın ?askeri devrimi? (Revolution in Military Affairs ? RMA) anlamına gelebileceğini gösteriyor. Bu nedenle, Avrupa´nın bugüne değin geride kaldığı küresel güç rekabetini yakalamaya yönelik bir girişim de olan, Fransız-Alman ortaklığıyla sergilenecek bu çaba, sıradan bir ikili savunma yatırımından daha fazlası anlamına gelecektir.
Özellikle dünyadaki silahlı kuvvetlerin daha yakın zamanda hizmete giren (F-22, F-35, ve Çin´in J-20´si gibi) 5. neslin yeniliklerini "sindirme" mücadelesi verdiği değerlendirildiğinde, 6. nesil savaş uçaklarının -ve yeni nesil hava savaşının- şu an itibariyle henüz konsept düzeyinde olduğunu görüyoruz. Müstakbel 6. nesil platformlar ve hava harbi sistemleri, muhtemelen 5. nesil uçakların zaten devrim niteliğindeki özelliklerine ek olarak başka çığır açıcı teknolojik imkanlara da sahip olacak.
Peki, henüz envanterlere giren 5. nesil uçaklar, harp sahasına neler getiriyor? Ayrıca 6. Nesilden daha fazla neler beklemeliyiz?
F-35´in tasarım felsefesi bu konuda önemli ipuçları veriyor. Beşinci nesil uçakların en temel özellikleri stealth (düşük görünürlük) yetenekleri, tehlikeli hava sahalarına girebilme konusunda artırılmış bir kapasiteleri ve ağ-merkezli harekat alanlarındaki üstün kabiliyetleri. Bu uçakların üreticileri radar izini en aza indirmeye, platformları en son teknolojiye sahip sensörlerle donatmaya, hem uçakların yazılımlarındaki hem de ağ-tabanlı özellikleri artırmaya ve platformları benzeri görülmemiş durumsal farkındalıkla donatmaya odaklanıyor. Daha da önemlisi, 5. nesil hava kuvvetleri, ağ merkezli harp ve müşterek koalisyon görevlerinde tam bir etki sahibi olacak. Zira bilgi üstünlüğü (information superiority) kavramı, 5. nesil anlayışının (özellikle de F-35´in) merkezinde olmaya devam ediyor. Diğer taraftan, stealth teknolojilerin hızla gelişen görüş ötesi menzil (beyond visual range ? bvr) havadan havaya füzelerle birleşmesi, daha şimdiden hava savaşını her zamankinden daha karmaşık hale getiriyor.
Altıncı nesil, teorik olarak, birçok açıdan 5. nesil uçağın yeteneklerinin ötesine geçecektir. Mevcut literatür, 6. nesil platformların ?insanlı olması isteğe bağlı? bir formatta olacağını gösteriyor ki bu da hem pilotlu hem de pilotsuz uçabilecekleri anlamına geliyor. Böyle bir gelişme, şayet başarılabilirse, dünya hava kuvvetlerinin muharebe düzenlerinde çok kritik bir geçişe işaret edecektir. Bunun yanında, insanlı olması isteğe bağlı veya insansız filolar, zayiat risklerini yönetmeye dair anlayışımızı kökten değiştirebileceği için, askeri harekatlara dair yerleşik anlayışların bir bölümünü ve dünyanın çeşitli bölgelerindeki angajman kurallarını yeniden şekillendirebilir. Yine, 6. nesil uçakla ilgili yayınlar, bu platformların 5. neslin ağ-merkezli kapasitelerini, drone ve uydularla işbirliği ile daha da ileriye taşıyacağını tahmin ediyor. Altıncı nesil uçakların dikkati çeken muhtemel bir niteliği de, drone sürü taarruzları (swarm attack) için bir platform olarak görev yapabilecek olması. Muhtemelen yönlendirilmiş enerji silahları da (directed energy weapons ? DEW) taşıyabilecekler.
Şüphesiz, bu tür karmaşık görevleri başarıyla idare edebilmek ve büyük miktarlarda veriyle uğraşmak, bir insanın bilişsel yeteneklerinin ötesindedir. Beşinci nesil uçaklardan önce, savunma sanayii ve havacılık uzmanları bu sorunu 3. ve 4. nesillerin bazı platformlarına birden çok mürettebat yerleştirerek, dolayısıyla kokpite yeni görevler dağıtarak çözme eğilimindeydiler. Ne var ki 5. nesil bugüne kadar sadece tek personellik tasarımlar ortaya koydu. Şayet 6. nesil bu eğilimi büyük ölçüde takip ederse ? ayrıca çok daha karmaşık bir savaş alanında devasa miktarlarda datayla ve çoklu görevlerle başa çıkmak zorunda kalacağından dolayı ? bu durumdan tek çıkış yolu yapay zeka (AI) kapasitesini ve insan-makine işbirliğini geliştirmekten geçiyor.
Almanya ve Fransa´da mevcut hükümetler, 6. nesil savaş uçağının ortak üretimi için sağlam bir siyasi destek sözü verdiler. Bununla birlikte, ciddi engellerin de dikkate alınması gerekiyor. Öncelikle, Almanya ve Fransa´nın savunma ihracat politikaları ve bu alanda sahip oldukları esneklikler çok farklı. Muhtemelen, Fransız savunma sanayiindeki dev oyuncular, sırf Alman siyasetindeki hassasiyetlerden dolayı, başta Körfez olmak üzere, kârlı pazarları kaybetmek istemeyecektir. İkincisi, Alman siyasi-askeri eliti ve halen deniz aşırı askeri yeteneklere önem veren Fransız savunma planlamacıları birbirlerinden çok farklı yaklaşımlara sahipler. Bu nedenle, iki tarafın planlanan ortak platformdan teknik beklentileri büyük ölçüde farklılık gösterebilir. Üçüncüsü, Avrupa´da, bir noktada daha geniş bir işbirliği zemini oluşturabilmek için, Birleşik Krallık´la, Londra´nın müstakbel 6. Nesil savaş uçağı ?Tempest? (Fırtına) ile ilgili olarak işbirliğine geçmek, özellikle de mevcut Brexit koşulları altında sorun olabilir. İspanya´nın Fransız - Alman programına katılma kararı da bu açıdan dikkat çekici. Görünüşe göre, İspanyol Savunma Bakanlığı, İngiliz ve Fransız-Alman programlarının, bu yatırımların getireceği mücbir ihtiyaçlar yüzünden eninde sonunda birleşeceğini varsaymış. Ancak, siyasi açıdan, eğer Paris ve Berlin , 6. nesil yeni savaş uçağını ?Avrupa Ordusu´nun hava filosu? olarak ?pazarlayacak" olurlarsa, işbirliği hedefiyle Londra´yı yanlarına çekmeleri neredeyse imkansız olacaktır. Birçok okuyucuya bu durum, biraz uzak bir ihtimal gibi geliyor olabilir. Ancak, Washington, Londra ve kıta Avrupa´sının merkezî başkentlerindeki etkili düşünce kuruluşlarına yapılacak kısa bir tur, mevcut transatlantik fay hatlarının derinliğini açıkça ortaya koymak için yeterli olacaktır. Örneğin, Luftwaffe´nın (Alman Hava Kuvvetleri) bir önceki komutanının, envanterden ayrılacak Tornado´ların yerini F-35´lerin alması gerektiğini savunduğu için görevini bırakmak zorunda kalmış olduğuna da unutmamak gerekir.
Sonuç olarak, Paris ve Berlin, 5. nesil yarışında aradaki mesafeyi kapatmaya çalışmadan, şu anda 4,5. nesil (Dassault Rafale ve Eurofighter Typhoon) uçaklarla donatılmış hava kuvvetlerini doğrudan 6. nesil uçaklara uygun yeteneklere yükseltmeye karar verdiler (meselâ, Türkiye F-35 projesi üçüncü seviye ortaklığı ve milli TF-X projesiyle 5. nesil bir hava kuvvetleri kurma stratejisi izliyor; Birleşik Krallık da F-35 projesinin önemli bir parçası). Kıta Avrupa´sının iki gücü olan Almanya ve Fransa için 5. nesil trendini bir şekilde atlayarak 6. neslin ufuklarına uzanmak, hem çok cesur hem de riskli bir hamle. Savunma sanayi açısından bakıldığında, bu iki ülkenin 6. nesil bir uçağı sahaya, en yeni özelliklere sahip bir şekilde, 2030´ların sonlarında veya 2040´ların başlarında sürmesi lazım. Dahası, 6. nesil bir savaş uçağı inşa etmek, bir hayalet uçak gövdesi tasarlamaktan daha ötede bir şey. Bunu başarmak için insansız ?wingman? platformları hatta otonomi seviyesi çok yüksek drone sürüleri üretmek ve 6. nesil platformla birlikte kullanabilmek, uçakları sağlam elektronik harp sistemleriyle ve modern silahlarla donatmak, siber güvenlik kapasitesini artırmak, 5. neslin ötesine gidebilecek çok yüksek bir ağ-tabanlı imkanlar sağlamak, ayrıca çok büyük bir yapay zeka yatırımı gerektirecektir. Bütün bunlar ise askeri alanındaki bir sonraki devrim ve dolayısıyla küresel güç mücadelesiyle ilgilidir.
Gerçekçi bir zaviyeden bakıldığında, Avrupa şimdiye dek küresel mücadelede temel bir aktör olmayı başaramadı. Avrupa´nın pek de ciddiye alınmadığı bu alanda manşetleri uzun zamandır kilit teknolojik gelişmelerde ABD-Çin arasındaki rekabet, ayrıca Rusya´nın askeri aktivizmi ve hibrit savaş kavramları domine ediyor. Avrupa´nın gelecekteki savunma planlamasında fikir farklılıkları ve stratejik çekingenlik mi yoksa aklı başında bir uyanma çağrısı mı üstün gelecek, bunu zaman gösterecek.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
(*)Dr. Can Kasapoğlu, İstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Dış Politikalar Araştırma Merkezi (EDAM)´da savunma analistidir.