Bir Osmanlı beyefendisiydi fotoğrafçı Ara Güler, vefat etti; Hak Evi´ne gitti.
Taziye dileklerinde, fotoğrafçılığına dair yapılan yorumlarda, onun (böyle ifade edilmesi birilerince adeta tembihlenmiş gibi) geçmişi / tarihi fotoğraf karelerinde dondurduğu söylendi.
Oysaki, Ara Güler, bu söyleyişlerler nedeniyle, geçmiş ne zaman ve ne kadarıyla tarihselleşir; geçmişin ve tarihin fotoğraflarla dondurulması mümkün müdür; fotoğraf an´ların dondurulmasından mı ibarettir; bir fotoğrafçının hayatı, onun fotoğraf makinesiyle dondurduklarıyla mı özetlenir?... vb. sorularını -kendisinin hiç bilmeyeceği şekilde- arkasında bırakıp gitti.
Peki, o bilmeyecek de, yaşayanlar bilebilecekler mi?
Buna ihtimal vermek oldukça zor.
Zira fotoğraf makinasıyla çekilen görüntülerle kimi an´ların doldurduğuna dair telakki eski dünyaya aittir; yani o dünya içindeki tanımı ve işleviyle söz konusu tabir artık bugüne ait değildir.
Ayrıca, bu telakki, ilgili görüşleri bizde de iyi bilinen Walter Benjamin, Roland Barthes, John Berger, Susan Sontag tarafından bir doğma şeklinde işlenerek, Sol-Kemalist yazarlara ağızlarında sürekli geveleyecekleri bir laf mirası olarak bırakılmasına rağmen böyledir.
O halde şimdi (kendi zamanımızdan) şu soruyu sormak gerekmektedir: Fotoğrafçılıkta bugüne ait olan nedir?
Bunu sorduğumuzda karşımıza çıkacak ilk şey, hâkimiyetini pekiştirmiş bir muğlaklık olacaktır.
Zira fotoğraf çeken akıllı cep telefonlarının da yaygınlaşmasıyla, herkesin yapabileceği (varlığı ve gerekliliği konusunda düşünmeyi talep etmeyen, sadece Heidegger vârî söyleyişle el-altında olmaklığı eldeki makine yoluyla bilinen) sıradan bir iş olarak fotoğraf çekmek, ne en küçük zaman birimi olan an´ı zaptetme, ne de ferdî ya da kurumsal manada doğum gününü, evlilik yıldönümünü, mağaza açılışını... özenle kaydetme niyetinin (şuurlu bir seçimin) sonucu değildir.
Diğer bir söyleyişle, cep telefonuyla çekilen fotoğraflar bizatihi an´ların itibarsızlaştırılmasıyla ancak münkün olabilmektedir.
Bunun tersi ise, insiyaki bir hale gelen fotoğraf çekme işinin sorgulanmasını gerektirmektedir. Bu sorgulanmanın neden olacağı sorularla ve onların doğurabileceği (makinenin mi insanı yoksa insanın mı makineyi kontrol ettiği şeklindeki) erk ve kölelik sorunlarıyla ise hiç kimse muhatap olmayı istememektedir.
Dolayısıyla günümüzde artık belli an´ları dondurarak geleceğe iletme kaygısıyla değil, makine üzerindeki bas-çek komutunun bizi bizzat sevk ve idare edişiyle (veya bu komutun dayattığı iradesizlikle) sıradanlaşmış bir fotoğraf çekme işiyle dopdoluyuz.
Bu manada, kendi kendisinin fotoğrafını çekmek (selfie) de dahil olmak üzere içinde yaşadığımız dünya, ancak fotoğraf yoluyla ilişki kurduğumuz ve dolayısıyla fotoğraflamaya layık gördüğümüz oranda varlık şansı kazandırdığımız, makine gerisinden bakışların dünyasında bir dünya haline gelmiştir.
Eskiyen dünyada, tik, tak´larıyla bir saat işleyişi içinde idrak ettiğimiz ?an?, yeni dünyada bir makineli tüfeğin seri atışta çıkardığı seste erimiş gibidir.
Dolayısıyla deklanşöre basmakla, tetiğe basmak (İng.: trigger) fiili aynılaşmış ve dünya kendisine karşı sürekli tetiğe basılan bir bir nesne olarak, üstünde yaşanılan yer olmaktan çıkartılıp, her atışta an-be-an vurulmak istenilen açık bir hedefe dönüştürülmüştür.
Hakikatte ise, an, kesintisizidir; sonu olmayan bir akıştır.
An´lardan bir an´ı fotoğraf karesinde dondurmak, zamandan birşey kopartmak değildir. Dolayısıyla bir fotoğraf karesi, zamandan bir şey eksiltmeyeceği gibi, ona herhangi bir şey de eklemez; o, ol´an´ın sürekliliğinde yokluğa bitişik olan an´lardan ışık yoluyla yapılan bir soyutlamadan ibarettir.
Bu yanıyla en küçük zaman birimi olarak ölü bir zamanın imgesidir fotoğraf; seyirlik bir nesne olmasının ötesinde hiçbir etkinliğe sahip olmadığı gibi, sayesinde bir şeylerin yaşanır kılındığı bir yeniden hatırlayışın vekili (temsilcisi) de değildir.
Bu hakikatle, dünyayının açık bir hedefe dönüştürülmesindeki gerçekliği birlikte düşündüğümüzde, makine gerisinden bakışların dünyasına indirgediğimiz dünya ile varlığı sayesinde varolduğumuz (yeryüzü olarak üzerinde yaşadığımız) şu verili dünya arasındaki yarılmanın şiddeti korkutucu bir hale gelmektedir.
Zira, bu sonuç, Tanrı´nın ölümünü ilan eden zihniyetin, kednisinin kontrol ettiği teknolojiyle şimdi insanın ölümünü sağlamaya azmettiğini göstermektedir.
İnsan olarak var olmanın, görmenin, zamanın, mekanın, ışığın, ışıkla yazmanın, hatıra biriktirmenin, hatırlamanın ve unutmanın... hakikatine dair asli kodları tehdit eden bir fotoğraf çekme fiili, insanın varlığına kastetmekten başka ne olabilir?
İşin hakikatine uygun olarak, imgeleri imha ede ede fotoğraf çekmenin hükmünü ise ayrıca konuşmak gerekir.